5 Eylül 2011 Pazartesi

PORTO'YU OKUMAK



















Bize zaman zaman yazılarıyla katkı yapan Osman Bulugil, Porto ile ilgili bir bakış açısıyla karşımıza çıkmış bu sefer. Teşekkür edip yayınlıyoruz

--------------------------------------------

Portekiz Ligi’ni domine eden, küresel oyuncu hareketindeki konumundan dolayı artık neredeyse bu ligde tek başına bir tekel oluşturan (Benfica ve Sporting Lisbon katılmaya çalışsa da) ve kurduğu transfer köprüsü rolüyle endüstriyel futbolun en önemli halkalarından birisini oluşturan Porto, örneğin bu yıl Kleber’i A.Minero’dan 2,5 milyon Euro civarı bir bonservis karşılığında transfer etti ve önümüzdeki yıllarda Kelvin’in nasıl bir yol izleyebileceğinizi tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

Öncelikle Porto’nun analizi Portekiz Ligi’nden bağımsız değil. Porto’yla ilgili yapacağımız birçok analiz aslında Portekiz Ligi hakkında da bilgi veriyor, Portekiz Ligi’nde yabancı oyuncu oranı %57 iken, Porto’nun kadrosunda yabancı oyuncu oranı %80. Portekiz Ligi’nden İngiltere Ligi’ne transfer olmuş en pahalı 20 oyuncunun (Bu 20 oyuncunun içinde, Portekiz vatandaşı olup da, H. Cristóvão Angola, Nelson Yeşil burun adaları, Deco ve Pepe Brezilya kökenlidir.) 10’u Afrika ve Latin Amerika menşeli oyuncular. Yine Portekiz Ligi’nden La Liga’ya transfer olan en pahalı 20 oyuncunun 10’u Latin Amerika ve Afrika menşeli oyuncular.

Porto’nun son on yılda Latin Amerika’dan elli üzerinde oyuncu transfer etmiş ve La Liga, Fransa Ligi, Bundes Liga, Seri A ve Premier Lig’e de otuz üzerinde oyuncu satmış. 2011 itibariyle Porto’nun kadrosunda yirmi dört yabancı oyuncunun on yedisi Latin Amerikalı oyunculardan oluşuyor.

Portekiz Ligi, ülkenin Latin Amerika’yla, oyuncu göçünün yoğunluğuna baktığımızda, ekonomik faktörler olmakla beraber, kültürel ilişkiler, dille ilgili yakınlık, sömürge döneminden kalan bağlar belirleyici oluyor (Portekiz’le beraber yine, Latin Amerika ülkeleriyle sömürgecilik döneminden beri bağları bulunan İspanya’yı da unutmayalım).

Peki, Porto’yu nasıl okuyacağız? La Liga, Seri A ve Premier Lig öncesi oyuncuların bir anlamda basamağı olan Porto’yu, ileri kapitalistleşmiş ülke kulüplerine oyuncu satan, bu gelirlerle var olan, fakat onlardan ayrı, daha farklı bir transfer politikası olan bir kulüp olarak mı tanımlayacağız?

Öncelikle, futbol kulüplerini, örneğin sadece gelir kalemine göre zengin ve yoksul kulüpler diye ayrıma sokmak, aralarındaki ilişkileri görmemizi engelliyor. Böyle bir ayrıma gidildiğinde zengin kulüpler yüksek bonservis bedelleri vererek transfer yapan kulüpler olarak; yoksul kulüpler de oyuncu yetiştirip onlara satan kulüpler olarak algılanacaktır. Bu ayrıma göre Porto yoksul kulüpler kategorisinde kalacaktır ve onun Latin Amerika kulüpleriyle yeniden ürettiği ilişki gözden kaçmış olacak. Aynı zamanda böyle bir ayrım, yüksek bonservis bedelleriyle transfer yapan kulüplerle, onlara oyuncu satan kulüplerin birbirinden farklı olduklarını, yani aralarında dışsal bir ilişki olduğu anlamına gelecektir

Bu algıda Porto, sanki ileri kapitalistleşmiş ülke kulüplerinden bağımsızmış gibi algılanabiliyor. Kulübü, oyuncu yetiştirme ve transfer politikalarıyla ele aldığımızda tek bir şey çıkıyor ortaya: Latin Amerika’dan ileri kapitalistleşmiş ülke liglerine oyuncu hareketinde/sömürüsündeki en önemli köprü görevi. Bu süreçte de bu oyuncularla beraber Avrupa Kupalarında başarı elde edebiliyor.

