14 Haziran 2013 Cuma

KENDİ HALKINI YABANCILAŞTIRAN BİR LİDER






















13 Haziran 2013 tarihinde BirGün gazetesi Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır.

-----------------------

Margaret Thatcher, 1985’teki Heysel Faciası’ndan sonra UEFA gözlemcisi Gunter Schneider’ın da “tabii ki İngiliz taraftarlar olayın sorumlusu, buna hiç şüphe yok” demecinden aldığı destekle İngilizlerin “firm” adını verdikleri taraftar gruplarına tribünleri dar etmişti. Thatcher, uluslararası basının günah keçisi ilan ettiği adalı futbol sevdalılarını baltalamak için bu kozu sonuna kadar kullandı ve birilerini topun ağzına koymaktan hiç çekinmedi. Bizim ülke basını onun kendi futbolunun Avrupa kupalarından 5 sene men edilmesine destek verdiğine yaptıklarını içerideki 3 Temmuz sürecine bir örnek olarak gösterdi ama durum farklıydı. Thatcher bunu futboldaki yozlaşmayı ya da herhangi bir şike davasını gerekçe göstererek yapmamıştı, onun derdi siyasi görüşlerine uymayan “çapulcuların” tribünlerden temizlenmesi üzerineydi.

5 sene sonra Hillsborough Faciası gerçekleştiğinde Liverpool taraftarlarını hedef göstermekten geri kalmadı. Bu devlet eliyle yürütülen politika o kadar ileri gitmişti ki Hillsborough sonrası alınan polis ifadelerinin % 80’i değiştirilmiş, deliller saklanmış, polisin ağır ihmali ve hatta doğrudan parmağının olduğu olaylar, bir holigan eseri olarak gösterilmişti. 23 yıl sonra, geçtiğimiz eylül ayında İngiltere başbakanı David Cameron hayatını kaybeden 96 insanın ailesinden özür diledi. Zan altında kalan onca taraftar, devletlerinin başkanınca aklanmıştı. Ama çektiklerini hiç unutmadılar ve 23 yıl önce onları infaz sehpasına çıkaran Thatcher, Cameron’ın özründen 7 ay sonra öldüğünde Kop tribününde “sen yalan söylerken umurunda değildik, sen öldüğünde de bizim umurumuzda değil” pankartını açtılar. Rusların taktığı Demir Leydi lakabında onun taviz vermeyen politikaları kadar, işçi sınıfına, sol eğilimlere ve sosyal devrimlere duyduğu nefret de rol oynamıştı.

Thatcher muhafazakar bir liberaldi. İngiliz işçi sınıfı onun zamanındaki zülmun bir benzerini tarihi boyunca çok az yaşadı. Emri altındaki polis şefleri sorumluluk kabul etmemek için yalan söylemekten hiç çekinmiyordu (Hillsborough olayları sırasındaki görevli polis şefi David Duckenfield polislerin olayların baş sorumlusu olduğu yönündeki iddialar için “utanmaz bir yalan” demişti, halbuki yıllar bu iddiaları gerçeğe dönüştürdü), halkın büyük çoğunluğuna ulaşan haberleri manipüle etmekten çekinmiyordu. Foyası yıllar sonra ortaya çıktı ama istediğini çoktan yapmış, İngiliz tribünleri maç sırasında ayağa kalkıp bağırmanın bile güvenlik güçlerince tehdit olarak algılandığı bir yere dönüşmüştü.

Thatcher’ın “tribün mühendisliği” bugün Türkiye’de tersine işliyor. Ne ilginçtir ki onunla paralel anlayıştan gelen (Thatcher avantaj elde etmek için siyasi dağılımın ortasındaki fırsatçıları kendi safına çekmekten büyük zevk alırdı, 1970’lerin sonunda soldaki çatışmadan yararlanarak oyların yüzde 43’ünü alarak parlamentoda yüzde 53’lük bir çoğunluk elde etti, anlayacağınız evde tuttuğu yüzde 50’lik bir kesim vardı), bir yönetici sınıfımız var ve muhafazakar liberalizme kafa tutan futbol sevdalıları yine ayakta, yine isyanın önlerinde.

Son 4 gündür İzmir’de geçiriyoruz günlerimizi. İzmir’deki direniş yerini bir festival havasına bırakmış durumda, çünkü artık eylemcilere karşı bir tehdit yok ortada. İzmir İzmirlilerin elinde. Düşüncelerini, sesini yükseltertek, yazarak, çizerek dile getiren insanlar, kendilerini bir şeylere karşı korumak zorunda kalmadıklarında o meşhur “yakıp yıkma” efsanelerinin de ne kadar boş olduğunu görüyorsunuz. Ortada ne yakılan var ne de yıkılan, sadece yazdıkları sloganları kapalı dükkan kepenklerine bantla yapıştıran 7’den 70’e insan toplulukları. Karşıyakalısı, Göztepelisi, Altaylısı elele. Ama biz yapılanların değerinin anlaşılması için 23 yıl beklemek ve birilerinin istediğine dönüşmek istemiyoruz. Özgür düşünce ve uğruna mücadelenin hiç ölmemesi dileğiyle İzmir’den sevgiler.

Hiç yorum yok: