21 Mayıs 2009 Perşembe

WIESE TOPUNU GETİR MAÇ YAPALIM


















Mahalle maçlarında topu olduğu için oynatılan yoksa sittin sene sahaya bile giremeyecek adamlar gibiydi Alman kaleci de o yüzden bu başlığı attım. İki açıdan incelemek lazım bu maçı. Birincisi maçı kendi içinde değerlendirmek, diğerini de maçtan hareketle Kupa 1 ve Kupa 2'nin geleceği hakkında birkaç fikri ortaya koymak gibi. Maçla başlayalım. Futbolun geleceği açısından önümüzde 2 seçenek var. Ya Chelsea-Barcelona, Barcelona Chelsea, geçen yılki Şampiyonlar Ligi finalindeki Manchester United-Chelsea gibi maçlar izleyeceğiz ya da dün akşamki gibi. Futbolun giderek sıkıcılaştığını, giderek yıldızların azaldığını iddia edenlere belirtelim. Günümüz futbolunun başarıya giden minimum tedbirlerini almayınca dün akşamki gibi bir savruk futbol ortaya çıkıyor. Zira alan daraltma, orta saha istikrarı, hücum bölgesinde bol ayağa pas, kanatlarda ileri ve geriye mekik dokuyan futbolcular olmadan, iki takımın da alabildiğince boş alan bulduğu bir futboldan zevk alınması için sahada Zico, Falcao ve Socrates'in bulunması gerekiyor. Yani 1982'nin Brezilyası. Ama o olmayıp ortalama Brezilyalılardan oluşan bir takım ve Alman Ligi'nin 10. sırasındaki Bremen olunca zevk vermeyen, pas hatalarıyla dolu, hücum organizasyonlarının çok zayıf olduğu bir maç karşımıza çıkıyor ki ben buna maalesef "iki takım da açık oynadı helal olsun" diyemiyorum. Evet iki takım da açık oynadı, ama sonuç? Uyumamak için zor tuttum kendimi bazen, itiraf edeyim. Maçın seyir zevki açısından en güzel anı ilk 25 dakikada Shakhtar Brezilya'lı ekibinin kanatlarda yaptıkları ayağa paslar ve kurdukları üçgenlerden pozisyon çıkarma çabalarıydı.Onun dışında bir dolu başarısız atak girişimi izledik.

3 gol var finalde. Tümünün kaleci hatasından geldiğini düşünüyorum. Tim Wiese'yi daha 3 hafta önce blogda ele aldığımız yazıda çok iyi bir kaleci olduğunu ama periyodik olarak yaptığı büyük hataların onu hep efsane bir kaleci olmaktan alıkoyduğunu, hatta bu yönüyle Fevzi Tuncay'a benzediğini belirtmiş ve 7 Mart 2006'daki Juventus maçında yaptığı hatayla takımını çeyrek finalden edişini örnek göstermiştik. Hollanda rejisi cin gibi, neden olduğunu yazının sonunda anlatacağım. Wiese'yi "bok attığı" Hamburg şehri sakinlerinin ahı tutmuş olabilir. Tabi herkesin gözünün önüne ikinci gol geliyor ama Wiese'nin ilk golde de hatası var. Adriano'nun golünde neden sabit dursa göğsüne veya yüzüne çarpacak bir toptan mahalle maçlarında toptan korkan çocuklar gibi çekildi anlayamadım. Bu birebir pozisyonlarda Peter Schmeichel ve Oliver Kahn'ın çok büyük bir becerisi vardı, oyuncunun açısını kapatarak gelip tam vururken de iki ellerini açıp çuval gibi kendilerini oyuncuya doğru fırlatırlardı, böyle olunca da top genellikle bir yerlerine çarpardı. Wiese ise aksine küçülerek geldi rakibinin üstüne. Naldo'nun golündeki kaleci hatasına ile değinmiyorum bile. Orada topu uzaklaştırmak ve kontrol etmek arasında iyi bir seçim yapmak zorundasınız. Pyatov yanlış seçimi yanlış biçimde uyguladı. Kısacası 3 kaleci hatasıyla şekillenen bir final var karşımızda.


















