6 Haziran 2013 tarihinde BirGün gazetesi Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır.
------------------------------------------------------------
Emrah Serbes, 3 gün önce televizyon ekranlarında, Ece Temelkuran ve Banu Güven’in programına telefonla bağlandığında, polisin Beşiktaş çarşısına ısrarla müdahale etme çabalarını anlatıyor ve o ezberlediğimiz sloganı tekrarlıyordu. “Allah affeder Çarşı affetmez”. O, bunları söylerken yanında İstanbul’un diğer 2 büyüğünün taraftarları ve tabii ki diğer takımlara gönül vermiş futbol sevdalıları da mevcuttu. Taksim’in bugüne kadar yanından geçerken şöyle bir baktığımız Gezi Parkı’nın, bir ulusu bu kadar saf şekilde birleştireceği kimsenin aklına gelmiyordu.
Sokaklarda günlerdir protesto gösterilerine katılan insanlar, 1980’li yıllar ve sonrasında doğmuş insanların hiçbirinin görmediği bir eyleme imza attılar. İsyan ettiler, haklarını aradılar, bunu yaparken baskılara, zalimliğe, hayata kasteden şiddete rağmen yılmadılar ve hedeflerine doğru yürürken içlerindeki çürük elmaları hep temizlemeye çalıştılar. Onlara sırtını dönen sağduyu yoksunu insanlar ve ülke basını, olayları çarpıtmaktan ve hadiseyi analiz etmekten çok etiket vurmaktan hiç çekinmezken, onlar kendi içlerinden çıkan bilgi kirliliğine yine tepki gösteren oldular. Modern futbol tarihimizde polis şiddetini en fazla yaşamış grup olan stadyum sakinlerinin de bu süreçte aktif rol oynamaları kaçınılmazdı. Önce Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş formalı insanlar sokaklarda yanya
na yürümeye başladılar, sonra birbirlerine yardım etmeye. Daha sonra da bu iş taraftar gruplarının resmi açıklamalarına ve doğrudan olaya müdahil olmalarına kadar gitti.
Ne ilginçtir ki, yıllardır “çapulcu” olarak nitelendirilen bu adamlara binlerce yoldaş geldi. Başbakan sokaklardaki kalabalıkların tümüne aynı sıfatı yakıştırdığında aslında her hafta tribüne koşan insanlarla, oraya mesafeli duranın arasında bir fark olmadığını da adeta itiraf etmiş oluyordu. Bu, aynı zamanda daha çarpıcı bir gerçeği de farketmemizi sağlamalı. Bizim kulüp rekabetlerimizin altında ne Glasgow’daki gibi mezhep, ne Hindistan’daki gibi kabile, ne Güney Amerika’daki gibi gelir farklılıkları yatıyor. Tribünlere, bugün üzerine püskürtülen biber gazıyla aynı miktarda püskürtülen nefret anlayışının aslında ne kadar kolay aşılabileceğinden ders almalıyız. Bu ülkenin futbol sevdalıları, birbirini sokak aralarında kıstırarak değil kurtararak ona daha fazla hizmet ediyor ve topluma örnek oluyor. Evet son tahlilde yok birden farkımız işte, sadece bizi bir araya getirecek bir motivasyon gerekiyor, üstelik coğrafyanın getirdiği kıvrak zekalık anında ortaya çıkıyor. Günlerdir sosyal medyada gördüğümüz bütün yaratıcı sloganlar, duvar yazıları ve posterler bu halkın hiçbir art niyet olmadan ve ne güzeldir ki, çok şey borçlu olduğu doğaya kol kanat gerdiğinde nasıl asil işlere imza atabildiğini gösteriyor.
Büyüklerimiz
O meşhur devlet büyükleri günlerdir küçülmekle meşguller, bundan sonra onlara “devlet küçükleri” demek daha doğru olur. Dünya tarihi boyunca yönettiği halkı kaale almayan, uyarılarını dinlemeyen, tarihi içinde bulunduğu şartlarda yorumlamak yerine başına buyruk davranan her yönetim bir süre sonra o tarihin tokatını yemeye mahkum olmuştur. Ne AKP hükümeti bu tarihin üzerindedir ne de bu gidişi değiştirmeye tarihin en yüce simalarının gücü yetebilmiştir. Mutlak yönetim hakkını sandıktaki zaferden aldığını ileri süren ve her fırsatta birilerinin sandık zamanı nerede olduğunu soran başbakan, demokrasi ve yönetim sanatının, muhalefeti, kendi iktidarına karşı korumak olduğunun da farkına varmalı. Bir zümrenin verdiği iktidar, o zümrenin dışında kalanları aşağılamak hakkını değil, toplumun tümünün özgürlüğünü sağlama kudretini de beraberinde getirmelidir. Maalesef bunlardan hiç nasibini almamış ve kendi halkına manasız inat içinde kin güden bir yönetimle mücadele ediyoruz. Nobel ödüllü Nijeryalı yazar Wole Soyinka’nın dediği gibi, bir adam tiranların karşısında sessiz durduğu gün gerçekten ölmüş demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder