31 Ağustos 2010 Salı

BREAKING THE EMMY BAD



















Biliyorsunuz Emmyler dağıtıldı dün gece. Akademinin Mad Men manyaklığını saymazsak ben Lord of The Rings hadisesinin burada gerçekleşeceğini ve Lost'un son bölümü dolayısıyla elde ne varsa tarihin en dandik finallerinden biriyle biten diziye vereceklerini sanıyordum (zamanında yaptığımız drama dizisi oylamasında Lost'un birinci seçilmesi üzerine, "20 yıl sonra bu diziyi kaç kişi hatırlayacak göreceğiz" demiştim, o gün kazan kaldıranların yarısı dizinin o absürd bitişi üzerine isyan bayrağını çektiler tabii, gerçi o zottirik sonu değil 20 sene 40 sene sonra da hatırlarım)...Neyse ki böyle olmadı. Gecenin galibi bana sorarsanız Breaking Bad oldu. Oyuncu ödüllerinin ikisini de alarak damgayı vurdular. Bryan Cranston'ın üstüste üçüncü Emmy'si oldu bu. Zaten ölüm grubu gibi bir adaylıktı. Hugh Laurie, Michael C.Hall ve Cranston....Hugh Laurie'ye üzülüyor insan. Üzerine methiyeler düzülen, kadınların aşık olduğu, erkeklerin "kız olsaydım"la başlayan cümleler kurduğu bir adamın daha Emmysi yok. Michael C.Hall da Altın Küre'yle yetinecek şimdilik. Ancak ortalarda dolaşan "Hugh Laurie'ye ödül vermeyene ne diyeyim" babındaki yorumların da haksız olduğunu düşünüyorum, zira bu söylemlerin sahiplerinin çoğunun Breaking Bad ve Walter White karakterinden bihaber olduğundan eminim. 3 sezon boyunca sürekli evrimleşen karakteri mükemmele yakın Cranston'ın ödülü haketmemesi gibi bir durum söz konusu değildi. Sadece Laurie 7 sezonluk emeğinin karşılığını alabilirdi belki...

Öte yanda Fringe'in Walter Bishop'ı John Noble'ın aday yapılmayarak tam bir rezalet işe imza atılan En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde, yine Breaking Bad tayfasından Aaron Paul'un alması biraz tepkimizi hafifletti zira adaylar arasında sonuna kadar hakediyordu. E ödüllerin şerefine, bana göre Dexter'ın gelmiş geçmiş en iyi jeneriğinin yanına, gelmiş geçmiş en iyi bölüm girişlerini ekleyen Breaking Bad'in açılışlarından birinde çalan Los Cuates de Sinaloa'dan Negro y Azul şarkısını koyalım.

Kapatırken şunu ekleyeyim bir kez daha, bu Mad Men ne ayaktır.....

5 yorum:

SirEvo dedi ki...

Mad Men'i bilmem de, Breaking Bad'e hala başlamayanlar büyük ayıp ediyorlar.

jacques dedi ki...

Walter White gelmiş geçmiş en iyi dizi karakterlerinden birisidir ve ötesinde kendisini canlandıran Bryan Cranston en azından bu dizi için(malcolm in the middle var bir de) tüm yeteneğini geliştirerek, üstüne koyarak, daha önemlisi hissettirerek ortaya koyuyor.

Büyük bir çoğunluk Breaking Bad ismini duymamıştır bile. Ezberlerinde House varken hele.

SuMMaNuS dedi ki...

Breaking Bad, bütün ödülleri sonuna kadar hakediyor. Son zamanlarda izlediğim en sürükleyici ve senaryosu en iyi dizilerden. Lakin yazıya da eleştiri getiremeden edemeyeceğim. Lost hakkında atan tutan bir insan nasıl olur da Fringe gibi vasatın bile altında bir dizi ve oyuncuları hakkında olumlu konuşabilir? İşte bunu asla anlayamam.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Aaron Paul'un odulu aldigi Half Measures, ve de Bryan Cranston'in odulu aldigi Full Measures bolumleri; mubalaga etmiyorum, dizi tarihinin efsane bolumlerindendir.

Sirf Full Measures'in son 5 dakikasini izleyip o doyumsuz orgazma ulasmak icin Breaking Bad'e baslanmalidir.

Ha, Breaking Bad ve Dexter'in konulari biraz daha "hafif" olsa simdiye on kere dizi olarak da Emmy'yi almislardi.

Ama Mad Men de cok saglam dizi, onu da belirteyim. Gerci ABD'nin ya da o corporate dunyanin tozunu yutmus olmayana pek bir anlam ifade etmeyebilir.

SirEvo dedi ki...

Fringe gibi dizi olsun.
Flashforward, V gibi basit dizilerle kıyaslayınca (aslında kıyaslamak bile hakaret) iyi ki Fringe'le tanışmışım diyorum.