2 Temmuz 2012 Pazartesi

ORDA BİR SİVAS VARDI UZAKTA


















12 yaşındaydı Koray Kaya diri diri yandığında. Bugün 31 yaşında olacaktı. Benim yaşımda. Bir okula gidecekti, bir kızı sevecekti, belki çocuğu olacaktı, arkadaşları olacaktı. Sadece aldığı nefesi ondan çalmadılar, bu hayatın tümünü çaldılar. Bir grup aşağılık herif onun apaydınlık olabilecek hayatını kapkaranlığa mahkum etti. Aynen kendi hayatları gibi. Tek farkı o ebediyen aramızda olmayacaktı, bu parazitler ise halen aramızda. Otel alevler içerisinde kavrulurken yardım isteyenlere "yanın orospular" diye bağıran adamlar. O gün vali kalabalığı dağıtmak istediğinde "Bir defa şunların ruhuna önce bir Fatiha okuyalım" diyen dönemin Refah Partisi Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu halen aramızda. "Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak" şeklinde slogan atanlar da. Hepsi yıllardır aynı hikayeyi anlatıyor. "Hırsızın hiç mi suçu yok?" Hırsız dedikleri Aziz Nesin. O gün o oteli yakanların içerisinde toplasanız 5 tane adam çıkmazdı Aziz nesin'in konuşmasını dinlemiş olan. Bazıları muhtemelen onun kim olduğunu bile bilmiyordu. Aynen otelde alevlerin arasında can veren Hollandalı gazeteci Carina Cuanna Thuijs'ı tanımadıkları gibi. Belki azıcık oturup kitaplarını okusalar suratlarında bir tebessüm belirecek, insanlıktan nasiplerini aldıkları ender anları yaşayacaklardı. Ama onlar aşağıya aldığım, Pir Sultan Abdal Derneği'nin kente gelişinden günler önce şehirde dağıtılan bildirinin etkisindeydi çoktan.



Kafirler şunu iyi bilmeli ki:


İslam’ın Peygamberini ve Kitabın izzetini korumak için bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür. Gün; Allah’ın vahyi Kuran-ı Kerim’e Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resulü Hz. Muhammed’e Onun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür. 


İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kafirler de tabut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır(Nisa, 76).



Ne Aziz Nesin'in o günkü konuşmalarında ne de muhafazakar kesme yakınlığı ile bilinen İhlas Haber Ajansı ile yaptığı röportajda "tahrik olacak" hiçbir söz çıkmamıştır ağzından Nesin'in. Röportajın ana hatları şöyledir.


Muhabir : Şenlik kapsamında Kütür Merkezi’nde bir konuşma yaptınız, “Ben dinsizim” şeklinde ifadelere yer verdiniz. Tabi bazı insanlarımız, bilhassa Müslüman camia bundan rahatsızlık duyuyor. 

Nesin : Niye ben mecbur muyum Müslüman olmaya? Böyle bir şey var mı, niye rahatsız oluyorlar? Ben Müslümanlardan rahatsız olmuyorum. Onlar niye benden rahatsız oluyorlar?

Muhabir : Şuna bağlıyorlar; Salman Rüşdi’nin kitaplarından siz tercüme ediyorsunuz, yazıyorsunuz, Aydınlık gazetesinde çıkıyor. Peygamber Efendimizin...

Nesin : Aydınlık gazetesinde çıkan Salman Rüşdi bana ait değildir. Ben Müslümanlardan hiçbir zaman rahatsız değilim. Müslümanlar da alışsınlar, benden rahatsız olmasınlar. Ben Müslüman olmaya mecbur değilim. Ama Müslümanlara ve dinlere saygım var. Çünkü ben çok Müslüman bir aileden geliyorum. Ama ben İslam ve İslami hareketten yana değilim. Bu benim sorunum. Medeni insanlar, kendisine yapılan haksızlığa karşı yanıt verirler. Öyle saldırarak, öldürerek, hırlayarak değil.

Muhabir : Bakın bu Sivas’ta dağıtılan bir belge, sizinle ilgili yazılar var burada, tahrik olduklarını söylüyorlar.

