30 Temmuz 2010 Cuma
SPİKERLERİN FUTBOLU
Blog okuyucularından "yorgunforvet" bize enfes bir yazı gönderdi geçtiğimiz hafta. Kendisine teeşekkür ederek aynen yayınlıyoruz.
--------------------------------------------
18 Eylül 1985
Bordoaux-Fenerbahce (Municipale Stadı )
Spiker: Murat Ünlü
Dakika :21
-Selçuk gooool, Selçuk gooooool
12 Eylül askeri müdahalesinin ardından yapılan, ilk özgür seçimlerin üzerinden henüz 22 ay geçmişken, spikerin çığlığı, TRT ciddiyetinin koridorlarında nasıl yankılandı, bir yerlerde bir müdür “–ne yapıyor bu adam?” diye düşündü mü bilinmez. Bilinen, o dakikada (maçın 21. dakikasına tekabül eder) soldan gelen uzun pasa Selçuk un yetiştiği ve buluştuğu an iki adım sürdüğü ve düzgün bir vuruşla topu Dropsy inin yanından filelere gönderdiği dakikada, TRT'nin bu çılgın spikerinin tüm kurallarının ötesine geçtiğidir.
Aslında 1980’lerin başında Türkiye sadece futbolda değil, müziğinden, kültürüne tüm uluslararası platformlarda nadiren adını duyurabilen bir ülkedir. İşadamlarının dünyaya bir şeyler satamadığı, üretimin tüketimini karşılayamadığı, Arabesk müziğin doruk yaptığı, Ferdi Tayfur un “kayboldum bir meçhulde, ellerimden tutsana” şarkılarının tüm minibüslerde çaldığı yıllardır. O yıllar Türkiye, Kronik siyasi sorunlarla uğraşan tüm bunların üzerine yapılan askeri darbe ile de özgür ve gelişmiş dünya ile tüm bağları kopmuş, “muasır medeniyet” hedeflerinin çok uzağında kalmıştır.
1983 Kasımında yapılan seçimler yepyeni bir iktidar, beraberinde liberal ekonomi, özgür ve sivil Türkiye’nin kaderinde rol oynayan Turgut Özal’ı getirecektir. Yakın dönem siyasal tarihinin kaydettiği en önemli kesişmelerden biridir kuşkusuz. Üzerinde dolar taşımanın suç olduğu, Marlboro’nun kaçak satıldığı bir ülkeden kısa sürede serbest piyasa ekonomisine, oradan da özel tv kanallarına geçen Türkiye de, bu gelişmelerin beraberinde getirdiği ahlaki çöküntü çok daha geniş yazıların konusudur. Ama şurası kesin ve bizim yazımızın konusudur ki; o yıllar Türkiye nin kendisine güveninin yeni yeni geldiği, ülkenin öne çıkmaya başladığı yıllardır.
1985 yılı eylülünde Fenerbahce, Mészöly teknik direktörlüğünde, takımda Selçuk Yula’nın dışında, Şenol Çorlu, Hüseyin Çakıroğlu ( genç yaşta rahmetli olan Hüseyin ayrı bir yazının konusudur) kalede Yaşar Duran, Avrupa’nın en elit ülkelerinden Fransa’nın şampiyonunun Bordoaux un karşısına çıkmıştır. Fransa’nın sokaklarında hüzünlü bir eylül akşamı 23 sarı-lacivertli futbolcu dolaştı mı, uzaktaki ülkelerini düşünüp dertlendiler mi, bilinmez ama O yıllar Türkiye den bir takımın bir Avrupa takımına deplasmanda “1 gol” atması bile çok önemli bir olaydır.
Maçtan bir gün önce ki yazısında İslam Çupi “hep kaybedenler, kaybetmeye alışanlar, yaşam ruletlerinde günün birinde hanesinde “zafer” yazan bir yerde durmanın mutluluğunu herhalde yakalayacaklardır.” Yazıyordu.
