28 Haziran 2010 Pazartesi

FUTBOLUN EVRİMİNİ YAKALAMAK

























Evrim denen şey, sadece insanın varoluşu ile ilgili bir tartışma konusu değil. Onun yarattığı şeylerin de tarih boyunca geçirdiği değişimi belirtmek için kullanılıyor. Futbol, 19. yüzyılın ortalarından itibaren, sistemli biçimde ve yarışma kültürüyle beraber insan hayatına girdiğinden beri değişiyor, kabuk değiştiriyor ve “ekol” denilen, futbol sporunu icra etme biçimleri, meşin yuvarlak dönmeye başladığından itibaren nöbetleşe yer değiştiriyorlar. Futbolu yorumlayanların bu değişimleri görmesi, üzerinde karar alanların da onlara ayak uydurması gerekiyor. Türkiye liginde görev yapan teknik adamların bir çoğu, 21. yüzyılın ilk yarısında olmamıza rağmen, hala 1970 veya 82’nin Brezilyası gibi oynamadığı için eleştiri alıyor. Futbol büyük kitlelerin ilgisini ilk çektiği yıllarda bir eğlence aracıydı. 3 direk ve kale çizgisi arasından geçen her top, bu yeni eğlence aracının daha fazla taraftar toplamasını beraberinde getiriyordu. O günlerde hücum hattında kalabalık oyuncu bulunduran 2-3-5, 3-3-4 gibi taktiklere çok sık rastlanıyordu. 1934 ve 38 Dünya Kupası şampiyonu İtalya’nın hocası Vittorio Pozzo defans hattında görece daha fazla oyuncu bulundurarak, 2-3-2-3 taktiğiyle başarıya ulaşan ilk takım oldu. Bu, futbolda kontrol noktasının hücumdan orta sahaya kaymasını da beraberinde getirdi. 1960’la beraber yetenekli orta saha ve kanat oyuncuları kendilerini göstermeye başladılar. 1970 ve 82 Brezilyasının göz hoş gelen futbolunun arasında şahit olunan 1974’ün Hollanda icadı Total Futbolu, 90’lara yaklaşan futbolun son hücum ağırlıklı örnekleriydi. Ancak 1990 yılıyla beraber dünya futbolunda, para yönetiminin önemli bir konu haline gelmesi ve kulüplerin, bu sporu, aynı zamanda kendilerini ekonomik açıdan refaha kavuşturacak bir araç olarak görmeleri, ne ilginçtir ki futbol sahasında da eli sıkılığı beraberinde getirdi. 2000 yılı sonrası artık daha fazla hücum eden değil, daha tutarlı savunabilen ve fırsatçı olanlar kazanmaya başladı. 2004 Avrupa Şampiyonu Yunanistan milli takımı, futbolun kötü adamının iyi adamları teker teker mağlup ederek şampiyon olabileceğini gösterdi herkese. Bu, birçok takımın, riske girerek, yaratıcı işlere imza atmayı denemesi yerine, risksiz, garantici oyunları tercih etmesine ve bunun uzantısı olarak da yetenekli oyuncular yerine daha sağlam, gösterişsiz görev adamlarının çoğalmasına sebep oldu. Son 10 yılda, istikrarlı olarak 30 yıl öncesinin futbolundan örnekler verebilen Arsenal, Manchester United ve Barcelona dışında bir takıma rastlanmadı.

Futbolun 150 yılını, tek paragrafa sığdırma çabamızın sebebi, futbolu yorumlayan ve izleyenlerin de bu evrimi kafalarının bir köşesinde bulundurmaları. Hücum etmek, rakibin üzerine gitmek, sürekli gol aramak artık riskli bir oyun planı olarak görülmeye başlandı. 1974’ün rakibi 10 oyuncuyla aynı anda boğan Hollandası, 2004’ün şampiyonu Yunanistan ile oynasa büyük ihtimal karşısında pres yapacak kimseyi bulamayacaktı, zira tüm Yunan takımı rakip sahada onları bekliyor olacaktı. 2008 Avrupa Şampiyonası’nda, grup maçlarında attığı goller ve oynadığı futbolla büyük beğeni toplayan ve yine Total Futbol söylemlerini hortlatan Hollanda, 1988’deki Sovyetler Birliği’ni andıran mekanik Rusya karşısında neredeyse hiçbir varlık gösteremedi. Belki de bugünün yıldızlarıyla asla karşılaştırılamayacağı düşünülen Pele, Maradona, Platini gibi oyuncular, bugünün kontrol futbolunda, vasatın üstünde oyuncular olarak yetişeceklerdi. Bu, aynı zamanda yıldız futbolcuların yeteneklerinin, oynadığı dönemdeki futbolun genel yapısına gore değerlendirilmesi gerektiğini de gösteriyor.