Nesin : Olsunlar, ne yapalım. Medeni insanlar, tepkilerini yazı ile konuşarak, bildirerek anlatırlar. Böyle hart diye saldırmazlar. Adam öldürmeye kalkmazlar. Bakın bunlar herhalde Müslüman gazeteler. Kesin yalan söylüyorlar. Bunlar nasıl Müslüman? Bunlar Salman Rüşdi’nin yaptığından daha alçaklık yapıyorlar. Ben hiçbir peygamberin ailesine, hatta bugün yaşayan insanların ailesine saldırmaktan yana değilim. Böyle bir şey olmaz. Saldırıldı diye düşünceyi yasaklamaktan ve o adamı öldürmekten yana da değilim.

Muhabir : Ama efendim Salman Rüşdi’nin yazdığı kitapta Peygamber efendimizin zevcelerine dil uzatma var. Bu nasıl tartışma zemini olabilir ki? Ayet var bu konuda.  

Nesin : Tabii ayet var. İki taraf da ayetlerini, kanıtlarını ortaya koyarlar...Ben hiçbir peygamberin ailesine, hatta bugün yaşayan insanların ailesine saldırmaktan yana değilim. Böyle bir şey olmaz. Saldırıldı diye düşünceyi yasaklamaktan ve o adamı öldürmekten yana da değilim.

Muhabir : Siz hiç Kuran’ı Kerim’in tefsirlerini okudunuz mu?


Nesin : Tefsirleri okudum. Kuran’ı çok okudum. Bundan sonra kendime göre bir yol seçtim. Hiçbir söz yoktur ki, kimin sözü olursa olsun bin yıl geçerliliğini korusun.

Muhabir : Ama bu Allahu Teala’nın sözü. 

Nesin : Sizin Allahu Teala’nız benim için yok. Onun için diyorum ki hiçbir söz, nerden gelirse gelsin değerini sonsuz dek sürdüremez.

















İşte aslen bu insanlık suçuna "ama hırsızın tahrikinin hiç mi rolü yok?" diye yaklaşanların kaynak aldığı sözler bunlardır. Aziz Nesin ne bir dine, ne bir peygambere hakaret etmiş, birkaç kez saygısından bahsetmiş ve son olarak Tanrı inancı olmadığını belirtmiştir. Ancak buna rağmen yaşananların ve oluşan nefretin mahiyetini anlamak mümkün değildir. Madımak olayları sonrası, aşırı sağcı basının yayın organlarından Taraf gazetesi, aşağıdaki satırlara yer vermiştir.


Sivas Katliamı ve Şanlı Sivas Kıyamı yaygınlaşarak devam edecektir. Sivas’lı kardeşlerimize destek olmak, onların yaktığı meşaleyi yurdun her tarafına taşımak boynumuzun borcudur. Sivas’ta insanlarımız, yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma hakkı, ancak Müslümanlarındır, bunun lam’ı cim’i yok. Yasadışı T.C.’nin hiçbir hakkı yoktur. Dinsiz Cumhuriyet’i yakma yolunda en önde giden Sivas’ın yiğit Müslümanları’na teşekkürü borç biliriz. İki, üç....daha fazla 2 Temmuz, daha fazla Sivas. Cumhuriyet Devrimi’nin hesabı sorulacak  