Lucescu için hep aynı düşüncem vardı Türkiye'de çalıştığı dönemde. Lucescu maç öncesi rakibini çok iyi analiz eden, takımını ona göre tasarlayan ve maça hep iyi başlayan ekipler yaratmıştır ama maç ilerledikçe, karşı takımın buna tepki verdiği anda cevap vermede zaafları olan bir adamdır. Hiçbir şey değişmediğini gördük, ilk 20 dakika Shakhtar kupayı çok rahat alıp götürecek gibiydi zira Bremen ceza sahası içinde at koşturuyorlardı istedikleri gibi. İkinci yarıda Thomas Schaaf, bu oyun planına önlem aldı, Lucescu ne yaptı, hiçbir şey. Aynen devam etti, atakları yine Darijo Srna'nın tarafından ve kısa paslarla geliştirmeye çalıştı ama Bremen onlara ikili üçlü baskılar yapınca pozisyon üretemediler. Hollanda'lı spiker dahi "B planı olmadığını görüyoruz" şeklinde görüş belirtti. Romen hocanın Galatasaray'ın başında iken Barcelona ve Milan'a 2-0 önde iken 2-2'ye razı olduğu maçların da özeti budur. Lucescu'nun maçla ilgili bir aksiyon alabilmesi için, maçın birinci dakikasından itibaren planının işe yaramadığını görmesi gerekiyor. Galatasaray-Real Madrid maçında olduğu gibi. Dolayısıyla teknik adamlık meziyetlerinde büyük bir değişiklik olduğunu sanmıyorum.

Maçın yıldızı bana göre sesli harf karşıtı bir aileden gelme Dmytro Chyrhynskiy'dir. Diego ve Almeida'nın yokluğunda Bremen'in en önemli gol umudu Pizarro'yu gayet etkili biçimde durdurdu ve nerede ise hata yapmadan oynadı. Pizarro o kadar bıktı ki bu maç boyunca süren sıkıştırmadan uzatmanın son 4 dakikasında birisi de iptal edilen bir golle sonuçlanan 4 tane faul yaptı. Medina Cantalejo kaçırmadı tabi. İspanyol hakemin mimik ve hareketlerine hayran kaldığımı belirteyim. Kendisini yere atan futbolculara "kalk ve sahana git" şeklinde yaptığı hareketlerin dozunu iyi ayarlayan, faul verdiği tüm pozisyonları eliyle anlatmasındaki tarzını takdir ettiğim, sarı kart sonrası oyuncuları uyarmasını bilen, nerede sert nerede yumuşak olması gerektiğini çok iyi bilen bir hakem. Bu dengeyi neden İspanyol tutturuyor da Türk tutturamıyor hep düşünmüşümdür.

















Gelelim başta belirttiğimiz iki kupanın geleceği açısından karşımıza çıkan tablo. Hakikaten Şampiyonlar Ligi finalleri ile UEFA Kupası finalleri arasında inanılmaz kalite farkları olmaya başladı. Bir kere artık Kupa 1'e Şampiyonlar Ligi demek abes kaçıyor, Devler Ligi demek lazım, zira 3 ülke toplam 9 tane şampiyon olmayan takım gönderiyor kupaya. Burada reklam gelirleri ve benzer maddi kaynakları önleyici tedbirler alınması imkansız. Ama bir şekilde UEFA Kupası'nın kalitesinin yükseltilmesi lazım, yoksa bundan 5 yıl sonra final maçlarını 20.000 kişi izleyecek ve kendi liginde küme düşme hattındaki takımlar oynayacak. Şampiyonlar Ligi'ndeki her ülkeden gönderdikleri takım sayısında % 30'a varan bir indirim yapılması lazım diye düşünüyorum. İspanya, İngiltere ve İtalya üçer, Almanya ve Fransa ikişer takımın gitmesi gibi...Yoksa bu gidiş iyi bir gidiş değil. Gelecek sezonki Avrupa Ligi'nin de çözüm olacağını sanmıyorum. Dediğim gibi bir araba dolusu gol yiyip, puan veya galibiyet almadan gruplardan elenecek takımlarla dolu 8 tane Şampiyonlar Ligi grubu yerine, bunların bir kısmını UEFA'ya almış, bir kısmını da ön elemelerde saf dışı etmiş, kalitesi yüksek takımları içeren 4 gruplu bir Şampiyonlar Ligi iyi bir alternatif gibi görünüyor.




