O yılların unutulmaz spiker vurgularından birisi de ekrana trübündeki Türk taraftarlar geldiğinde romantik bir şekilde kullandığı “bir avuç gurbetçi” tanımıdır. Gurbet ellerde takımlarını desteklemeye gelen çaresiz, kimsesiz bir avuç gurbetçi. Aslında Avrupa’da gurbetçi olan bütün bir Türkiye midir yoksa?
Maç başlayıp 21. Dakikaya geldiğinde bir Türk futbol takımının deplasmanda attığı bir golün bile milli bir sevince dönüştüğünü göstermiştir spikerin çığlığı… Spiker burada, 80 li yılların kiri-pası, ülkenin üzerindeki geri kalmışlık-taşralık hissi, üniformasını-apoletlerini yeni çıkarmış bir cumhurbaşkanı, her şey ama her şey bir yana Avrupa’nın son şampiyonu Fransa’nın şampiyou Bordoaux’a Selçuk Yula’nın attığı gol bir yana bağırmıştı;
-Selçuk gool, Selçuk gol.
Futbolda zaten en basit ifadesiyle, fakir çocuğun filmin sonunda prens olduğu bir masal değil midir?
15 Mart 1989
Galatasaray-Monaco (Köln Müngersdorfer Stadı)
Spiker: İlker Yasin
Dakika: 90
-Ağlamak istiyorum.
O yıl, Nöşetel Xamax turunun ikinci maçı, İlk maçta 3-0 yenilen Galatarasayın eleneceği düşüncesiyle, televizyondan canlı olarak yayınlanmamıştır!. Bunu yıllar sonra anılarında Ali Kırca o gün yanında Ankaragücü teknik direktörü ile birlikte uydudan seyrettiklerini maçın sonunda sevinçten birbirlerine sarıldıklarını anlatır. O günlerin Ankaragücü teknik direktörünü tanırsınız, Fatih Terim!
80’lerin sonuna geldiğimizde artık Türkiye nin – o yılların moda tabiriyle söylersek- “dünya ile entegrasyonu” başlamış, Avrupanın bir çok ülkesinde Türk işadamları ihaleler almaya başlamış, pop müzik yeni yeni coşar olmuş, gençler artık “siyasetle değil aşk” la ilgilenir olmuş, “devrim” yerine “oyuncu olmak” süsler olmuştur hayallerini. Politikadan uzak neslin büyümeye başladığı yıllar.
1989 yılında bir tur öncesinde Xamax maçında çıkan bazı olaylardan dolayı maçın tekrarı kararı alınmıştı. İşte o gün Türkiye artık o eski Türkiye olmadığını Fifa’ da dünya futbolunda -o ünlü, hani o yıllarca arkamızdan iş bitiren- lobi (eurovizyon şarkı yarışmasında bile bir rum lobisinden bahsedilirdi mesela) bu kez bizim tarafımızdan kurulmuş ve Türkiye “hakkını yedirmemiş” ve Fifa iptal kararını geri almıştı.
O yılların genel vurgusu “bu gelen Türklerin ayak sesleri” idi. Genç teknik adam Mustafa Denizli ile başlamıştı Galatasaray, ilk turda Rapid Wien’i elemiş, sonrasında olaylı Xamax maçları ve şimdi rakip Monaco’dur. Monaco’nun teknik direktörü ilerleyen yıllarda Arsenal’in başında futbol efsanesi olacak Arsene Wenger dir, güçlü Monaca kadrosunda Weah, İngiliz milli takımının da önemli oyuncusu Hoddle ve Foffana vardır.