Olay gününden önce dağıtılan bildiriler sayesinde halkın yukarıda da belirttiğimiz son derece kolay yönlendirilebilen dini duyguları tam da gerçek anlamıyla istismar edilmiş ve adeta bir kışla görünümüne bürünen camide kılınan Cuma Namazı sonrası halk Madımak Oteli önüne kadar getirilmiştir. Burada son bölümde açıkladığımız kitle kültürünün pratikteki an açık yansımalarından birini görmekteyiz. Dikkat edildiği üzere dağıtılan bildirilerde Laiklik ve Cumhuriyet hedef alınmıştır (laik ve iki yüzlü T.C. Devleti). Kendi başlarına, şahsi olarak bu değerlere karşı herhangi bir eylemde bulunmaya cesaret edemeyecek olan bireyler, ancak bir topluluk içerisinde kabul gördükleri Müslüman Kimliğini de boyunlarına astıktan sonra böyle bir harekete cesaret edebilmişlerdir. Tabii ki, bu kitleyi yönlendirecek, istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlayacak güçler o gün kalabalığın içerisinde çoktan organize olmuş halde bulunmaktaydı. Aynı zihniyet bildirilerin dağıtımında, katliam sonrası olayların yorumlanmasında şanlı Sivas kıyamı diyecek kadar ileri gidebilecek olan basında da karşımıza çıkmaktadır. Evet, belki, Vali Karabilgin’in söylediği gibi olaylar Sivas Halkı’nın tümünün organize bir hareketi sonucunda ortaya çıkmamıştır, ama kanaatimizce organize olmuş bir güç merkezinin kendilerini yönlendirmelerine izin verdikleri için onlarla aynı ölçüde sorumlu olmaları gerekir.  İşin acı tarafı bahsettiğimiz bu organize gücün bu gücünü hükümet etme erkini elinde bulunduran kurumlardan almasıdır. Burada sadece, Belediye Başkanı veya diğer yerel sorumlulardan değil, yaptıkları açıklamalarla adeta katliamı meşrulaştırmaya çalışan devletin en üst kademesindeki yöneticilerden de söz ediyoruz.

Olayların gerçekleşmesi sırasında Emniyet Kuvvetleri’nin bazı elemanlarının, itfaiye erlerinin ve belediye meclisi üyelerinin tavırları, otelin içinden yardım isteyen kişilere karşı halkın tavrının üzerine sorulması gereken bir başka soru vardır? Bir birlik halinde tek vücut olduğu iddia edilen Türk Halkının bireylerini  birbirine bu kadar düşman eden kuvvet nedir? Ya da bu kuvvetin etki alanı ne kadardır? İşte bu sorudan hareket edilirse, ne Demirel’in ne de Çiller’in görmezden geldiği, belki de gelmek istediği tehlikenin kapsamı hakkında bir fikir elde edilebilir. Demirel olaylar sonrası, maktullerin ve çeşitli kesimlerin olayların aydınlatılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılması şeklindeki tepkilerine “halkımı karşı karşıya getirmeyin” şeklinde bir demeçle cevap verirken, acaba halkın Sivas’ta çoktan karşı karşıya getirildiğinin farkında değil midir?

Açık olan bir gerçek vardır. Türkiye’de din olgusunun her zaman ve nedense aynı siyasi gruplar tarafından bir iktidar aracı olarak kullanılması  yıllardır değişmemekte, hatta artarak devam etmektedir. Bu politika görünürde demokrasiye ulaşmanın bir aracı olarak lanse edilmektedir. Ancak, problem bu olguyu kullanışın, gerçekten demokrasiye ulaşmakta bir araç olarak mı kullanıldığı (ki bu yöndeki bir kullanış bile dini siyasetin alanına sokmaktadır ve bu en baştan bir sakıncayı oluşturmaktadır), yoksa sözünü ettiğimiz, görmezden gelinen rejim ve laik sistemin tasfiyesi için mi kullanıldığıdır. Kanımızca, Sivas Katliamı bu iki seçenekten ikincisine biraz daha yakın duran bir hadisedir ve 33 insanın Ortaçağ’daki cadı avlarını hatırlatan görüntülerle yakılması hafızalardan silinmeyecek bir kara leke olarak T.C. Hükümetinin ve Toplumunun üzerinde kalacaktır.

Yukarıdaki yazının önemli bir bölümü şahsım tarafından üniversitede hazırlanan ödevden alınmıştır. Ödevin tamamı için buradan buyurun.


1 yorum:

varol döken dedi ki...

o gün orada olan, sadece eyleme geçen veya en ön safta yer alan değil, bu alçaklığa seyirci kalan, alkış tutan, izleyen, göz atan vb. herkes ama herkesin gözümde çöp kibriti kadar değeri yoktur. işin en acısı ama bu onbinlerce çöp kibritinin orada yananlardan bir tanesinin ayak tırnağının içindeki kir olamayacağıdır.