Futbol o son 10 yılda o kadar fazla değişim geçirdi ki ve saha içi kontrol ve konsantrasyon o kadar önemli bir hal aldı ki, futbolda çok büyük bir zaaf olarak kabul edilen sayısal eksiklik, istikrarlı takımlar için büyük problem olmamaya başladı. 7-8 sene önce, 5 büyük ligde maçın başında 10 kişi kalan takımlarda yüzde 10 olan maç kazanma oranı 14’lere fırladı. Kamerun, 1990 Dünya Kupası açılış maçında Arjantin karşısında 10 kişi kaldıktan sonra öne geçtiğinde bunu kupa tarihinde yapabilen ilk takım olmuştu. Ancak daha sonraki 4 kupada buna benzer 10’dan fazla örnek görüldü. 1994 Dünya Kupası’nda Arrigo Sacchi, 10 kişi kaldıkları Nijerya ve Norveç maçlarında kafasındaki sistemi daha iyi uygulayabildiğini açıklamıştı. 2004 Şampiyonlar Ligi yarı final mücadelesinde, Monaco-Chelsea maçında durum 1-1’ken rakibinin eksik kalmasını fırsat bilen Chelsea hocası Ranieri, daha fazla atak yapmak adına saha içi dengeleri bozdu ve bu ona 3-1’lik mağlubiyete patladı. Inter bu yıl büyük bölümünü eksik oynadığı Milano derbisini kazanmayı başardı ve 9 kişi kaldığı Sampdoria maçını kaybetmemeyi başardı. Bordeaux bu sezonun sonlarında, takipçisi Montpellier karşısında 30. dakikada 10 kişi kalmasına rağmen 1-0 öne geçti ve maçtan 1 puan almayı başardı. Futbol, artık alanları iyi parselleyenin başarılı olduğu bir spor, daha fazla hücum edenin değil. Bu yüzden zaman zaman sahadaki performansınız kadronuzdaki bir oyuncuyu “artık” hale getirebiliyor. Bu, çok değil 15-20 yıl önce akla gelmeyecek bir durumdu.

Yeşil sahadaki topun etrafından koşturanların ve oyunun kendisi, bu derece hızlı değişirken, onu izleyen ve yorumlayanların da aynı süratle kafalarındaki standartları değiştirmeleri gerekiyor. Futbol bir sanat değildir, dolayısıyla da futbolcunun halktan önde olması beklenemez. Halkın onunla beraber kendi yorum kanallarını da daha ileriye gidecek şekilde evrimleştirmesi gerekir.

18 Mart 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayımlanmıştır...

4 yorum:

GK dedi ki...

Futboldaki değişim sistem, strateji ile alakalı bir değişim değil bence. Tamamen futbolcuların hem teknik hem fiziksel profillerinin son 10 yıl içerisinde değişiklik göstermiş olması. Bu değişime yön veren de Premier Lig ekiplerinin (başta Arsenal) transfer politikalarını "flaş transferden" "genç yetenekler"e döndürmüş olması. Genç, atletik, çok koşan, fakat teknik kapasitesi kısıtlı gençlerin Chelsea, Arsenal, ManU gibi ekiplerde direkt şans bulmasıyla beraber diğer klüpler de yönlerini Fransız patentli oyunculara yönelttiler. Değişim klüplerle de sınırlı kalmadı. Milli takımlarda oyuncu seçimlerini bu tarz oyunculardan yana kullandılar.Son Dünya Kupası ile beraber bu tarz ekiplere örnek olarak Gana, Nijerya, Güney Afrika ve hatta Fransa'yı örnek verebiliriz.

Tabi bu değişimin her iki tarafında da futbolu izlemiş yorumlamış kişilerin daha fazla teknik becerilerin fazla, ofansif futbolun yaygın olduğu dönemi özlemesi normaldir. Ama günümüz futbolu ile büyüyecek nesiller muhakkak ki futbolun bu formatına alışacaklar, yorumlarını bu formata göre yapacaklar, futbol oynamaya meraklı olanlar kendilerini bu yönde geliştirmeye çaba gösterecekler.

Spooky dedi ki...

"üç gole veya fazlasına fazladan bir puan verilsin de keyiflenelim..."

-koskoca yazıya bu yorumu yapacak kadar düz adam, Haziran 2010.

Çağrı dedi ki...

