2 Nisan 2009 Perşembe

CANARINO ORTALYK'TA



















Turkuaz sarılılarda suratlar asık... Nasıl asık olmasın? Sen daha 10. dakikada gol atıp, 1-0 öne geç. Zaman zaman rakibe tehlikeli sayılabilecek pozisyonlar versen de ilk yarıyı bu şekilde bitir. Ama ikinci yarıda beş gol yiyip, maçı 5-1 yenik kapat. "Bir avans, beşte biter" gibi. Sabrımız taşıyor, adam gibi oynayın!

Maç, yerel saatle 20:30'daydı. 19:00'da mesai bitince, askerliğini Küba'da yapmış olan eski komünistlerden Ongar Nuraliyev'le beraber yola çıktık. Ongar 40 yaşında ama daha önce hiç futbol maçına gitmemiş. Bu minvalde geçen Ukrayna maçına da gitmiş olan bendeniz, kendisinden daha fanatik bir taraftar oluyorum.




















Yukarıdaki resimde "Her zaman her yere giden, ne yağmur ne çamur dinleyen, severse gönülden seven" Genç Kazakistanlılar'ın otobüsünü görmüyoruz. Bildiğimiz halk otobüsü bu. Bir bileti 50 Tenge, bizdeki 50 Kuruş'a tekabül ediyor. Bizim bindiğimiz taksinin, yani taksi kisvesindeki özel arabanın stad yolculuğuna biçtiği paha ise 500 Tenge.

Buralarda şehirlerarası yolculuklar da benzer otobüslerle yapılıyor. Almaty'nin Türkiye büyüklüğünde bir şehir, Kazakistan'ın Batı Avrupa yüzölçümünde bir ülke ve yolların durumunun da içgüveysinden hallice olduğunu düşünecek olursak, yolcuların Allah'a emanet gittiğini söylemek yanlış olmaz. Lakin bu coğrafyada yavaş bir o kadar da emin ve organize bir demiryolu işletmesi var. Ne demiş M.Kemal Atatürk?

"Türkiye’de iktisat hayatının yüksek inkişafları ancak demiryollarıyla olacaktır. Milletin saadeti, istiklali bu yollardan geçecektir."

Stada yaklaştıkça atkısını, bayrağını kapıp, koşturan insan sayısının artışına Ongar'ın yorumu şu şekilde oluyor:

"Burası büyük şehir olduğu için böyle kalabalık. Bizim oralarda (Çimkent) insanlara 'Futbol maçı var' desen, çok kimsenin umurunda olmaz"

Bir yandan seyyar tezgahlardaki Avrupa kulüp takımı atkılarına bakıp, bir yandan da "Ulan aylardır buradayız, bir ülke atkısı şeklimiz yok. Nasıl olacak?" diye düşünürken, sarı lacivert Kazakistan atkılı birisini çevirip malzemeyi nereden aldığını soruyoruz. Bilet gişesinde satıldığını öğreniyoruz. Bilet gişesi yukarıdaki kulube...

"Ongar şuradan bana bir atkı kapsana" dediğimde Ongar "Çok kalabalık ama..." diyerek çekimser yaklaşıyor. "Gel sen, kalabalık sorun olmaz" diye cevap verip, münasip bir boşluktan ikimizi lehimliyorum kitleye. Bir kişinin iki dakikada bilet aldığı bu düzende, olmayan sıramızı beklemeye kalksak, değil bir şey almak, gişeye ulaşmamız bile mümkün değil.

Lakin Fenerbahçe Stadı'nın ilk barkodlu biletleri zamanı, bir İstanbulspor maçında okuyucudan geçmeyen biletimiz yüzünden, en az kendimiz kadar kalıplı bir vatandaşla ufacık geçitten stada beraber girmeyi başarmış bünye ve bu mevzulardaki tecrübe bir araya gelince, ellinci sırada girdiğimiz kalabalıkta kısa sürede terfi edip, 5-6 dakika içerisinde gişeye yaslanıyoruz. Ongar atkıyı alıyor, biz boynumuza takıyoruz ve muzaffer komutan edasıyla stada...




















"Maça girmeden önce iki tek atalım" diyerek, yakındaki kafeden bira almaya gidiyorum ama bira satışı durdurulmuş. Ulan Ukrayna maçında serbestti! Artık arada ne olduysa... "Neyse bari Ice Tea içelim" diyoruz. Allahtan onda sıkıntı olmuyor. Tam kapıdan çıkacağız. Arkadan birisi koşarak gelip, bir şeyler anlatıyor. "Ongar ne diyor lan bu?" diye sorunca, meşrubatı bardakta içmemiz gerektiğini anlıyoruz. Kesin birileri götüyle içmiş, bu stadda oynanan son maçlardan birinde. Uluslararası maçta rezalet çıkmasın diye önlem alıyorlar. Ice Tea'yi kafaya dikip girişe..

