22 Mayıs 2009 Cuma
İSTANBUL'UN ÖLMEDEN ÖNCE GÖRÜLMESİ GEREKEN 10 METAFORU
Efendim yeni bir Top 10 serisi başlatıyoruz. Önümüzdeki haftalarda yukarıdaki başlıktaki şehrin ismini değiştirerek gidebildiğimiz kadar gideceğiz. Tabi ilk planda aklınıza o şehrin gezip görülmesi gereken yerleri gelmesin. Sultanahmet, Atakule, Kordon gibi turistik mekanlardan bahsetmiyoruz. Bizimki daha underground tadında, bazı insanların hiç tecrübe etmediği şeyler. Örneğin ilk yazıya ısınırsak hafiften, ben aşağıdaki 10 maddenin tümünü tecrübe etmemiş bir insanın "İstanbul'da yaşıyorum" sözünü söylerken bir daha düşünmesi gerektiği kanısındayım. Tabi bu olmasını istediğimiz İstanbul değil olan İstanbul. "Bu mudur İstanbul?" soruları gelecektir mutlaka, söyleyeyim evet bu...En azından bir yönü tamamen bu. Her ne kadar bizi sinirlendirse de, kendisinden kaçırsa da. Ha bu aynı zamanda şehri Türkiye'nin en özgün şehri yapmıyor mu? Yapıyor tabi. Neyse Cihangir Sanatçılar Kahvesi'nde oturup, çıkardığı 3 şiir kitabı da satmayan şair gibi konuşmayayım da listeye geçeyim.
1-Eminönü yaya alt geçidi: Ortadoğu ve Balkanlar'da şöyle bir efsane dolaşır. Cengizhan Moğol istilası sırasında tüm Asya'yı yakıp yıktıktan sonra İstanbul'a dayanmıştır. Moğol ordusu şehri istilaya başlar, herkesi kılıçtan geçirirler. Derken Cengizhan zaferi elde edeceğine olan inançla ordusuna Eminönü yaya alt geçidinden 50 kuruşa yarım ekmek döner ısmarlar. Moğollar aynı gece zehirlenmeden dolayı 80.000 şehit verirler. Cengiz Han ordusunu bu topraklara uğramamak üzere geri çeker. Böyle bir yerdir işte Eminönü. Alt geçidindeki ter, sidik, Erol Taş'ı bile vejetaryan yapabilecek döner ve lahmacun kokusu, çarşının çıkışında Challenger Uzay Üssü'nün bile taklitlerini bulabileceğiniz, zabıta memurlarından kaçma eğitimini Usain Bolt'tan almış elektronik eşya satıcıları ve hemen yakınındaki Terry Gilliam filmlerinden çıkma otobüs durakları ile dünyada eşi benzeri bulunmayan bir bölgedir. Temmuz ve Ağustos sıcağında uğranılmaması tavsiye olunur.
2-Kabataş-Barbaros Bulvarı: Michael Schumacher bugün Formula 1 tarihinin gelmiş geçmiş en parlak pilotu olmasını bir tek şeye borçludur. Barbaros Bulvarı denen aşağı yukarı 1-2 kilometrelik yola. Yoksa motor sporları dünyasına birbirinden yetenekli Türk pilotlar kazandırmak işten bile değildi. Hiç unutmam Kabataş sahilde bulunan banka genel müdürlüğünden 18:00'da çıkar, Yıldız Teknik köprü çıkışına 19:15'te varırdık. O mesafeyi ben yürüsem taş çatlasa 45 dakikada yürürüm. Minibüs, belediye otobüsü, taksi, şahsi araçlar, bir dolu yaya, maç günleri, İnönü Stadyumundaki taraftar kalabalığı...Hele bir de Taksim tarafından gelen trafik ile birleşirse George Clooney "yok arkadaş 40 yıllık denizciyim böyle Perfect Storm görmedim ben" diye Sorbonne limanında kaynak ustası olur. Bunun bir de köprüye sapmayıp Levent'e devam eden versiyonu var. Dünyada ailenin ikinci ve üçüncü üyeleri bulunmayan tek hanedan burada bulunur. Levent hanedanı. Efsaneye göre ikinci ve üçüncü Levent, "Sanayi Mahallesi'nde inicem kaptan" diyip Ayazağa'ya kadar beleşe giden bir yolcu tarafından suikasta kurban gitmiştir.
3-500 T: Nasıl "300" filminin ismi 300 Sparta'lının Pers ordusuna karşı koymasından gelmektedir, efsaneye göre 500 T'nin ismi de Topkapı'da Bizans ordusuna karşı koyan 500 Tuzla'lıdan gelmektedir. Stan Lee ve Jack Kirby'nin X-Men çizgi romanındaki mutantların tasarımında bu hattın yolcularından yararlandığı hatta Wolverine karakteri için ense ve kulak altındaki kıllarını traş etmeyen bir biletçiden esinlendikleri söylenir. Hakikaten anlatılmaz yaşanır bir otobüs hattıdır 500T Tuzla-Cevizlibağ hattı. Gidiş dönüş sefer süresi için İETT'nin sitesinde 150 dakika yazar ama aslında yolculuk sırasında paralel evrenlere geçiş yaptığınızdan 150 ışık yılına eş değerdir. Otobüsün anti-aging'e, doğal bronzlaşmaya, kıl dönmesine, su çiçeğine iyi geldiği söylenir. Ama aynı ölçüde pazartesi günleri sabah 07:00 sularından binildiğinde intihara sürükleme gibi özellikleri de vardır. Hattın tüm duraklardan 5 dakikada bir geçmesine rağmen nasıl bu kadar dolu olduğunu Scully-Mulder ikilisi "The Topkapı is Out There" şeklinde açıklamışlardır.
4-Sahil Büfeleri: Sirkeci'deki bir büfeden ilk sosisli sandviç-limonata kombosunu yapmamın üzerinden aşağı yukarı 20 yıl geçti. Hala o sosisin ve limonatanın tadını aynen aldığım bir sandviç veya içecek içmedim. Gerçi limonata tarafına yaklaştığım oldu. Hollanda'da bir içecek firmasının çıkardığı portakal-mandalina karışımı bir meyve suyu var. Neredeyse tıpa tıp benziyor İstanbul büfe limonatalarına. Ben Hollanda'ya gelmeden önce hamburger 1 lira, sosisli 75 kuruşa satılıyordu en son şimdi ne oldu bilmiyorum. Biliyorsunuz bu büfelerin çalışanları dünya sosisli sandviç hazırlama süresinde rekoru ellerinde bulundururlar. Amerika'da elin hot dogcusu kırk saatte sosisi çıkarır, koyar bir de sosları falan sorar, ama Kadıköy sahil büfecileri örneğin böyle değildir. Ekmeği 0.01 salisede bölüp, sosisi 0.5 salisede ekmeğe koyar, salça sosunu 0.3, turşuları 0.9 saniyede ekledikten sonra müşterinin tipinden hangi sosları istediğini anlar ve 0.8 saniyede de operasyonu yapar. Gone In 2.51 seconds....hey yavrum hey
5-Yazıcıoğlu İş Hanı: Bundan 5 sene önce Disneyland'la yarışacak ölçüde bir eğlence mekanıydı Kadıköy sahildeki İş Hanı. Donald Duck hanın önündeki cd satıcılarını gelip görseydi, "belli ki bizden geçmiş ağa, neyse ördekli var mı?" diye yanaşırdı adamlara. Bir kere iş hanına giden köşeyi döndüğünüz anda at hırsızı tipindeki 4-5 kişilik bir ekip "abi film, program, oyun içeride abi", "film program, oyun, abi FIFA geldi", "abi vizyon filmler içeride abi" diye ilk manevrayı yaparlardı. Bir de bunların aynen Kadıköy büfecileri gibi insanın tipinden porno izleyip izlemediğini, izliyorsa da hangi tür pornoyu sevdiğini anlayan Jean Grey'in ikinci göbekten kuzenleri vardı ki ben şahsıma gelip doğrudan "abi Monica Sweetheart var, cam gibi" diye can evimden vuranı biliyorum. Sonra bu adamları hafiften asimile ettiler, şimdi bilgisayar satıcılarına girmek istemediğim doğrudan boş cd dükkanlarına girdiğim bir yer oldu. O boş cd dükkanlarındaki adamları görünce de gülesim gelir. Koskoca dükkan ortada bıyıklı bir tip, arkasında 100 bin tane korsan malzemesi.....
