19 Ocak 2011 tarihinde
BirGün gazetesi Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır.
-----------------------------------
Arda Turan, özel hayatı ve futbol yaşantısı ile ilgili ülke basınından
ve futbolseverlerden tepki gördüğü günlerde, ona sahip çıkmıştık bu
sayfalarda. O gün içine girdiği psikolojide kendi hataları olduğu kadar
etrafındaki atmosferin ve ona biçilmeye çalışılan Metin Oktay rolünün,
bu kadar genç bir adam için tehlikeli olduğundan bahsetmiştik. Arda,
Madrid uçağına bindi ve gitti. Blackburn uçağına binen Tugay Kerimoğlu
ve San Sebastian uçağına binen Nihat Kahveci gibi olmasını istedik
bundan sonra çizeceği profilin. Ama olmadı. Bu 2 adam, son yıllarda
Türkiye’den yurt dışına açılmış ve başarı açısından en tepede yer alan
oyuncular olmalarını, geride bıraktıklarıyla uğraşmamalarına ve yeni
işlerine konsantre olmalarına borçluydular. Gittikleri ülkeden geriye
doğru mesaj gönderen bir dolu adam ise ya birkaç hafta sonra kürkçü
dükkanına döndü ya da başarılı olamadılar. Futbolumuzun “kadrolu
kırgını” Hakan Şükür yıllar önce Torino’ya gittiğinde, antrenmanlar
sonrası, muhabirleri yanına alıyor “ben çok mutsuzum, çok kırgınım,
istemeden satıldım, Rizzitelli bana pas vermiyor” diye yakınıyordu. 6 ay
kalabildi İtalya’da. Sonraki macerasında yılın en kötü transferi
seçildi. Bereket o zamanlar ortada "Yılın Bidonu" ödülü yoktu yoksa
yarışta açık ara önde gideceği aşikârdı. Kariyeri boyunca kendisini en
kibar tabirle bulunduğu yere getiren Galatasaray’a olan kırgınlıklarını,
yöneticilerin basiretsizliklerini anlatmakla geçirdi. Bugün en büyük
“hobisi” de yine bu.
Üzülerek gördüğümüz, Arda’nın yazının girişindeki 2 kişinin değil,
devamında anlattığımız ismin peşinden gitmesi. Ama onun bu etkiye
gireceği daha Şükür’ün TRT’de yorumculuğa başladığı ilk programda belli
olmuştu. “Birçok yabancı oyuncu yüksek paralara oynarken, kendi öz
evlatlarınıza kontrat teklif edilmiyor, Arda’yı ben araya girerek yeni
kontrata imza attırdım” dediğinden beri gözümüze çarpıyor. Geçtiğimiz
hafta sonu, Galatasaray’ın eski kaptanı televizyon programlarına
bağlandı ve yine eski kulübünden duyduğu rahatsızlıkları dile getirdi.
Madrid’de çok mutlu ve kafasının rahat olduğunu söylüyordu ama açıkça
değildi işte. Halen Türk televizyonlarını izliyor, halen konuşulan
konularda yorum yapma ihtiyacı duyuyordu. Telefonu aldı eline, o meşhur
top toplayıcı olduğu yıllarda çekilmiş resminde dahi üzerinde olan
eşofmanın renklerinden “bu kulüp” diye bahsetti. Galatasaray adını
ağzına bile alamıyordu ya da almıyordu. Kulübün eski oyuncularına karşı
sürdürdüğü vefasızlığından ve şu meşhur eğilip bükülebilen “
duruş”
kavramından söz etti. Ona göre bir kulübün büyüklüğü başarılarından
değil, duruşundan belli oluyordu ve Galatasaray’da böyle bir duruş
yoktu. “Neden ülke dışına gittikten aylar yıllar sonra futbolu bırakan
Tugay Kerimoğlu’nu Ali Sami Yen’e davet edip onore ettiler ve hiçbir
taraftarın ona karşı olumsuz bir duygusu yok da bana var?” diye sormadı
mesela.
Zamanın birinde yazdıklarımızı hatırlatalım. Arda, ne Metin Oktay gibi
sembol olabilecek bir adamdı ne de Messi ile yetenekte
karşılaştırılabilecek bir futbolcu. Ona bu unvanları haksızca, zorla
yedirmeye çalıştık, kaldıramadı, kaldıramadığını fark ettiğinde aslında
şansı da yaver gitti, kalkıp gitme fırsatı ayağına geldi. Bu fırsatı
kullandığında ona hiç kızmadım ama 2 senede yıpratılmış hayatını
düzeltme ve kaostan uzak durma şansı varken, bunun yerine o kaosun
içinde yoğrulmaya devam etmek istemesi. İşte burada kendi muhasebesini
yapması lazım. Umarım Galatasaray’ın yeni yükselen yetenekleri Emre
Çolak ve Semih Kaya gibi isimler sırf yıllar önce sırtında eşofman ile
top toplarken bugün Vicente Calderon’da top koşturuyor diye onu örnek
almazlar. Zira örnek alacakları adamın örnek aldığı adamın ömrü
Galatasaray’a kırgın olmakla geçmişti.
Lefter gibisi gelmez artık
Ona yazının sonunu ayırmamız yazacak şeyimiz olmadığından değil ne
yazsak boş olacağından. O zamanın adamları da, adamlığı da, futbolculuğu
da, basını da, terbiyesi de, taraftarlığı da başkaydı. Başka bir adamdı
Lefter, biz modern çocukların bilmeye haddinin olmadığı. İnsan
hayatında hiç izlemediği bir futbolcunun en büyük olduğuna inanır mı?
İnanıyor işte. Bugünün futbolcuları yıllar sonra yaşama veda
ettiklerinde onun gibi hatırlanacaklar mı? Asla. Dedim ya bugün artık
her şey başka. Ne sahadakiler iyi hatırlanmayı, ne de dışarıdakiler iyi
hatırlamayı istiyor. O iyi adamlardan birisi daha gitti. Fenerbahçe
sevgisinin “ordinaryüsü” idi Lefter. 86 yaşında, bir Brezilyalı genci
bağrına basabiliyordu hiçbir art niyet olmadan, saf kulüp sevgisiyle.
Bugünün yalan “kral” ve “büyük kaptanlarına” önce örnek sonra kapak
olsun.
3 yorum:
Tugay Glasgow Rangers'a gitmişti.
Yazı muhteşem. Tebrikler.
@MaX CadY
doğrudur, ben aslında geçirdiği uzun zamana atıf yapmak istedim ama evet yazıda sanki Galatasaray'dan transferi Blackburn'a oldu gibi olmuş. Uyarı için teşekkürler
Yorum Gönder