Tüm yazılanlara katılıyorum. Harika bir yazı olmuş gerçekten. Benim futbolun evrimiyle ilgili görüşlerim özetle şu: Futbol kesinlikle gerileme evresinde.Özellikle Brezilya-Portekiz ve İspanya-Şili maçlarının son dakikalarını düşündüğümüzde, futbolun geldiği noktayı daha iyi anlamış oluruz.Artık futbolda amaç oynamak değil ne yazık ki.Benim bazı fikirlerim var bu konuda.Örneğin, topa sahip olmanın sonuca etkisi olabilir.Böylelikle, maçı kazanmak için topun peşinden koşan oyuncular izlemiş oluruz. Bir düşünsenize.İspanya gibi pas yapmaya çalışan, bir zamanların Hollandası gibi topun peşinden koşan takımları izlememizin önünü bir nebze de olsa açmış olurdu bu kural.Golün yeri her zaman ayrı, onun göze hoş gelen yanını göz ardı edemem.Fakat, hele ki maçın başında atılan bir golden sonra, maçların çoğu bana hiçbir zevk vermiyor.Güzel futbolun yeniden doğması için, bir kez daha 82'Brezilya ya da 74'Hollanda'nın gelmesini beklersek, bir daha asla güzel futbol izleyemeyebiliriz.

İsmail Şayan dedi ki...

İlk kısımdaki özette Pozzo ile ilgili kısma tam olarak katıldığımı söyleyemeyeceğim. Pozzo'nun derdi bence biraz daha farklıydı.

Dönemin Arjantin ve Uruguay futbolunu ddiğerlerinden ayıran en önemli özellik santrahaf'ın kullanış biçimidir. Bu iki ülkede santrahaf diğerlerine göre çok daha ofansif bir oyuncu(hatta dörtlü defansa geçilen yıllarda bu iki ülkede, dünyadaki trendin tersine ve ısrarla 5 numaralı forma savunma oyuncularına verilmez). Pozzo'nun kafasında "ofansif santrahaf" fikri ise biraz bundan biraz da İngiltere'de Manchester United santrahafı Charlie Roberts'ı izlerken şekilleniyor. Ancak Pozzo bunun yaratabileceği sıkıntıların da farkında ve bu sıkıntılara çözüm bulabilmek adına içlerden biraz daha haflara destekli oynamalarını istiyor. Santrahafa da bir önceki Dünya Kupası'nda Arjantin ile finalde kaybeden Monti'yi devşirip yerleştiriyor. Bunun adı "metodo".

1938'de yaptığı ise biraz daha farklı. Orta sahadaki yapıyı ve görevler koruyor ancak bu kez seçtiği santrahaf Uruguay-Arjantin geleneğinin dışında, klasik ve standart Avrupa oyunu santrahafı(adını hatırlayamadım şimdi). Bu düzene "sistema" deniyor. Nereo Rocco Catenaccio'yu icat edene kadar da İtalyan Futbolu, "sistema" temelinde oynanıyor. Benim yorumuma göre Metodo'da başlangıç noktası ofansif. Ancak sistema'daki fikir bence de defansif.

Oyunun merkezinin orta sahaya kayması da benim kişisel fikrimce bu dönem değildir. Bence o noktada başlangıç 62 Şili'de ilk kez Brezilya'nın oynadığı 4-3-3 ile gelir. Arkasından gelen ilk diziliş devrimi diyebileceğimiz Ramsey'in 66 çeyrek finalinde başlattığı kanatsız 4-4-2'si de bu trendin en belirgin izidir.

Bu noktalardan bağımsız olarak, ancak yazı ile ilgili olduğunu düşündüğümden tartışmak istediğim başka bir konu var aslında: Futbolda hücumu teşvik etmek ve gol sayısını arttırmak için 1925'ten başlayarak(ki bence en etkilisi budur) birkaç değişiklik yapıldı. Bu değişiklikler öncelikli olarak saha dışında yapılan işlerdi. Ancak son yirmi yılda futbolda, hücumu teşvik etmek için doğrudan saha içini etkileyen irili ufaklı pek çok kural yorumu değişikliğine gidildi. Beklenti bu değişikliklerin takımları hücuma teşvik etmesiydi. Geldiğimiz noktada bu ikinci tarzda başlatılan uygulamalar beklenen sonucu mu verdi yoksa tam tersi etkiyi mi yarattı? Kaş yapalım derken göz çıkarma durumu var mı?

Sormak için uygun yer yorum kısmı mıdır, mesaj yolu ile ulaşmak mı gerekir bilemedim. Ben buraya not düşeyim, isterseniz daha etraflıca bir mesaj da atabilirim.