Monaco’da oynan ilk maç Tanju’nun golüyle 1-0 bitmişti. İkinci maç Galatasaray’ın Xamax macı cezası nedeniyle Köln’de oynanıyordu, bu kez statta Avrupa’nın her yerinden gelen 60.000 Türk vardı, Prekazi’nin (-illa ki unutulmaz) ve Weah’ın karşılıklı golleriyle maç 1-1 e gelmiş, gergin devam ediyordu, dakikalar 90’a gelmiş, artık yenecek bir gol Galatasaray’ın elenmesine sebep olacaktı. Şampiyon Kulüpler Kupası turnuvasında artık saniyeler yaşanıyor, ilk defa bir Türk takımı, bu Avrupa’nın en üst düzey takımlarının katıldığı bir turnuvada yarı finale kalıyor, Avrupa’nın en iyi 4 takımından birisi oluyordu. Hakemin son düdüğü çalmasını tüm Türkiye heyecanla bekliyor, her an, atılan her pas heyecanı arttırıyordu.
Gözler Belçikalı hakem Langenhowe’ un üzerinde ve artık bizde Avrupanın bir parçasıyız, Köln’de stadı doldurduğumuz 60.000 kişiyle, en üst düzey turnuvanın ilk 4 takımı arasına girmekle, yeni yeni edindiğimiz sivil, özgür hayatımızla, bizde Avrupalıyız demek için bekliyorduk maçın bitimini. Ve maç bittiğinde İlker Yasin yıllara damgasını vuracak, her haliyle kült olacak, o sözleri söylüyordu;
-Veeee Galatasaray yarı finalde, ağlamak istiyorum, Galatasaray yarı finalde!
Çünkü biz en mutluyken bile ağlamak isteriz, çünkü çocuğumuzu bile uyurken severiz, çok sevinmeyi bilmeyiz, çünkü fakir ama guruluyuz ki biz!
11 Haziran 1996
Türkiye-Hırvatistan
Spiker: Levent Özçelik
Dakika: 86
-Lütfen gol olmasın
Ülkelerin kaderleri de tıpkı insanlar gibi inişli çıkışlıdır. En büyük sevinçlerin hemen yanı başında hüzünler vardır. 80 lerin sonunda toparlanan ekonomi, dünya genelindeki bunalım la beraber 94 de çökme noktasına tekrar gelmiş, insanların gözünde o yılların ekmek kuyruğu fotoğrafları yeniden canlanmıştır. Ülkede Tansu Çiler başbakan olmuş tüm dünyaya Sarışın güzel bir bayanın başbakan olduğu ülke imajı vermiş isekte, 5 Nisan kararları bugün hala birçok insanın “ticari batış” hikâyelerindeki yerini almıştır.
90 ların ikinci yarısında Türkiye bir kez daha Ordu’nun etkinliğini arttırdığı dönemi yaşıyordu, daha sonraları 28 Şubat süreci diye isimlendirilecek olan dönemin başladığı günlerde Türkiye de tarihinde ilk defa Avrupa kıtasının ülke düzeyindeki en yüksek organizasyonuna katılma hakkını kazanmıştı. Milli takımın başında, Xamax maçını uydudan izleyen o zamanların Ankaragücü teknik direktörü olan Fatih Terim vardı.
Üstelik kupa, futbolun beşiği İngiltere’dedir. Tüm futbolcularımız İngilterede kampta iken, gazetelerin, “dünya Türkiye ligini takip etmediği için futbolcularımızı tanımıyor ama bu turnuva sonrası bir çok türk futbolcu avrupadan teklif alır” yaklaşımı vardı, bu konu basın toplantılarında dile getiriliyor, flaş isimlerden Trabzonspor lu Abdullah Ercan “tercihinin İngiltere olacağını” söylüyordu. Artık Türkiye Avrupa’nın bir parçasıydı, onların arasına karışmanın tam zamanıydı, “-ah o üzücü olay olmasaydı!”
1996 Yazında o güne kadar hiç gol atamadığımız İngiltere’de düzenlenen bir turnuvadaydık, grubumuz Portekiz, Danimarka ve o zamanların en popüler takımlarından Hırvatistan vardı. Maçın başında kadrolar yayınlanınca bir -sonraların Fatih Terim Klasiği olacak olan- olay olmuş, hiç beklenmedik bir isim Vedat, Karabükspor’ dan gelmiş Cityground stadındaki maçta Hırvatistan karşısında ilk 11 e girmiştir. Türkiye Vedat ın performansını merak ederek maça başlamışken, o yılların Hırvatistan’ı, Boban, Prosenecki, Suker li kadrosuyla saldırıyor, defansta Alpay-Vedat ikilisi delicesine her yere yetişerek oynuyorlardı.