Gelelim yazı içinde belirttiğimiz Hollanda rejisinin cinliğine. Bunu sona bıraktık çünkü yayıncılıkla ilgili bir başka ayıba şahit olduk dün. Kupa törenini banttan verdi yayıncı kuruluş. Kupa nerede? Türkiye'de. Kazanan teknik adam kim? Daha önce Türkiye'de 2 farklı takımla 2 şampiyonluk yaşamış ve bir üçüncüsü için de adı geçen bir hoca. Nasıl izledik biz kupa törenini? Banttan. Hollanda....Sahada Hollanda'lı yok, Hollanda'lı hoca yok, Hollanda'lı hakem yok, Twente'de 8 sene forma giymiş Peter Niemeyer dışında hatta maçın Hollanda ile tek bir ilişkisi bile yok. Kupa töreninin ve sonraki kutlamaların tek bir saniyesini bile kaçırmadılar ve üstelik ne yaptılar biliyor musunuz? Tim Wiese'nin yazıda bahsettiğimiz 2006 yılında Juventus maçında yaptığı hatayı şak diye getirip maçın sonrasında ikinci gol ile üstüste verdiler.

Not: Bu Darijo Srna güler gibi ağlamıyor mu? Hırvatistan-Türkiye maçından sonra yine şahit oldum. Adam üzüntüden de sevinçten de aynı şekilde ağlıyor.

9 yorum:

Deniz Gür dedi ki...

Show TV de farksız. Onlar da kupa törenini banttan verdiler. Bunu nasıl anladım diye soracak olursanız: Kupayı aldıktan sonra takım sahaya iniyordu ve spiker "takım sahada tur atmaya iniy" dedi ve bir sonraki kare tüm futbolcular sahadaki yerlerini almışlar tribünü selamlıyorlar... Rezalet. Reklam gireceğim diye kupa törenini banttan yayınlamak şerefsizliktir bu kadar da açık söylüyorum affedersiniz.

Çetin Cem dedi ki...

wiese ikinci gole kadar çok iyi kurtarışlar da yaptı. bence "takımını yaktı" dedirtecek kadar vahim bir hata değildi yediği ikinci gol. evet, çıkartmalıydı ama yakın mesafeden vurulmuş bir top neticede.

Tribal Enfexion dedi ki...

ben staddaydım ve maçın o kadar sıkıcı olduğu fikrine katılmıyorum. Ha tribünler dersen lanet bir tribün vardı. Coşku yok, heyecan yok, tezahürat yok. Ama bu maç eyecansız olduğu için değil özellikle Shaktarlıların izleme kültürü kaynaklı. Hatta adamlar kupa şampiyonu oldular ama seyirciler beden önce koşarak çıkmaya çalışıyordu. Hoplama zıplama falan yoktu.

Sıkıcı dediğiniz maçta Srna ile sağ kanattan başlayan atak o ikili baskı geldiğinde bir u çizerek sol kanada orada baskı olursa da aynı yolla tekrar sağa top taşıyacak kadar set hücumu yapabilen bir shaktar vardı.

