3 Kasım 2012 Cumartesi

ASSASSIN'S CREED III

























Oyunu oynamadık henüz, dolayısıyla bu bir inceleme yazısı değil. Ancak Hollanda'da 31 Ekim'deki piyasaya sürülüşün öncesinde gazeteler, bilboard alanları, otobuslerin arkası bu oyunun promosyon calışmaları ve posterler ile doluydu. 30'lu yaşların basinda ve Max Payne serisi ile bilgisayar oyunlarına dalmış bir adam olarak o serinin birinci oyunu benim için çok ayrı bir yer tutar. Özellikle oyunun tema müziği girdiğinde yaratılan kasvet son anlara kadar sürer. GTA, Mafia, L.A. Noire gibi hikaye oyunlarından da zevk aldık zaman geçtikçe ama Max Payne başka bir şeydi. Zaten Rockstar Games de bir efsaneyi alıp sıradan bir Rockstar oyununa donüştürdü, Ubisoft ise başka yolun yolcusu. Onlar tarihi deşmeyi daha cok seviyorlar. Prince of Persia ile başladıkları işi bir adım öteye götürdüler ve DNA reenkarnasyonu, insanlık tarihi, suikastçı miti üzerinden enfes bir fikirle geldiler. Assassin's Creed tam bir başlangıç oyunuydu. DNA aracılığı ile geçmişteki anılara ulaşma amacındaki Abstergo'nun asıl gayesini anlayamadan koşuşturduk Masyaf'ta, Kudüs'te, Şam'da. Oyun bir süre sonra hafiften tekdüzeleşiyordu ama adeta bir nabız yoklama olduğu belliydi. Ayrıca türe getirdiği yeni açılım da çok netti. 2 yıl sonra Ubisoft öyle bir oyunla geldi ki 'oyun' demeye dilim varmıyor. Bir sanat eseri ile çıkıp geldiler. Daha doğar doğmaz uzuvlarını hareket ettirerek tanıdığımız Ezio Auditore de Firenze'yi ilk aşkından bir aile trajedisine soktuk ve tam 3 oyun boyunca devam edecek bir yola girdik. Assassin's Creed II bana gore bu serinin en iyi oyunu olmakla kalmıyor 2000'lerin de belki en iyi oyunu olarak değerlendirilebilir. Mükemmel şehir tasarımları, tarihi kişiliklere yapilan atıflar, Macchiavelli, Da Vinci, Borgia ailesi, Toscana, Venedik, Siena gibi şehirler ve elbette arka planda tıkır tıkır işleyen bir hikaye. Ve elbette surata hayranlıkla beraber bir gülümseme yerleştiren açılış sekansı. Hiçbir oyunu 2 kez oynamamışımdır, benim için bitirilen oyunun rafa kaldırılma zamanıdır ama AC II buna beni en çok yaklaştıran oyun olmuştur. Jesper Kyd'in yarattığı oyunun müzikleri dahi aşmıştır ve Ezio's Family melodisi belki de tüm oyun tarihinin en iyi soundtrack parçalarından birisidir.

Brotherhood harika bir devam oyunuydu. AC II diye bir oyun olmasa yukarıda söylediklerimizi Brotherhood için söyleyecektik muhtemelen. 1 numara olmamasının sebebi selefinin performansıydı ama harika kelimesini kullanmaktan geri kalmamak lazım onun için de. Roma bir oyunda bu kadar güzel anlatılabilirdi. Brotherhood'un sonunda Desmond'ın başına gelenler ve Revelations'ın başladığı an bana göre hafiften bir hayal kırıklığıdır. Desmond'ın fiziksel görünümünün değişimi, Animus'un dışıyla nerede ise hiç bağlantı kuramamış olmamız ve Lucy hikayesinin havada kalması bundaki en önemli etkenler. Evet sonra gelen İstanbul gururumuzu okşasa da örneğin bu oyunu Türk olmayan ya da İstanbul'da yaşamayan bir oyuncunun oynarken cok da zevk alamayacağını itiraf etmek lazım. Revelations'ın bana gore en önemli artısı Masyaf'a dönüp Altair'in kaderini öğrendiğimiz anlardı. AC serisine arka plandaki yavaş ilerleyen hikaye üzerinden bakmak lazım. Kapadokya'ya gemiyle gidilmesi gibi kusurlar oyunun genel hikayesi içinde unutulabilir.

AC III artik piyasada. Ezio'ya elveda dedik ve artık yol arkadaşmız Connor. Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın kaderini değiştireceğiz bu sefer. Oyundan ilk gelen izlenimler Ezio'nun yarattığı kontrol kavramını çeşitlendirmek için bazi yenilikler getirildiği, kontratak özelliğinin ağırlığının azaltıldğı, ağaçlara tırmanılabildiği, sonunda kullanıcıların sesinin dinlenip oyuna at dışında da hayvanların eklendiği ve oyunun oldukça uzun olduğu. Muhtemelen bu serinin daha çok oyununu göreceğiz. DNA ve Animus gibi 2 kavram kabul ettirildiği için Aztek-İnka uygarlığı, Japon hanedanı, Vikingler (ki hayalim budur) gibi temalara el atılabilir. Yılların eskitemediği bir masaüstü bilgisayar oyuncusu olarak bir de inceleme yazısı sözü verip kapatırken kıssadan hisse veriyorum.

Full Synchronization olmadan bölum geçenler bizden değildir. 

3 yorum:

Burak Eken dedi ki...

Revelations, Desmond'ın hikâyesi yönünden herkes için hayal kırıklığı oldu. Ama The Lost Archive adındaki indirilebilir içerikle en azından Lucy olayının sebebini ve 16. Denek'in sırlarını öğrenebildik. AC III'ü en çok bekleme sebebim de, bu hikâyenin biteceği oyun olması. Ve Desmond bu oyunda öncekilere göre çok daha fazla yer kaplıyor. Bir PC oyuncusu olduğum için henüz oynayamıyor olsam da, AC III'ün, serinin en güzel oyunu olmaya niyetli olduğunu düşünüyorum (AC II konusunda sana kesinlikle katılıyorum). Ama AC II'den önemli bir eksiği var ki; -yazıda da bahsettiğin- Jepser Kyd bu oyunda yok. Onun yerine Lorne Balfe yapıyor müzikleri. Oyun beklentilerimi karşılayabilecek mi, göreceğiz. Şu an için ortadaki tek gerçek, şu oyunu PC'ye konsollardan 3 hafta geç çıkardığı için Ubisoft'a ettiğim küfürler.

Devil dedi ki...

bu serinin tüm oyunlarını oynamış biri olarak ben de size katılıyorum. ac 2 çok güzel, ac brotherhood muhteşem bunlardan sonra relevations ben patlama bekliyordum ama maalesef hayal kırıklığı oldu :(
şimdi de en son seriyi sabırsızlıkla bekliyoruz. üşüyoruz ezio reyiss

CaRtMaNtR dedi ki...

benim gibi sabırsız davranıp youtubedan oynanış videosu seyredenler varsa oyunun başlarında çok salam bir twist ile karşılaşacaklar. açıkçası ben o noktadan sonra hikayenin nasıl bağlanacağını merak etmekteyim.

revealations mevzusunda ise ubisoft ne yazık ki istanbul için dersini italyan şehirlerindeki kadar iyi çalışmamış. oyundaki bence en ciddi eksiklik buydu.