6-Akmar Pasajı: Türkiye'nin bilinen en ünlü dağ geçidi Zigana Geçidi'dir ama aslında coğrafya kitaplarını yazanlar Kadıköy Akmar Pasajı'na hiç uğramamışlardır. Akmar pasajı Kadıköy sahilini, aksiyonun en fazla olduğu yere bağlayan bir nevi Yıldız Kapısı'dır. İki kattan olurşur ki her iki katı da gezmek içni 1 gün ayırmanız lazımdır. Alt katta yurdum trend metalcilerinin takıldığı, zamanında kapısının önünde çekme kasetler satan bitli headbangerların bulunduğu şimdi bu yönde 2-3 dükkan kalmış bir tabloyla karşılaşılır. Bir de zamanında orada bir kafe vardı ki dışarıdan baktığımda Darren Aranofsky Requiem For A Dream'i orada çekti zannetmiştim. Basık, sigara dumanlı, kapkaranlık bir ortam ve kıllarını 3 ayda bir traş eden erkeklerle öpüşen sivilceli kızlar topluluğu. Üst katı ayrıca anlatmak lazım aslında. Orada yazar ismiyle kitap arayanlara çok gülerim. "Abdullah Çokbilen Edebi Metinler var mı?", "Cemalettin Kumcu Coğrafya 2 var mı"? "Tümay Matematik 6 var mı?", "Bir Hasan Karacadağ Korkusu var mı?".
7-Topkapı Sur-Kadıköy Hakan Sineması: Türk sinemalarında en uzun süre gösterimde kalan film Brave Heart'tır ki 152 hafta civarı aralıksız oynamıştır. Onu Tinto Brass'ın "Göz Zevki" filmi izler ki hatırladığım kadarı ile 104 hafta civarı oynamıştır. Hatta lise zamanında sınıf arkadaşlarımın bu filme 2 kere gittiğini bilirim. Sinemaya ayda bir giden lise gençliğini 2 kez aynı filme götürme başarısını gösterdiği için Tinto Brass'ın yeri gözümde apayrıdır. Bu şerefe de Kadıköy Hakan Sineması nail olmuştur. Kardeşi de Topkapı'da surlarının içinde yer alan efsane sinemadır. Bizans ordusunun 1453'te mağlup olma sebebi kannımca Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesi değil, ordunun Sur sinemasında 3 film birden seansında telef olmasıdır. Fatih, Osmanlı ordusuna surları ağır toplarla dövdürürken "Sur sinemasında bir çizik bile görürsem cülûs bahşişini unutun ulan" diyerek sinemaya verdiği önemi göstermiştir.
8-Laleli Bavulcular ve Tekstilciler Çarşısı: 6 aya yakın çalıştım Laleli'de. Yetti de arttı. Dünya tarihinde bu kadar birbirine zıt insan topluluğunu bir arada bulunduran bir mekan görülmemiştir belki de. Dükkana giriyorsun, karşında takkeli, sakalının pi sayısını 3.14 alan bir adam her cümlesini Bakara Suresi'nden alıntı yaparak bitiriyor, çıkıp 10 adım atıyorsun, turuncu ceketli bir herif yanına yaklaşıp "abi Rus, Moldova, Rumen var" diyor. Nasıl kültür şoku yaşamayayım? Zaten o çarşının tekstilcilerinin hepsini teker teker ziyaret etmişimdir işim dolayısıyla. Bir tanesinin "iyi durumdayız, çok şükür" dediğini görmedim. Hepsi ağlarlar, sızlanırlar, onlara göre Ruanda'daki Tutsi ve Hutu'ların durumu bunlardan iyidir, ama ne hikmetse "eee ne kadardır buradasınız?" diye sorduğunuzda "ben 18 senedir Laleli'deyim" diye cevap verirler. Ulan madem o kadar kötü durumdasın 18 sene nasıl kaldın bu mekanda. Hoş oranın Rumeni de böyle.