Hangimizin hayatında ilk kez katıldığı üst düzey bir baloda sakarlığı olmamış, bardak kırmamış, ya da bir bayanın ayağına basmamış, ya da karşındaki kişinin ismini unutmamıştır? O gün Nottingham’da Türkiye’nin başına gelen de aşağı yukarı böyle bir şeydi. Dakikalar 86 yı gösterdiğinde Türkiye köşe atışı kazanmıştı. Maç 0-0 devam ediyordu. Aslında grubun en güçlü takımından ilk maçta alınacak 1 puan o tabirle ”altın değerinde ” ydi. Ama o heyecan, o coşkuyla köşe atışına nerdeyse tüm oyuncular gidiyor, geride sadece –kesinlikle- “geniş alanların” oyuncusu olmayan Alpay kalıyordu. Top dönüp Rahim’in ıskalamasıyla birlikte Vlaoviç e geldiğinde, yarı sahada karşısında Alpay ve kaleci Rüştü vardı, ve maça gireli sadece 10 dakika olmuş Vlaoviç ikisini de geçti. Topu uzak köşeden boş kaleye yuvarladığında spikerin dudaklarından, bir ülkenin yaşadığı hayal kırıklığının, yıllarca emek verilerek gelinen noktada yaşanan ani kırılmanın en özel cümleleri dökülüyordu;
-Lütfen gol olmasın !
Çünkü futbolda yenilmek vardır ama dakika 86 da yenilen gol ile olanının adı ancak hüzündür.
(Not: Üzücü bir gerçekte, o gün orada Vlaoviç i düşürmeyen Alpay’ın aldığı Fair Play ödülünün Türk toplumundaki yansımasının pek hoş olmadığıdır. Ülke genelinin fairplay a bakış açısını o gün orda düşürmeliydi şeklinde olduğudur.)
13 Haziran 2002
Çin-Türkiye
Dakika:85
Spiker:Yalçın Çetin
-Saç stilini değiştirdi milli takımın kaderini değiştirdi.
“Kore Dağlarında Tabakam kaldı/Mahpus damlarında özgürlüğüm.”
1950 de Nato’ya katılma yolunda önümüze sürülen zor imtihanın adıdır Seul! Yemen çöllerinden, Galiçyaya, Sarıkamış’ın karlı dağlarından Çanakkale boğazına kadar birçok cephede ölmeyi bilen bir milletin evlatları bu kez hiç bilmediği hiç tanımadığı insanlar için ama yine bir kez daha şair in “ bir gül bahçesine girer gibi” dediği kara toprağa girecektir. Seul, birçok aile için duvarda asılı renksiz fotoğraftaki şehid, şeritlerinin rengi solmuş bir madalya, bazen de verilen üçaylık maaşıdır.
Ta ki o güne kadar…
2002 ülkenin zor yılıydı gerçekten. İkide bir hastalanan bir başbakan, o her hastaneye yatışında hastalanan bir ekonomiydi 2002. 3 Partili hükümet, onun da yanında Amerika’dan transfer kurtarıcı gözüyle bakılan bir bakan, sıkı uygulanmaya çalışılan daraltıcı mali politika…
Şenol Güneş Teknik direktörlüğünde katıldığımız 2002 dünya kupasında ilk maçta brezilya ya 2-1 yenilmiş, daha sonra Kostarika ile 1-1 berabere kalmıştık, son maçımız Çin’leydi. Brezilya Kostarika’yı yener, bizde Çin’i farklı yenersek her şey yolundaydı, ama ilk iki maçta da her şey yolunda başlamış Brezilya’dan da, Kostarika’dan da son on dakika da gol yemiştik, “80 li dakikalar sendromu”ndan bahsetmeye başlanmıştı. Milli takım iyi başlıyor son dakikalarda gol yiyordu yoksa bu bir kader miydi?
