20 Ocak 2012 Cuma

ARDA TURAN VE "BU KULÜP"

 

19 Ocak 2011 tarihinde BirGün gazetesi Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır.

-----------------------------------

Arda Turan, özel hayatı ve futbol yaşantısı ile ilgili ülke basınından ve futbolseverlerden tepki gördüğü günlerde, ona sahip çıkmıştık bu sayfalarda. O gün içine girdiği psikolojide kendi hataları olduğu kadar etrafındaki atmosferin ve ona biçilmeye çalışılan Metin Oktay rolünün, bu kadar genç bir adam için tehlikeli olduğundan bahsetmiştik. Arda, Madrid uçağına bindi ve gitti. Blackburn uçağına binen Tugay Kerimoğlu ve San Sebastian uçağına binen Nihat Kahveci gibi olmasını istedik bundan sonra çizeceği profilin. Ama olmadı. Bu 2 adam, son yıllarda Türkiye’den yurt dışına açılmış ve başarı açısından en tepede yer alan oyuncular olmalarını, geride bıraktıklarıyla uğraşmamalarına ve yeni işlerine konsantre olmalarına borçluydular. Gittikleri ülkeden geriye doğru mesaj gönderen bir dolu adam ise ya birkaç hafta sonra kürkçü dükkanına döndü ya da başarılı olamadılar. Futbolumuzun “kadrolu kırgını” Hakan Şükür yıllar önce Torino’ya gittiğinde, antrenmanlar sonrası, muhabirleri yanına alıyor “ben çok mutsuzum, çok kırgınım, istemeden satıldım, Rizzitelli bana pas vermiyor” diye yakınıyordu. 6 ay kalabildi İtalya’da. Sonraki macerasında yılın en kötü transferi seçildi. Bereket o zamanlar ortada "Yılın Bidonu" ödülü yoktu yoksa yarışta açık ara önde gideceği aşikârdı. Kariyeri boyunca kendisini en kibar tabirle bulunduğu yere getiren Galatasaray’a olan kırgınlıklarını, yöneticilerin basiretsizliklerini anlatmakla geçirdi. Bugün en büyük “hobisi” de yine bu.

Üzülerek gördüğümüz, Arda’nın yazının girişindeki 2 kişinin değil, devamında anlattığımız ismin peşinden gitmesi. Ama onun bu etkiye gireceği daha Şükür’ün TRT’de yorumculuğa başladığı ilk programda belli olmuştu. “Birçok yabancı oyuncu yüksek paralara oynarken, kendi öz evlatlarınıza kontrat teklif edilmiyor, Arda’yı ben araya girerek yeni kontrata imza attırdım” dediğinden beri gözümüze çarpıyor. Geçtiğimiz hafta sonu, Galatasaray’ın eski kaptanı televizyon programlarına bağlandı ve yine eski kulübünden duyduğu rahatsızlıkları dile getirdi. Madrid’de çok mutlu ve kafasının rahat olduğunu söylüyordu ama açıkça değildi işte. Halen Türk televizyonlarını izliyor, halen konuşulan konularda yorum yapma ihtiyacı duyuyordu. Telefonu aldı eline, o meşhur top toplayıcı olduğu yıllarda çekilmiş resminde dahi üzerinde olan eşofmanın renklerinden “bu kulüp” diye bahsetti. Galatasaray adını ağzına bile alamıyordu ya da almıyordu. Kulübün eski oyuncularına karşı sürdürdüğü vefasızlığından ve şu meşhur eğilip bükülebilen “duruş” kavramından söz etti. Ona göre bir kulübün büyüklüğü başarılarından değil, duruşundan belli oluyordu ve Galatasaray’da böyle bir duruş yoktu. “Neden ülke dışına gittikten aylar yıllar sonra futbolu bırakan Tugay Kerimoğlu’nu Ali Sami Yen’e davet edip onore ettiler ve hiçbir taraftarın ona karşı olumsuz bir duygusu yok da bana var?” diye sormadı mesela.

Zamanın birinde yazdıklarımızı hatırlatalım. Arda, ne Metin Oktay gibi sembol olabilecek bir adamdı ne de Messi ile yetenekte karşılaştırılabilecek bir futbolcu. Ona bu unvanları haksızca, zorla yedirmeye çalıştık, kaldıramadı, kaldıramadığını fark ettiğinde aslında şansı da yaver gitti, kalkıp gitme fırsatı ayağına geldi. Bu fırsatı kullandığında ona hiç kızmadım ama 2 senede yıpratılmış hayatını düzeltme ve kaostan uzak durma şansı varken, bunun yerine o kaosun içinde yoğrulmaya devam etmek istemesi. İşte burada kendi muhasebesini yapması lazım. Umarım Galatasaray’ın yeni yükselen yetenekleri Emre Çolak ve Semih Kaya gibi isimler sırf yıllar önce sırtında eşofman ile top toplarken bugün Vicente Calderon’da top koşturuyor diye onu örnek almazlar. Zira örnek alacakları adamın örnek aldığı adamın ömrü Galatasaray’a kırgın olmakla geçmişti.



 
















Lefter gibisi gelmez artık

Ona yazının sonunu ayırmamız yazacak şeyimiz olmadığından değil ne yazsak boş olacağından. O zamanın adamları da, adamlığı da, futbolculuğu da, basını da, terbiyesi de, taraftarlığı da başkaydı. Başka bir adamdı Lefter, biz modern çocukların bilmeye haddinin olmadığı. İnsan hayatında hiç izlemediği bir futbolcunun en büyük olduğuna inanır mı? İnanıyor işte. Bugünün futbolcuları yıllar sonra yaşama veda ettiklerinde onun gibi hatırlanacaklar mı? Asla. Dedim ya bugün artık her şey başka. Ne sahadakiler iyi hatırlanmayı, ne de dışarıdakiler iyi hatırlamayı istiyor. O iyi adamlardan birisi daha gitti. Fenerbahçe sevgisinin “ordinaryüsü” idi Lefter. 86 yaşında, bir Brezilyalı genci bağrına basabiliyordu hiçbir art niyet olmadan, saf kulüp sevgisiyle. Bugünün yalan “kral” ve “büyük kaptanlarına” önce örnek sonra kapak olsun. 

3 yorum:

MaX CadY dedi ki...

Tugay Glasgow Rangers'a gitmişti.

MaX CadY dedi ki...

Yazı muhteşem. Tebrikler.

Flying Dutchman dedi ki...

@MaX CadY

doğrudur, ben aslında geçirdiği uzun zamana atıf yapmak istedim ama evet yazıda sanki Galatasaray'dan transferi Blackburn'a oldu gibi olmuş. Uyarı için teşekkürler