9-Tahtakale: Sunny, Yu-Ma-Tu, Sonya, Sanyo, Panasconic, Yamada, Telefonken gibi markaların pazar paylarının en yüksek olduğu bu elektronik eşya fuarı İstanbul'un bir nevi Silikon Vadisi'dir. Ömrünüz boyunca duyduğunuz "55 ekran televizyonu 30 milyona aldım", "150 tane boş cd'yi 2 milyona aldım", "3 kapılı derin donduruculu buzdolabını 50 milyona 12 taksite yaptım" gibi söylemlere inanmamazlık etmeyiniz zira hepsi tamamıyle doğrudur. Ancak Tahtakale'nin şöyle bir kötü yanı vardırki, satılan mal geri alınamadığı gibi satan şahsı da ikinci sefer yerinde bulmak mümkün değildir, zira büyük ihtimal Rusya steplerinde çalıntı mal ticaretine gitmiştir. Zaten malların etiketlerinde imal edilen ülkeleri gördüğünüzde kafanızda ulan "Vietnam savaştan sonra ne gelişti be" ifadesi oluşması mümkündür zira nerede bir gelişmemiş güneydoğu Asya ülkesi varsa mallar oradan gelir. "Made in Philippines, "Made in Indonesia", "Made in Myanmar", "Made in Swaziland"..."Abi Swaziland Afrika'da değil miydi?"....
10-Nevizade: Sanırım burayı anlatmaya pek lüzum yok. Ayrılmadan önceki son aylarda daha çok tünel tarafını tercih etmeme rağmen her zaman aklımızın köşesinde bir yerde kalmıştır bu mekan. Girişte barların bulunduğu mekana gidene kadar üzerinize sinen balık kokusu, ardından adım atamayacağınız sokakta yürürken yolunuzu kesen "terasımız vardır efendim" adamları, bira kokusu, sokaktan geçenleri kesen tipler, her masadan yükselen "abi Hande seni haketmiyordu zaten ya", "abi sevdim çok sevdim, kimseyi hakettiğinden fazla sevmeyeceksin", "beyler Venezuela'ya gidip kahve tarlalarında emekçi kardeşlerimle çalışacağım", "4 S abi 4 S hep diyorum", "anarkokapitalist söylemlerini yadırgadım, bence işçi sınıfının en önemli problemi Şolohov'un kitaplarında anlatılmıştır Toygar" ve benzer bir dolu söylem ile 7 gün 24 saat İstanbul'u İstanbul yapan bir mekandır Nevizade....Beyler dün ne içtik haaaaa ufff...4 tane bira içtim, üstüne Araf'ta 2 de tekila götürdüm...Süperdi ha...Şşşş nasıldı o İspanyol hatun...of of of
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
25 yorum:
10'da 9. bir tek kadıköy hakan deneyimim eksik kalmış listede.
Sizin blog'un bu en iyi 10'larini hep basarili bulmusumdur da, bu kadar salya sactigimi hatirlamiyorum daha once. Elinize saglik.
Çok güzel anlatmışsın her bir maddeyi.
Özellikle Eminönü, Akmar ve 500T'yi okuyunca lise günlerim canlandı.
Tebrik ve teşekkür ediyorum :)
Okuduğum en keyifli yazı son bir ayda, tebrikler..
@Barbaros: Gümüssuyundan Köprü sapagina 105 dakikada gitmisligim vardir arabayla..
@500T: bunun kuzeni 30M'dir.. besiktastan sabahlari her 3 dakikada bir kalkmasina ragmen kapilardan insanlar sarkar, nüfus patlamasinin baslica nedenlerinden olarak gösterilir.