Zaten gerisi de laf-ı güzaf. Evet kaleci hataları maça damgasını vurdu ama Shaktar'ın brezilyalıları bir gömlek üstün olsaydı hadi geçtim biraz daha şanslı olsalardı ve o kaçırdıklarını atsalardı 3-5 olurdu 90 dakikada.

varol döken dedi ki...

werder bremen, diego'suz çiğnene çiğnene tadı kaçmış şekerli sakız gibiydi... mesut çok güçsüz, çok hırssızdı... organizasyon güzel, taraftarlar tırıştı... shakthar bremen'den iyiydi ama tribün kültürü olan yine bremen'di... stat çevresi güvenliği çok iyi, giriş çıkışlar rahat, kibarlık ve nezaket seviyesi yerindeydi... seyirci profili werder'de daha yaşlı, shakthar'da göbekliydi...

öyleydi böyleydi de bu maça 100 euro vermenin alemi neydi? bari tunchay, son golü atmış olsun:)

masa bekleyen cocuk dedi ki...

varol abı te$ekkur ederım organızasyona dızdıgın ovguler ıcın :) o ekıbın bir parçası olarak çok mutlu oldum valla cok ugra$mı$tık..

onumde 2 sıra 15-20 tane ukraynalı vardı ve inanın sanki lig sonuncusuna gol atmışlar gibi sevindiler kupayı aldıklarında. kale arkasındakı shaktarlıları costuranlar ıse tam ortalarında ki bir grup türk taraftardı. shaktar gol gol bile yaptılar :) ayrıca shaktarlıların herhangi bir marşı yok. sadece '' shaktar şık şık şık (alkış) shaktar şık şık şık '' o kadar.

shaktarın kazanmasını beklıyor ve umuyordum ama werder taraftarını gorunce mac ıcersınde döndüm fikrimden. sürekli bağırdılar destek oldular. maç bittikten 1 saat kadar falan oturdular stadda boş boş baktılar etrafa..

madalyasını aldıktan sonra yanımdan inen naldo nun gözyaşları ve hıçkırıkları hala gözümün önünde...

ve fenerbahcenin oynamadığı bir uefa kupası finalinde neden bütün stad fenerbahce lehine zaman zaman tezahürat yaptı hala anlamış değilim.. ne geregi var ki..

roland deschain of gilead dedi ki...

hatırladığım uefa finalleri içinde seyrederken en keyif aldığım maç budur.... takımlar iyi oynamadılar ama her an hata yapma olasılığı ve maçın orta sahaya kilitlenmesi yerine ceza sahası önlerine yığılması beni heyecan içinde bıraktı kesinlikle...hiç final maçına benzemiyodu seyrettiğim şey...sanki iki maçlı bir eleme turunun 1. maçıydı ve iki takımda maçı gol atarak bitirebilmek için herşeyi yaptı.

flyingdupe dedi ki...

böylece Lucescu Türkiye'de 3 klübü şampiyon yapan tek teknik adam oldu sanırım :p

onurkarakose dedi ki...

1- son yillarda espanyol-sevilla macindan sonraki en zevkli UEFA finaliydi

2- Wiese'ye gercektende haksizlik yapmissiniz. Adam ikinci gol disinda -ki onda da cok buyuk bir hatasi yok- gayet iyi oynadi.

3- Bana gore yapilan en buyuk haksizlik Dario Srna'ya olmus :) Bence kendileri Dani Alves ve Sergio Ramos ile birlikte gunumuzun en iyi sagbekidir. Hatta benim gozumde onlardan daha bile iyidir. Dunku macin acik ara en degerli oyuncusuydu.

4- Insanlik adina bir ricam olacak; show tv isimli kanal bir daha lutfen ama lutfen herhangi bir futbol musabakasi yayinlamasin. Gecen seneki yayin rezaletini de unutmus degiliz.

Adsız dedi ki...

hakikatten burada kupa seramonisini banttan verdiği için kızıyoruz ama (haklı olarak) geçen sene aynı kanal kupa finalini banttan vermişti! show tv hoşaftan bu kadar anlıyor buralarda!