Zafer'i arıyorum, onlar da henüz stada girmemişler. "Beş dakika sonra oradayız" diyor. Yanımızda "Surata boya badana" hizmeti veren girişimci hanımlar gözüme çarpıyor. Böylelikle suratı boyalı olan herkesin nasıl aynı deseni tutturduğu sorusu da cevabını kendiliğinden bulmuş oluyor.

























Ukrayna maçında olduğu gibi, biletimiz yine Kuzey Tribünü'nden (yazının bundan sonraki kısmında "Eski Açık" olarak anılacaktır). Stada girer girmez, maraton tribününde konuşlanmış az sayıda Beyaz Rus taraftarlarının, neredeyse sayısı kendileri kadar olan pankartları ile karşılaşıyoruz. Bu görüntü karşısında, "Deplasman taraftarına etkili bir tribün tahsis eden takımlar" listesine Kartalspor'dan sonra, Kazakistan'ı da not ediyorum.

Tribünde yerimizi almamızın akabininde takımlar sahaya çıkıyor. Bizim eski açık tribünün diğer ucunda, yukarıdan aşağıya doğru bir pankart açılıyor. Stad çok yatık olduğu için o hizadan, ne yazdığını okumamız mümkün değil. Sonra yine aynı yerde, küçük çaplı turkuaz sarı bir karton şov yapılıyor. Tabii bütün bunlar olurken, bizim de meylimiz ufaktan o tarafa doğru kayıyor. Beraber geldiğimiz Zafer (ki Zafer zaten durumu anlamış "Hadi sen git" diye teşvik ediyor) ve Erdal'dan müsaade isteyip, Ongar'ı yanıma alarak, sosyal tespit yapmak üzere apaçilerin yanına gidiyorum.


















500-600 kişilik olan tribünün bu kısmında, bağıran insan sayısı 50-60 kişi kadar. Kısa tempolu, örneğin "Kazakistan" ve "Kazakistan İleri" gibi tezahüratlarda, yaş grubu gözetmeksizin katılım artıyor. Kısa uzun farketmeden sürekli bağırmaya çalışan ve bunda nispeten başarılı olan 15-20 yaşları arasındaki gençlerin çoğunda Aktobe ya da Astana atkıları var. Biraz bilmemekten, biraz da eski açığın bu kısmından oynanan oyunu sağlıklı takip edebilmek mümkün olmadığından, tezahüratların oyunla falan bir alakası yok. Kısa marşlar var ve bunlar sürekli tekrar ediliyor. Arada bir diğer tribünlerle karşılıklı bağırmaya çalışıyorlar ama ses ulaşmıyor. Her halükarda çabaları takdir edilesi...

Bir diğer takdire mazhar vaziyet de davul... Tribünde bir tane davul vardı. Vuran gençler tecrübesiz olduğu ve "Allah Allah deyip vurur Genç Osman" diyerek kollarını tükettiği için, nöbetleşe çalınıyordu. Birazdan bahsedeceğimiz "küçük boylu female reis" biraz da davulun diğer tarafını çevirmelerini söyleyene kadar tek tarafı içeriye göçertmeyi başardılar. Tokmakların iptidai hali de gözünüze çarpmıştır. Bir ara "Verin lan 100'er Tenge pezevenkler. Çocuklar burada davul için kendini paralıyor. Bari yeni bir kaç davul alalım gençlere" diyerek tribünü turlamayı düşünmedim değil...



















Yukarıdaki fotoğrafı setten çektiğimiz için kadraja girenler biraz uzun gözükebilir ama "Alga Kazakistan" atkısı açan vatandaşın sol tarafında kalan hanım kızımız, ortaokul öğrencisi sıfatında bir arkadaş... Buna rağmen çevredekilerin "Ne yapılacağı hususunda ağzının içerisine baktığını" söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar ard arda yenen gollerden sonra, ikinci yarıda biraz sakinleşse ve sevgilisiyle kederli bir ruh haline büründüyse de bilhassa morallerin yüksek olduğu ilk yarı boyunca, tezahürat girişlerine kendisi yol verdi. Devre arasında konfetilerin hazırlanması işini üzerine aldı.

Zafer'in çektiği bu yukarıdaki fotoğrafta bizim tribünü görüyoruz. Gözüken tek pankartta, kırmızı beyaz "West Wind" yazıyor. Aktobe takımının lakabı... Maçın sonlarına doğru, fark açılınca bu tribünün ve diğerlerinin yarısı boşaldı. İçerisinde maç izlediğim grubun, maç bitmeden stadı terkedenleri tezahüratlarıyla "Gemiden kaçan farelere" benzeterek, bir kez daha takdirimizi kazandığını da unutmadan belirtmek gerek...

Mağlubiyetin üzüntüsünü yaşayarak ama takıma destek vermiş olmanın gönül ferahlığıyla stadın kapısından çıkmadan önce son bir resim çektirdik. Her ne kadar Erdal'ın Galatasaray taraftarı olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş bulunsak da fotoğrafı kesmek yakışık almazdı. Ne de olsa hepimiz Kazak'tık, hepimiz Taras Bulba idik...

Staddan çıktık. Caddeden karşıya geçtik. Acıkmıştım. Döner satan bir dükkana girdik. Ongar'ın dönerin başındaki vatandaşa bakarak söylediği "Bu arkadaş kesin Türk'tür" sözü doğru çıktı. Hataylı Mehmet'e "Doldur lavaşa döneri Mehmet" dedim. Televizyon gollerin tekrarını veriyordu. Çay içmek için içeri gelen trafik polisi "Tembirdop ni boldu?" diye sordu. "Önümüzdeki maçlara bakıyoruz" dedim. Anlamadı...

by Canarino

7 yorum:

varol döken dedi ki...

bu blog her yerden çekiyor, telefon şebekesi gibi, ben hakkaten ikirciklenmeye başladım, ne yaptınız abi siz, yan mahalleye 10-0 yenilince toplanıp;

"oğlum bak 20 yıl sonra internet diye bir şey çıkacak, orada bloglar olacak böyle günlük gibi, orada buluşuyoruz, mafalda sen atina ya le foot fransa ya, canarino kazakistan a, gorky hırvatistan a ben de hollanda ya gidiyorum, ben çikibok diyince yazıları yağdırmaya başlıyoruz" mu dediniz?

o sırada köşede küskün küskün duran joe: abi beni niye almıyorsunuz, 10 gol yediysem kabahat benim mi?

dutchman: bir git lan!

joe, birgitlan'ı brighton anlar ve olaylar gelişir...

varol döken dedi ki...

kazakistan'da v-club çalışıyor mu hala? gençturkcell in oradaki muadili yani...

DaesAgelmar dedi ki...

Canarino

O değilde bi Veliefendi serisi vardı. Ne oldu ona? Ne güzel yazılardı onlar öyle devamıonı aralıklı da olsa gelse güzel olmaz mı?

Sosyal_FB dedi ki...

GençTurkcell ile işim olmadı ki V-Club'ı bileyim, Varol... Ben bir tek "V" biliyorum. Kertenkele, solucan derken hapur hupur götürüyolardı. O da Diana ile beraber geride kaldı.

@ DaesAgelmar
Haklısın, Ağakaraca serisi çok uzun olur gibi olunca "Ne yapıyorum ben?" noktasına geldim ve durakladık biraz ama "Gültekin Alpay Strikes Back" yapıp, kaldığımız yerden devam edeceğiz yakın zamanda...

Frapppedaki dedi ki...

Tembirdop ne guzel bir kelimeymis.

Bu arada baya zayiflamissin ya da cubuklu mu zayif gostermis anlamadim :)

Sosyal_FB dedi ki...

Çubuklu da vardır ama 116'dan 93'e düştüm burada :)

varol döken dedi ki...

evet evet böyle gizemli kalsın:) diana, ağakaraca, kertenkele, solucan, valla benim iş yakında elimden gider düşün taşın oku...

flaş flaş flaş! okuyucularına maaş bağlayan ilk blog flying dutchman! evet sayın dutchman okumayı teşvik etmek için müthiş bir hareket başlattınız ne diyorsunuz?

dutchman: her şey okuyucularımızdan varol döken'in işte internet kayıtlarının incelenmesi ve akabinde kovulmasıyla başladı... kendisi gidip ortağı olduğu tavukçuda motorcu olarak çalışmaya başlayınca bizi okuyamaz olmuştu, bizim de gönlümüz elvermedi, zaten para falan da kazanamadı, bahşiş falan vermiyorlarmış bu kekoya... neyse efendim, biz de acıdık yazıktır dedik, bütün blog toplandık maaşa bağladık kendisini... hoş parayı başka blogları desteklemek için kullandığını görünce hemen kestik tabi, şimdi google ın önünde dileniyormuş, oh olsun!