Porto’dan devam edersek: (veya birkaç yıl öncenin Sevilla’sı da örnek verilebilir) bu yapıdaki kulüpleri, oyuncu yetiştiren ve zengin kulüplere satan birer model olarak alırsak, içsel ilişkiyi ve tam da bu ilişkilerin birbirini ürettiğini kaçırmış oluruz.

Sevilla ve Porto gibi kulüplerin varlığı, sattıkları oyuncuları alan kulüpleri üretirken; bütçesi daha yüksek kulüplerin varlığı da, Sevilla ve Porto gibi kulüpleri ve bu kulüplerin Latin Amerika kulüpleriyle kurduğu ilişkileri üretiyor. Sevilla’nın Dani Alves’i Barcelona’ya satması (Örneğin Sevilla Dani Alves’i Brezilya ikinci lig ekiplerinden Esporte Clube Vitória’dan 450 bin avro civarı bir bonservis bedeliyle transfer etmişti, 2008’de Barcelona’ya 36 milyon avroya satmıştı) bu ilişkiyi yeniden üretirken, aynı zamanda Sevilla, sattığı oyuncunun yerine yeni bir oyuncu (genellikle genç yıldız adayı) alıyor olması, Sevilla ile Barcelona arasındaki ilişkinin Sevilla ile başka kulüpler arasında yeniden üretilmesi anlamına geliyor.

Yani Porto, forveti Falcao’yu (5.5 milyon euroya River Plate’den almıştı 2009-2010’da) A. Madrid’e 40 milyon avroya 2011 ağustosta sattı. Burada, A. Madrid’le arasındaki ilişkinin yeni bir Falcao’yu alması için bir Latin Amerika kulübüyle bu ilişkinin yeniden üretilmesi anlamına geliyor. Falcao’yu sattığındaki rolünü bu sefer bir Latin Amerika takımı yeniden üretmiş oluyor. Burada durumu anlayabilmek için öncelikle, transferde (veya futbolla ilişkili her olguda) oyuncu alan veya satan kulüplerin içsel bir ilişki içinde olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Kulüpler arasındaki içsel ilişkinin varlığı birbirlerini yeniden ürettiğini bize gösteriyor.

by Osman Bulugil

3 yorum:

phose dedi ki...

Yazı güzel ama bence biraz fazla ağdalı bir dil olmuş mantık basit Porto aldığı oyuncuları Avrupa futboluna alıştırma noktasında güzel bir sistem kurmuş ki G.Amerika'lı oyuncular da dil kültür vb. açılardan alışmakta zorluk çekmiyorlar yanlız atlanan önemli bir nokta var ki Porto oyuncularına güzel roller biçiyor zira Falcao'yu dehşet bir paraya sattılar ama Falcao kontra atak topçusu değil bir ceza sahası golcüsü umarım Atl. Madrid bunu iyi kullanır Arda da başarılı bir takımın önemli parçası ve Falcao'nun yeni Hulk'u olur

la mano de dios dedi ki...

uluslararası ilişkilerde 'world system theory'vardır.burada 'merkez,yarı merkez ve çevre'ülkeler vardır.merkez,yarı merkez ve çevreyi sömürür.yarı merkez ise çevreyi sömürür,merkez tarafından sömürülür.çevrenin rolü ise sadece ham madde kaynağı olmaktır.bu durumu porto ya uyarlarsak porto çok iyi bir yarı merkez örneğidir.

Jari10 dedi ki...

Aslında kimsenin algılayamadığı ve ya başka bir deyişle dışarıdan bakan bir çok futbol izleyicisinin merak ettiği ve algılayamayıp olayı zengin ve fakir kulüp olarak indirgediği harika bir noktaya parmak basmışsınız. Bugün belkide bu kulüplerin felsefesi haline gelmiş olan transfer politikalarının nasıl olduğunu ve bu yapıyı oluşturan kulüplerin bu döngüdeki rolünü açık ve anlaşılır bir dille belirttiğiniz için ayrıca teşekkürler. Fırsat buldukça yazmanız dileğimle :)