@yazicioglu: bir genclik burda gecti.. diskete oyun cektirdik yillarca, bilgisayar toplattik, bos disket/cd aldik, giris katinin arka bölümünden süpersonik kablolar, ölcüm aletleri, göstergeler aldik, kartus doldurduk, isportacilardan slalomla kurtulduk
@Akmar: kücükken her girdigimizde kapida gökyüzüne bidaha bakardik. son görüsümüz olabilir diye.. öbür taraftan yeniden dogmus olarak cikardik.. öss dönemine gelince de soru bankasi olarak kullandik üst kati..
@Tahtakale: Ted Mosby'nin dedigi gibi "Small businesses are the backbone of the economy" ise tahtakale omuriliktir..
@Nevizade: sulu biralar eve erkek dolu masalar esliginde önce beyoglu, sonra istanbul, sonra türkiye sonra da dünya kurtarilir.. hatun muhabettlerine hic girmiyorum.. tadina doyum olmaz.
harika yazi, tesekkürler
18:00'da! Bunu sadece, 500 T'ye Cevizlibağ'a gidiyor zannedip bir anda kavşağın altından Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne dönülünce otobüsün aslında Tuzla'ya gittiğini ve en yakın durağın Kavacık olduğunu anlayıp, saat 18:00'da hatunla buluşacaktık, cepte dönüş parası da yok, içimden 3 kere Kavacık desem gelir mi acaba adamları böyle yazar...
Dutchman bunun bide Ankara versiyonunu okuyalım mı senden? Nede Olsa Beytepe'nin yollarını, Maltepe pazarının yokuşunu çok görmüşsündür.
Bitti mi bitmedi. Beyoğlu'nun arka sokaklarında yanlış olana girip tra'lardan laf yemek, sadece istanbul'un değil ortadoğu ve balkanların en hızlı taşıma araçları sarı dolmuşlarla yolculuk yapmak, dünyanın en büyük taksi durağı taksim meydanında gece tarifesini gündüz yapmaya çalışmak, fındıkzadede eve giderken siyah poşetteki biraları birbirine çarptırmamaya çalışmak, ters yola girmiş taksiciye yol verme mecburiyeti, alışveriş merkezi kabusları gibi alternatif tuzaklar da mevcut bu şehirde. bu engelleri de hasarsız atlatırsanız, yıllarca yaşarsınız bu şehirde, daha da size bir şey olmaz!
sürücülerinin %90ının karadenizli olduğu anadolu yakası minibüslerini,minübüscülerin "flo rida" "new york" plaka ve beysball sopası sevdasını da es geçmemek gerekir :)
Çok özledim istanbulu,en çokta o acılı sosisli ve limonatayı!
Kasvetli bir Isvicre Cuma gununde hatiralara dalip hinzir hinzir gulumse yaratan bu yazin icin tesekkurler Flying Dutchman...
Gecenin bir vakti Beyoğlu Karakolu'nun önünden geçin hayatınızda bir kez bile olsa. Gördüğünüz anda kaçacak delik arayacağınız bir yığın insanın istiflendiği bir mekanla karşılaşacaksınız. Ama bakışlarınızı fazla uzatmayın, şöyle bakın geçin usul usul derim ben.
Gecenin bir vakti dolanırdık deli cesaretiyle saçma sapan sokaklarda. Şimdi mümkün değil! Gençlik saçmalıkları işte. Memelerini, kıçlarını açıp gösteren travestiler askıntı olur, tinerciler gelir para ister, sağda solda sızıp kalmış sözde marjinal gençler vs. Arkadaşın köpeği bağlasan durmaz kıvamında evi vardı bir de bu ara sokaklarda. Bir gece içiyoruz, ne olur? Klasik alkol biter ve bir kurban çıkıp almalıdır. Desteden kart çekilir en küçük çeken gider alır. Çölde kutup ayısına denk gelebilecek kadar bahtsız olan ben en küçüğü çekmiş ve bu nedenle hayatım boyunca unutamayacağım bir görüntüyle karşılaşmıştım. Girdim dükkana. Ardımdan 30 yaşlarında sarışın bir hatun girdi. Gece 3-4 civarı ve hatunun üstünde askılı bir bluz, ayağında terlik, kıçında da bildiğimiz slip don. Aldı biraları ve benim hesaba yaz diyerek çıktı gitti. Nasıl bir mekan lan burası diyerek hızlı hızlı tutmuştum evin yolunu.
formatı çalasım var ama bundan ıyı yazamam o yuzden en yakın zamanda izmir yazısı bekliyorum.
aşmışsın artık dutchman :) müthiş olmuş.
Abi çok güzel yazmışsın ya, herhalde efsane olucak bir başlık. Çıktısını alıp odaya asmak lazım =)
5 yıldır İstanbul'dayım Tuncay abinin eklemeleri dahil sadece 7 numarayı es geçiyorum. Kendimle gurur duydum. Nedense blog tayfasının kendime örnek alıyorum. :) Selam olsun Hollanda semalarına...
İstanbul'a göç edecek herkesi bu evrelerden geçirip ardından hala şehirde kalmaya niyeti olup olmadığını sormalı.
Utanmadan soyluyorum:
Facebook'ta paylastim ki ben bu yaziyi.
(kaynak gostererek elbette)
çok leziz bir yazı olmuş. özellikle akmar pasajını tanımlarken kullandığınız "kıllarını 3 ayda bir traş eden adamlarla öpüşen sivilceli kızlar topluluğu" betimlemesi kanımca sait faik'in dülger balığı öyküsündeki eğretilemelerle kapışır:)
yazı baştan aşağı yararak ilerledi yeminle...
hahaha,eyvallah ...
en kısa zamanda bu top10 lerden bir kitap yazmanı bekliyoruz ...
500T bizi defalarca Abdi İpekçi Spor Salonu havalisine taşımış mübarek bir hattır. Her ne kadar bir yandan "Savunmanın basketboldaki önemini tartışıp, bir yandan da Efes'e küfrederken iki sıra ötedeki küçük çocuğun mide hareketlerinin neticesinde oluşabilecek nahoş durumun o havasızlıkta solunum sistemimize etmesi olası etkinin gerginliğini yaşasak da" ikinci köprü yoluna çıkıldığı andan itibaren çok kısa sürede bizim durağı görebileceğimize olan inanç sevdirmiştir 500 T'yi bize. Bu arada hakikaten "Abi bu otobüs nereye gidiyor?" diyerek cevabın akabininde Kavacık kaderine isyan etme arifesinde olanları da tebessümle izlerdik. Anadolu Yakası Ulan! :)
500T bnim hayat kurtaranım trafik dinlemez girer emniyet şeridine, avrupadan anadoluya geçerken 4levent'den önceki duraklarda binersen genelde oturursun sıkıntı çekmezsin, avrupaya geçerken de biraz şans biraz bostancı ve kozyatağına gelindiğinde kritik yerlerde duruyorsan oturman yüksek ihtimaldir... İçindeki garip yolculara ve komik olaylara rağmen ben seviyorum 500T'yi :)
Bu arada akşam üzeri saat 4 ile 6 arası maslaktan bir otobüse binebilmek ve bindikten sonra 4 levent öncesi inebilmek daha zordur bana göre 500T'den...
TOP 10 Klasiklerinin en iyilerinden biri bu pot olmuş.Kadıköy hakan mevzusu hariç yaşamışımız istanbulu.
Sanırım en iyi top 10 serisi budur. Askerliğim boyunca arada kaçırdığım bir liste olmadıysa tabii. İstanbul doğumlu değilim ama bu listedeki hadiseleri birer birer tecrübe ettiğime göre, artık ben de İstanbullu sayabilirim kendimi herhalde.
Eminönü alt geçitleri artık eskisi gibi değil, ne martı dönerler kaldı ne işportacılar ne de sidik kokusu.. Bir tarih yok oldu gitti :)
Eminönü alt geçitleri artık eskisi gibi değil, ne martı dönerler kaldı ne işportacılar ne de sidik kokusu.. Bir tarih yok oldu gitti :)
Yorum Gönder