O gün Seul’un çimlerine çıktığında milli takım, gözlerimiz onların kırmızı formalarının üzerinde, kulaklarımız Brezilya-Kostarika maçındaydı. Türk devlet geleneğindeki birçok efsanenin ortaya çıkmasına neden Çin, bu kez belki hileleriyle değil belki ama 80 lerde atacağı golle bizi kupadan“göç”’e zorlayabilirdi.
Dakikalar 60’a geldiğinde Kostarika 3-0 geriden maçı 3-2 ye getirmişti, biz de 2-0 öndeydik, bu durumda bize bir gol daha lazımdı.
Zaman zaman spikerlerin bazı cümlelerinin kendilerinden çıkmadığını düşünmüşümdür. Maçın getirdiği hava, gerginlik, yılların birikimiyle bazen spikerler kendilerinin düşünerek bulabileceği cümlelerden çok daha özel ve unutulmazlarını kurabiliyorlar sanırım.
Dakikalar o zor 80 li dakikalara geldiğinde Brezilya’da Ronaldo’nun golleriyle 5-2 öne geçmişti bile, biz de rahatlamış artık tarihimizde ilk defa bir üst tura çıkmanın heyecanını yaşamaya başlamıştık. Tam bu dakikada saçlarının iki tarafını kazıttırmış “Mohikan” Ümit Davala, yepyeni saç stiliyle çıktığı maçta devreye giriyor, sol kanattan gelen ortaya gelişine vurarak, hep gol yediğimiz 85.dakikada Çin’e 3. Golü atıyordu.
İşte o dakikada spiker kendinden geçiyor 5000 yıllık Türk devlet geleneğindeki rakibimiz Çin’e atılan golle coşuyor ve ağzından bu cümleler dökülüyordu;
-Saç stilini değiştirdi milli takımın kaderini değiştirdi.
Artık yalnız Avrupa değil Dünya denen gezegenin bir parçasıydık, üstelik “Uzak ve güzel” ülkenin, samimi, duygusal ve enteresan insanlarının hiç bitmeyecek yolculuğuydu bu…
by yorgun forvet
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
9 yorum:
Gerçekten güzel yazı olmuş, arkadaşı tebrik ederiz...
buna ek olarak trt spikerinin kosta rika maçının 86. dakikasında skoru 1-1'e getiren goldeki tepkisi de çok etkilemişti beni." aman tanrım" demişti o gün spiker.
selçuğun golünü dedemin almanyadan getirdiği grundig radyodan dinlemiştim , ranzanın alt katında kucağımda bir yastık vardı heyecandan sarılıyordum , 12 yaşındaydım daha babama öyle sarılmamıştım . Hala rakip sağlı sollu saldırdığında veya bizimkiler baskı kurduğunda etrafta varsa bir yastığı alıp sarılırım.
Muhteşem bir yazıydı. Hem edebi yönden hem de anlattıklarıyla...
yorgun forveti tebrik ediyorum.
cok ozel ve guzel yaziydi, isallah devami gelir.
artık fd'e de yorgunforvet'in önüne sözleşmeyi koymak düşer, o da ama fazla afra tafra yapmasın, boş sözleşmeye bassın imzayı...
Uzun zamandır yazıda bahsi geçen olayların tamamını bilsem de böyle okurken heyecanlandığım bir spor yazısıyla karşılaşmamıştım. Saygı duydum, çok teşekkürler.
Abicim at boş kağıda imzayı, bizim için:)
politikayla futbolu birbirine bezediginizde cok daha lezzetli ve derin yazilar cikiyor, yazan arkadasi tebrik ederim..
İnanılmaz keyifli bir yazı. Tebrik ederim. İzninizle bloguma linkini koydum. Böylesine başarılı çalışmaları paylaşmalıyız. Saygılarımla...
www.sporburada.net
Yorum Gönder