26 Mart 2011 Cumartesi

KERAMET MİLLİYETTE DEĞİL DİLDE


















Türk futbolunda yerli ve yabancı tartışması yıllardır futbolcu bazında devam ediyordu. Bunun son 10 yılda teknik direktör bazında da tartışılmaya başlandığını gördük. Aslında bu moda bizde ilginç şekilde gelişti. 1980'li yıllar futbolumuzda Yugoların giderek sayısının arttığı bir dönemdi. Hem teknik adam hem de futbolcu olarak 80'lerin ortasında giderek trend olan bu dönem yabancı hocalara olan talebi de doğal olarak artırdı. Özellikle kariyerlerinin herhangi bir kısmında, milli takımlarla veya kulüp takımları ile başarılar kazanmış teknik adamlar, yolculuklarının son döneminde Türkiye'ye geldiler.

Tomislav Ivic, Milos Milutinovic, Branko Stankovic, Dorde Milic gibi isimler ilk gruba, Jupp Derwall ve Gordon Milne gibi isimler ise ikinci gruba dahildi. Bu teknik adamların bazıları hatırı sayılır başarılar elde ettiler. Jupp Derwall ise başlı başına, bugünkü modern Türk futbolunun babası olarak biliniyor. Derwall'in yanında yetişen Mustafa Denizli ve Sep Piontek'in yanında yetişen Fatih Terim yerli hocalara olan bakışı değiştirdiler. Yanına Şenol Güneş'in de eklenmesi, ülke tarihinin milli takım ve kulüp bazındaki en büyük başarılarının yerli hocalarla kazanılması gerçeğini ortaya çıkardı. Son 5 yılda ise kulüp yöneticileri dünya futbolunun çok önemli teknik adamları Türkiye'ye getirdiler. Ancak neredeyse tümünün başarısız olması bizim yüksek kariyerli hocaları dahi öğütebileceğimizi gösterdi. Nihayetinde bugün Süper Lig'de şampiyonluk şansını sürdüren 3 takımın da hocası yerli. Hagi'nin istifasıyla da tüm ligde görev yapan yabancı hoca sayısı 2'ye düştü.

Peki bu bundan sonra, kulüplerin yapması gereken seçimler konusundaki bir gösterge midir? Genel anlamda cevap vermek gerekirse hayır. Başarının anahtarı bir takımın kendi ülkesinden bir teknik adamı takımı başına getirmesi değildir. Futbol takımları milliyet kavramı üzerinden işlemezler. Burada esas olan dil ve bu dilin kullanımıdır. Kurumlar ve kurumlar içindeki iletişim bugün insan ilişkilerinin en önemli meşguliyet alanlarından bir tanesi. Birçok kurumsal şirket iletişim konusunda personeline eğitimler veriyor, paneller düzenliyor ve kurum içindeki komünikasyonu en üst düzeye çıkarmak için hem şekil kurallarını üzenliyor hem de iletişim kanallarını disipline ediyor. Futbol takımları da kurum içindeki iletişim kanallarının ve bu kanalların nasıl kullanılacağının mutlak surette tanımlanması gereken kurumlardır.















Türkiye'ye yurt dışından gelen teknik adamları, Türkiye'deki büyük kurumları satın alan yabancı sermaye devlerinin temsilcilerine benzetirim. Ülkeye gelirler, satın aldıkları kurumun sektöründeki şartları öğrenmeye başlarlar, çoğunlukla ülkedeki (örneğin finans) sistemin nasıl işlediğini görüp hayrete düşerler. Yanlarına bir tercüman verilir ama genelde bir arada dolaşırlar, eşleri birbiriyle buluşur. Dili öğrenmeye başlamaları onu bizlere yaklaştıran en önemli hamledir. Batılı teknik adamların kaderi de farklı değildir aslında. Dışarıdan geldiklerinde kendilerinden ufak çaplı bir mucize yaratmaları beklenir ama (hatta bazılarından geldikleri ülkenin futbol karakterini külliyen takımına transfer etmesi beklenir) şöyle bir sorun vardır. O teknik adam o kültürü ve o ülkeyi tanımıyordur. Verdiği direktife kendi ülkesindeki oyuncunun verdiği surat ifadesi ile Türkiye'deki oyuncunun verdiği surat ifadesi farklıdır. Bu süreçte iletişimin sağlıklı kalması için bir tek şey yeterlidir. Tarafların aynı dili konuşması. Yabancı uyruklu hocalarda pek mümkün değildir ama bu engel, onların yanına oturtulmuş, her 2 dili de konuşabilen oyuncularla aşılabilir. Michael Skibbe-Ümit Davala, Jupp Derwall-Mustafa Denizli bu anlamda çok iyi 2 örnekti. İlki başarısız ikincisi başarılı sonuçlar getirdi ama her ikisinin de örnek bir oluşum yarattığını söylemek lazım şekil açısından. Fatih Terim'in kulüp teknik direktörlüğündeki son başarılı performansının yaşandığı Floransa'da yanında Müfit Erkasap olduğu kadar yardımcılığı görevinde Antonio Di Gennaro'nun yer aldığını unutmamak lazım. Ve yine Jose Mourinho'nun gittiği her takımda yanına o ülkenin dilini bilen bir ismi oturttuğunu biliyoruz.

Sonuç olarak teknik adamları başarılı yapan şey onların milliyeti değildir. O teknik adamın elindeki kadroyla olan iletişimi ve tabii ki kendi oyun zekasını oyuncularına, her türlü ayrıntısı ile aktarabilmesidir. Kayserispor'lu futbolcuların bu sezon "biz sabırlı oynamayı ve oyunun her anında panik yapmamayı hocamızdan öğrendik" şeklindeki sözleri bir Gürcü hoca için söylemesi ilginçtir. Zira Şota Arveladze Türkçeye, ülkeye gelen yabancı antrenörler içinde belki en hakim isimdir. Dolayısıyla, yabancı dil öğrenimi konusunda çok da mesafe kat edememiş oyuncuların bulunduğu bir ülkenin teknik kadrolarındaki sorun yabancı veya yerli hoca bulunması değil. Kim olursa olsun, futbolcuların doğrudan, kendi dillerinde iletişim kuracağı ya da ortak bir dilin oluşturulduğu ortamdır. İngiltere'deki birçok yabancı teknik adamın, kadroda bulunan onca yabancı oyuncuya rağmen İngilizceyi takımın resmi dili ilan etmesinin arkasında bir amaç olmalı....

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yahu yerellik mi kaldı ki takımlarda td'nin dilinin bi önemi olsun. bugün werder bremen'de kaç alman var ki ya da arsenal ve elbette fb,gs,bjk...dil birincil sıkıntı olamaz yabancı olayında..bu td'nin karakterinin o takımın kimyasıyla uyuşup uyuşmamasından ibaret..evet gündelik yaşamda sıkıntılar yaşayabilir ama futbol bazında dilin ve kültürün ağırlıklı olarak etmen sayılması bence zor..