26 Eylül 2007 Çarşamba

TURK FUTBOLUNUN AVRUPA'DAKİ MACERASI ÜZERİNE




2002 yılında Kore ve Japonya'da düzenlenen Dünya Kupası'nda Türk Milli takımının elde ettiği üçüncülük Türk Futbolunun bugüne kadar geldiği en yüksek nokta olarak belirtiliyor.
 

Açıkçası bu yükseliş dönemi öncesinde Türk Futbolu'nun Avrupa sahnesindeki hali pek iç açıcı değildi...Kulüp takımları seviyesinde elde ettiğimiz en büyük başarı Göztepe'nin o zamanki adıyla Fuar Şehirleri Kupası'nda 1969 yılında oynadığı çeyrek finaldi ve milli takım seviyesinde 1954 Dünya Kupası dışında hiçbir uluslararası turnuvaya katılamamıştık. Ancak 1984 yılında Alman Teknik Direktör Jupp Derwall'in Galatasaray'da başlattığı yeniden yapılanma dönemi Türk Futbolunda yepyeni bir sayfa açtı. Derwall'in sadece Türkiye'de değil Avrupa'da da mücadele edebilecek bir takım yaratma hedefiyle başlattığı yapılanmanın ilk iki yılında Galatasaray pek de hoş bir dönem geçirmedi.Ancak 3. seneyle gelen şampiyonlukla beraber düğmeye de basılmış oldu. Yukarıda bahsettiğimiz başarılar arka arkaya bu dönemde gelirken alınan sportif başarılardan öte bir başka şey daha yeşermeye başlamıştı.Büyük düşünme ve Avrupa'lı rakiplerin gözünü korkutucu bir oyun sergileme hedefi. Bu hedefin ilk temsilcisi Derwall'in öğrencisi Mustafa Denizli oldu...Onu hala 2002'deki üçüncülüğün baş mimarlarından gösterilen Sepp Piontek'in öğrencisi Fatih Terim izledi.

Lucescu Terim'den aldığı bayrağı devam ettirirken Milli Takım da Terim-Denizli-Şenol Güneş sürecinin sonunda bahsettiğimiz Dünya Üçüncülüğüne ulaştı...Bu arada Beşiktaş'ın 2003 yılında Şampiyonluk hedefiyle çıktığı UEFA Kupası'nda oynadığı Çeyrek Finali de unutmayalım...Bu uzun saptamaların sebebi aslında sistemli bir programın sabırlı bir uygulama sonucunda güçsüz, pasif bir futbol sistemini nereye getireceğini gösterme çabası. Maalesef Türk Futbolu bu tür bir örneği geçtiğimiz birkaç yıl içinde göremedi. Ne teknik direktörler kendi kurdukları sistemi devam ettirecek antrenörleri yanlarında yetiştirme yolunu seçtiler ne de yıllar boyu devam edecek bir sistemi oturtma yoluna gittiler. Futbolumuzda yeni bir heyecan olarak algılanan Ersun Yanal maalesef görev yaptığı takımlarda uzun süreli yer almak yolunu seçmedi.

Dolayısıyla anlatmak istediğimiz ne Ligimizin lokomotifi büyük takımların ne de zaman zaman çıkış yakalayan Anadolu takımlarımızın bu tür uzun süreli bir yapılanmaya girecek durumda olamamaları, yolun henüz başında olmaları yahut bu yola girmek isteyenlerin de bir çok problemle meşgul oluyor olması, Daum örneğinde olduğu gibi.

Bir diğer problem basınımız, ülkemizdeki ekonomik durum, kulüp yöneticilerinin bulundukları pozisyonu ve makamı koruma isteği ve taraftarların tutumu gibi sebeplerle Avrupa Başarısının Türkiye'de elde edilecek unvanların öneminden çok daha geriye atılmış olması. Açıkçası bunun en büyük örneği Avrupa'da elde edilen başarısızlıkların başarı ölçütünde asla bir araç olarak kullanılmaması ve toptan bir kabullenme haline gidilmesi.

Avrupa'nın önde gelen bir çok liginde kulüpler kendi liglerinde elde edilecek başarıları, özellikle şampiyonlukları Avrupa'daki hedefleriyle aynı seviyeye koyuyorlar. Ancak henüz bizim ligimiz Avrupa'daki önde gelen futbol otoriteleri tarafından ne de Avrupa'daki futbolseverler tarafından istikrarlı bir şekilde takip edilen bir lig değil. Üstelik bu liglerde kulüplerin forma satışı, televizyon gelirleri ve ödüllerden elde ettikleri gelirler Şampiyonlar Ligi'nden gelen paralarla boy ölçüşecek seviyede. Dolayısıyla prestij açısından olsa da maddi açıdan Avrupa Başarısına ciddi bir gelir kaynağı gözüyle bakmalarına gerek yok.

Ancak yukarıda bahsettiğimiz gibi ekonomik sıkıntı çeken bir çok kulübümüz için Avrupa sahnesi çok iyi bir gelir kaynağı olabilir. Özellikle söz konusu ekonomik gelişmenin ülkemizin şartları göz önüne alındığında kısa zamanda gerçekleşemeyeceği düşünülürse bu kaynağın önemi daha da artıyor.

Maddi gerekçeden öte bu tür bir istikrar politikasının sadece Avrupa'da değil, Türkiye'de de başarıyı getireceği hatta Galatasaray örneğinde görüldüğü gibi Milli Takım üzerinde de itici bir güç etkisi yapacağı kaçınılmaz. Zaten UEFA bu gerçeğin farkına vararak Avrupa Liglerinde yer alan takımların belli maddi ve yapısal standartları yerine getirmelerini içeren bir kriterler listesi hazırladı. Bu uygulamanın kulüpleri sadece mali açıdan değil, pozitif düşünce, girişimcilik ve büyük düşünme açısından da ateşleyeceğinin farkındalar. Ancak üzücü olan (Şenes Erzik'in açıklamlarına göre)genelde Doğu Bloku ülkelerindeki takımların rehabilite edilmesi amacıyla üretilen kriterlerin bizim ülkemizin de ilacı olacağı gerçeği.

Sonuç olarak kısa vadede yeni bir Avrupa Kupası veya büyük başarılar beklemek çok da olası değil. Açıkçası bunun nasıl gerçekleşeceğine ilişkin bir fikir telakkisi ya da uzun vadeli plan da henüz ortaya atılmış değil. Dolayısıyla böyle bir ortam ve saydığımız gelişmelerden sonra yazımıza başlarken sorduğumuz soruların cevabı hakkında bir kanıya varmak da sanırım biz futbolseverlere kalıyor.

Hiç yorum yok: