Geçen hafta Klaas-Jan Huntelaar'ın Stuttgart'a
transferi ile ilgili yazımıza gelen yorumlardan birisini yapan
Ali Erk Uçman'dan Ajax'ın son yıllardaki oyuncu politikası ve ihraç ettiği oyuncular ile ilgili bir yazı yazmasını rica etmiştik. Sağolsun hiç geciktirmeden elimize harika bir yazı ulaştırdı. Aynen yayınlıyoruz ve kendisine çok teşekkür ediyoruz.
----------------
Yaşım Cruyff'u veya Michels'in takımlarını çıplak gözle seyretmeme izin vermese de Hollanda futbolunun 90'lı yıllardaki yükselişine pek çoğunuz gibi ben de şahit oldum. Bu yüzden tarih bana daha güçlü örnekler sunsa da günümüz futboluna yakınlığını da göz önünde bulundurarak 90'lardan başlayacağım hikayeye.
İstatistiklerle canınızı sıkmak istemiyorum ancak dönemi ansiklopedik bir şekilde özetlersek, 1991'de İstanbulspor'dan hatırladığımız Beenhakker'in Real Madrid'e gidişi üzerine takımın başına geçen yardımcısı Louis ilk sezonunda UEFA'yı alarak rüştünü ispat etmişti. Ligde beklenen başarıyı PSV'nin arkasında kalarak elde edemeyen takım 93 yılında yıldızları Bergkamp ve Jonk'u Inter'e göndermek durumunda kalıyor. Akabinde de Avrupa'yı da gördüm artık memleketime dönebilirim diyen Rijkaard'ı ve genç ve cevval yetenek Finidi'yi bünyesine katıyordu.
O zaman Şampiyonlar Ligi, Şampiyonlar Ligi'ydi.
Bu eski bayramlar gibisi yok tadında cümleyle tek anlatmak istediğim kupaya sadece şampiyonların katılabildiği tabii. Yeni transferleri ve altyapıdan çıkan gençlerin eşliğinde şampiyonluğa ulaşan takım 94-95 sezonunda ise Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaşıyordu. 18 yaşındaki Kluivert ise tabiri caizse döktürüyordu.
Fakat Jean-Marc Bosman denilen adam kulübü RFC Liege'e açtığı davayı kazanıyor ve kendisi için küçük ancak futbol dünyası için bir adım oluyordu bu dava. Avrupalı futbolculaırn kazandığı serbest kalma hakkı, Avrupa Birliği'nin sunduğu serbest dolaşım hakkı ile birleştiğinde mevcut düzeni ekonomik açıdan güçlü takımların lehine kökten bir şekilde değiştiriyordu. O zamanlar Cristiano Ronaldo muhtemelen okumayı geç söktüğü için sınıf arkadaşlarının alaylarına maruz kalıyor, sözleşmesi biten futbolcuların aklına da köle olmadıklarını tabloid gazetelere haykırmak pek gelmiyordu.
O dönemler İtalyan futbolu, Berlusconi ve Agnelli'nin etkisi ile dünya futbolundaki en prestijli futbolcuları bünyesinde toplayan bir çekim merkezi idi. İki sene üst üste finalde İtalyan takımları ile karşılaşan Ajax'ın futbolcularına Milan ve Barcelona'nın aç gibi saldırması da haliyle çok da şaşırtıcı olmamalıydı. Bu dönemde Ajax'ın vermeyi hayal edemeyeceği paraları bir anda önlerindeki sözleşmelerde gören genç yetenekler ekonomi sınıfı biletlerini alıp İtalya'ya uçuverdiler. Ajax'ın yapabileceği çok bir şey de yoktu zira Bosman kuralları daha yeni geçerlilik kazanmıştı ve buna hazırlıksız yakalanmışlardı: Aynı Galatasaray'ın 2000'lerde yakalandığı gibi (bkz. Türkiye'de her şeyi beş sene geriden takip etmemiz - grunge, rapcore, vs...)
Bir süre sonra da Van Gaal'i kaybettiler.(Van Gaal'in İspanya'da kurduğu Hollanda kolonisinin Katalanlar tarafından benimsenmemesi ve Avrupa kupalarındaki performansın yeterli görünmemesi nedeni ile üç senenin sonunda takımdan ayrılmak durumunda kaldı) O dönemden sonra da hala toparalanabilmiş değiller.
Van der Vaart ve Sneijder'in başını çektiği güçlü bir jenerasyon yakaladılar ancak bu jenerasyonun önemli oyuncularını takımda tutamadılar. Babel'i Liverpool'a Van der Vaart'ı Hamburg'a Sneijder'i Real Madrid'e satan Ajax yönetimi, bu oyuncuların yerlerini doldurma konusunda PSV'nin senelerdir izlemekte olduğu yolu tercih ederek Hollanda içinde parlayan yetenekleri transfer etti.
Machlas ve Suleijmani gibi örneklerde çuvallayan bu politika, Huntelaar'da ise meyve verdi. Takımdan ayrılan oyunculardan hiçbiri kendilerinden beklenen derecede bir patlama gösteremedi. Ne Babel, İngiltere'de Overmars'ın yarattığı etkiyi yaratabildi, ne Heitinga İspanya'da bir Koeman olabildi, ne Sneijder ve Van der Vaart, bir Seedorf veya Davids'in istikrarını gösterebildi.
Ancak burada bence daha önemli olan nokta, Seedorf, Davids, Overmars, Kluivert, Ronald de Boer, Frank de Boer gibi oyuncuların kendilerinden beklenen "efsane" düzeyine ulaşamamış olmalarıydı.
Onlar Avrupa futbolu'nun elit futbolcuları olsalar da asla en tepede yer almadılar. Cruyff'un Barcelona'da, Rijkaard'ın Milan'da Bergkamp'ın Arsenal'de yarattığı etkiyi yaratamadı hiçbiri. Kariyeri iniş çıkışlarla dolu olan Kluivert, bir türlü istikrar sağlayamadı. Ajax'tan gittiği Milan'da 27 maçta 6 gol atabilen Patrick, Van Gaal'in Barcelona'sında kendini toplasa da 18 yaşında Şampiyonlar Ligi finalinde maçı kazandıran golü atan "genç yıldız", kendisinden beklenenleri asla tam anlamı ile karşılayamadı.
Kluivert'la beraber Milan'a transfer olan takım arkadaşları Davids, Reiziger ve Bogarde da bu hayal kırıklığından nasiplerini almışlardı. Davids Juventus'a, Reiziger ise Van Gaal'in Barca'sına transfer olarak kariylerini kurtarıdysa da Winston Bogarde o kadar şanslı değildi. Van Basten, Rijkaard ve Gullit'in kazandırdığı kupaların tadı damağında kalan Silvio (Berlusconi), Bosman kuralından faydalanarak Ajax'a aç gibi saldırırken bu denli bir hezimeti ön görmüyordu sanırım. Milan iki sezon içerisinde Sacchi ve Capello gibi iki teknik direktörü öğütürken bu iki sezonu 10 ve 11.'lik dereceleriyle bitiriyor ve Juventus'a San Siro'da 6-1 lik sonuç ile boyun eğiyordu.
Ne İtalya'daki ne de İspanya'daki Hollanda projesi başarılı bir sonuç verebilmişti. Bu da bize şu soruyu sordurtuyor:
Bir arada dünya futbolunu domine edebilecek seviyede bir futbol oynayan bu denli genç ve önünde yıllar olan bir takımın üyeleri nasıl oldu da gittikleri takımlarda kariyerleri boyunca kendilerinden bekleneni karşılamakta böyle zorlandılar?
Civilization oynayanlar ve az biraz felsefe okumuş olanlar bilirler, Aristoteles'in bu konuya dair güzel bir deyişi vardır: "Bütün, parçaların toplamından fazlasıdır." Bu deyiş bizim için bir ipucu olabilir, fakat şu soru bizim için hala güncelliğini koruyor: Bütün, parçaların toplamından ne kadar fazlası olabilir ki?
Galatasaray'ın 2000 ruhu dediği şey bir bütün olarak oynamaya alışmış, birbirinin tabiri caizse ciğerinin içini bilen, kimin nereye koşacağını, nereye pas atacağını kestirebilen oyuncuların bir bütün olduklarında birbirlerinin eksik yönlerini kapatmak sureti ile daha etkili bir oyun oynadıkları değildir de nedir ki?
Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya Şampiyonluğu kazanan Fransa milli takımının iskeletini oluşturan Trezeguet,Henry,Thuram gibi oyuncular Monaco alt yapısında ve Fransa ümit milli takımında yıllarca beraber oynamış, birbirlerini tanıyan oyunculardı. Geçen sene akıl almaz bir performans gösteren Barcelona'nın iskeletini oluşturan oyuncuları biz gözünüzden geçirin. Kaç senedir bu oyuncular beraber oynuyorlar? Arsene Wenger her sene kadrosunu baştan aşağı yenilese böyle akıcı bir oyun oynayabilir miydi Arsenal?
Bu tarz yapılarda oynamaya alışmış oyuncuların en büyük sorunu, bu yapılardan çıktıklarından onların eksiklerini aynı şekilde kapatacak oyuncuları bulamıyor olmaları. Ajax'ın elindeki yetenekli jenerasyonu kaybetmemesi halinde 94 "ruhu"nu yakalaması ihtimal dahilindeydi elbette, fakat ellerindeki oyuncuların gerçekten o seviyede olup olmadıklarını veya oyuncuların erkenden takımdan ayrılmış olmalarının kariyerlerinde nasıl bir etkiye sahip olduğu da benim için cevapları halen karanlık olan sorular.
İki kale direği arasını korumakla sorumlu olan Van der Sar'ın dahi Juventus'ta çuvallayıp Fulham'a transfer olması ve kariyerini orada canlandırması dahi bize performansın salt oyuncunun yetenekleri ile doğru orantılı olarak şekillenmediğini gösteriyor.
Psikolojik faktörler nedeniyle oyuncunun "büyük" bir camianın bünyesinde oynamaya hazır olup olmadığı da önemli bir belirleyici etken.
Bayern Münih tarzı bir yapılanma göstererek Hollanda'da yetişen yıldızları genç yaşta bünyesine katan PSV, son senelerde profil küçülterek Alex, Robben, Van Bommel, Kezman gibi oyuncuları uygun taliplileri bulduğu anda elden çıkartarak yurt içindeki diğer "yıldız" ve yıldız adaylarına yönelmişti, şimdi Ajax da bu tarz bir yapılanmayı tercih ediyor ki bu tercih bana kalırsa bu takımların ellerindeki tek uluslararası başarı şansının kürtajı anlamına geliyor.
Öte yandan AZ Alkmaar, Van Gaal ile kazandığı istikrarla beraber kazandığı şampiyonluğun keyfini, karşılaştırmalarımda bahsi çokça geçen Bayern'in Van Gaal'i başa getirmesi sebebiyle pek de süremedi. Hollanda futbolunda son senelerde ciddi bir jenerasyon sıkıntısı olduğu da ortada, bu durumda Ajax'ın transfer politikasının ne kadar etkisi var bu başka bir yazıda konu hakkında daha bilgili birisi tarafından irdelenmesi gereken bir soru. Ancak oynadığı kısa sürede bir Eredivisie efsanesi haline gelen Afonso Alves'in Premier League'de küme düşen Boro'da gösterdiği performans ortada. Afonso Alves, Heerenveen'e kulüp tarihinin en pahalı transferi olarak gelmişti ki o takım, Van Nistelrooy, Tomasson, Huntelaar gibi oyuncuların da zıplama tahtasıydı.
Heerenveen, Groningen, Ajax gibi takımların bir diğer çıkış noktası da İskandinav liglerini yağmalayarak bu jenerasyon sıkıntısının önüne geçmek. Zlatan Ibrahimovic, Marcus Berg hatta yine Malmo'den transfer olan Afonso Alves bu konuda güçlü örnekler. AZ Alkmaar, Göteborg'dan Wernbloom'u transfer ederek bu halkaya bir yenisini eklemek niyetinde.
Neyse efendim çok dağıldık, bu sorunu nasıl aşacakları Hollandalı'ların sorunu. Tek istediğim bu tarz bir yapılanmanın neler getirebileceğini - oyuncu kalitesi ile oyun kalitesi arasında doğru bir orantı olmadığını ve de ülke futbolunda yaşanan tıkanmalar ne gibi çözümler getirilebileceğini Ajax ve Ajax'tan giden futbolcular özelinde tanık olduğumuz bir tarihten örneklere yaslanarak göstermekti.
Şimdi de eski CM oyuncularını, fantazi takım severleri ve küçüklüğünde bozuk para veya kağıt parçasını top yaparak iki hayali takıma maç yaptıran çocukları mutlu etmek adına 95'lerin Ajax'ını ve Ajax'ın taze dağılan jenerasyonunu 11'le karşı karşıya getirelim.
Van der Sar - Frank de Boer - Blind - Rijkaard - Reiziger - Overmars - Ronald de Boer - Davids - Finidi - Litmanen - Kluivert
Grim, Bogarde, Seedorf, Hoekstra, Dani
Stekelenburg - Vermaelen - Heitinga - Chivu - De Jong - Babel - Sneijder - Van der Vaart - Pienaar - Huntelaar - Ibrahimovic
Yedek yazamıyorum, on biri çıkartana kadar bile epey hafızamı yokladığımı söyleyebilirim. 94'lerde ise makası biraz genişletebilirsek, yazılabilecek Bergkamp, Jonk, Marcio Santos gibi oyuncular da var. Sizce kim kazanır?
8 yorum:
çok güzel 1 yazı olmuş eyw. Nitekim efsane 2000 kadrosunun yurtdışında transfer oldukları takımlardaki başarıları( başarısızlığı) da ortada maalesef.. söylendiği gibi "Bütün, parçaların toplamından fazlasıdır"
stekelenburg nereye gitti?
hala ajax'da kendisi, ama o jenerasyonda ya dinamo bükreş'e giden lobont'u kullanacaktım ki lobont genelde takımda yedek kalıyordu, ya da o dönemden bu döneme takımın kalesini koruyan stekelenburg'u koyacaktım.
stekelenburgu'u tercih ettim.
20 yaşından beri ajax'ın kalesini koruyor kendisi.
@obsesif zaten yazıda yapmaya çalıştığım vurgu da bu yöndeydi. dışarıdan alınbilecek en kaliteli parçaları alıp monte ederek avrupa'nın elit kulüpleri ile baş etmek mümkün değil, onlar hep senden bir adım önde oluyorlar. İster buna endüstriyel futbol diyin ister yaşamın gerçeği diyin, ama hep bir başkası sizden daha kaliteli bir kadroya sahip olacak. Bununla baş etmenin en gerçekçi yolu parçalardan çok bütüne odaklanmak ve oluşturulan bütünü koruyarak üstüne yapının kucaklayacağı ve yapının sürekliliğini sağlayacak öğeler katmak.
ajax örneğindeki finidi ve rijkaard gibi.
Bir de buna alternatif olarak benimsenen Bayern Münih, Lyon, Porto ve hatta Fenerbahçe gibi kulüplerin uyguladığı yerel büyük balık politikası var. O da yerel liglerde rakip takımların parlayan oyuncularını transfer ederek hem rakipleri zayıflatmak suretiyle yerel ligde hegamonya kurmaya dayanıyor. Fakat Fenerbahçe ve Bayern gibi kulüplerde bu oyuncuların "satılması" genelde söz konusu olmazken (Fenerbahçe'nin son dışarıya Türk oyuncu satışı Elvir Baliç yanlış hatırlamıyorsam)
Porto,Lyon,PSV gibi kulüpler Avrupa vitrinini kullarak bu oyuncuları pazarlıyıp yerlerine yine yerel ligden yenilerini koyuyorlar. Hoş, yerel piyasada yaşanan bir durgunlukta daha ikinci planda kalan liglerin yağmalanması da söz konusu olabiliyor.
Ama bahsettiğim yapıyı koruyucu yaklaşımı göremiyoruz. Dolayısıyla bu takımlar her sene destelerini karıştırıyorlar - iyi bir el geldiğinde bu takımlar iyi bir performans gösterirken kimi zaman da oynadıkları kumar tutmuyor.
Gerçekçi bir model elbette, ancak bana yenilgiyi en baştan kabullenmekmiş gibi geliyor.
Galatasaray'ın 2000'de klüplerimiz için çıtayı yükseltmesi bütüne odaklanmayı zora soktu sanırım.. Örneğin galatasaray taraftarları ( ben de dahil )2000 kadrosunun tamamen dağılmasından sonra bile aynı başarıyı ya da daha yüksek bir başarıyı beklemeye başladı, beklemekteki sorun ise bu başarının hemen beklenmesi, yani 1 takım kurulsun 3-4 sezon kadar sabredilsin ve bir uyum yakalansın ve zamanla mükemmeliyet hedeflensin değil.. galatasarayın rakipleri içinde aynı durum geçerli.. ortada bir rakip takımın başarısı var ve kimse benzer bir başarının yakalanmasının uzun vadade gerçekleşebileceğini düşünmüyor, bir an önce gerçekleştirilmesi için birbirinden tamamen farkl 4-5 tane yıldız isim transfer edilerek bu başarının gerçekleştirilebileceğine inanılıyor.. sonuç ise sene 2009!
Jonk ve Bergkamp PSV'deydi
Aslında bir de Belçika piyasasına el atmaları da var bu takımların. eskilerden beri Nilis, Degryse, Vermaelen, Sonck vs. hepsi oynamıştır Ajax ve PSV'de.
2000'lerden unutulmaması gereken bir oyuncu da Van Der Meyde. Ajax'ta çok önemli bir sağ açıkken, Inter'e gitti ve gün be gün sonrasında kendini eritti.
@Thermo Rheumon
Wim Jonk Ajax'tan Inter'e, Inter'den ise PSV'ye geçti. Yanlışım mı var hafızam bana oyun mu oynuyor diye bir kaç kaynağa daha baktım Wim Jonk'un Ajax formasıyla fotoğraflarını görünce şüphem sona erdi ama istiyorsanız siz yine kontrol edin.
Bergkamp ile PSV'yi ilişkilendiren herhangi bir kaynağa da rastlayamadım. Paylaşırsanız çok sevinirim.
Benelüks bağlantısının bene ayağında ise haklısınız örnekler çoğaltılabilir gerets, john bosman, dembele, simons, maartens, vertonghen gibi. Hatta Ajax'ın çok şeyler beklediği Toby Alderweireld de Belçikalı. PSV'nin genç ve a 1 takımlarında ise toplam 10 belçikalı yer alıyor - Avrupa birliği kültürel, dilsel ve coğrafi yakınlığın etkileri çok önemli.
@obsesif
beklentilerle ilgili saptamanızda sonuna kadar haklısınız ancak 2000 sonrasındaki dönemin çok kötü yönetilmesi de söz konusu, Jardel'in incik boncuk karşılığında Sporting'e verilmesi (kaldı ki bu bile ayrı bir yazı konusudur başlı başına) Bülent Akın, Serkan Aykut gibi oyunculara verilen fahiş paraların bedelini ödüyor Galatasaray hala. O dönemde yapılan yatırımlar biraz doğru planlanıp bir önceki jenerasyona gerçekten güvenilse belki daha iyi sonuçlar elde edilebilirdi.
Bilemiyoruz tabi...
jardel konusu gerçekten çok ilginçtir.. horvath, spehar, mpenza artı jardel'in yıllık ücreti kadar bir bonservis bedeli karşılığında sporting'e verilmiştir.. bakkaldan bir şey alırken bile insan 1 verip 3 aldığı zaman bir işkillenir ama koskoca galatasaray yönetimi bu transferi onaylamıştır.. gelen 3 oyuncu da sporting lizbon'da dahi düzenli forma giyen oyuncular değillerdi, mpenza dışında yaşları genç değildi.. galatasaray'dan gittikten sonra mpenza ( o da yıllar sonra) dışında çıkış yapan olmadı.. bu 3 oyuncu artı alınan bonservis sanırım bu 3 oyuncunun sözleşmelerini anca karşılamıştır.. gerçekten aklın alabileceği bir durum değil, kimler onay vermiştir bu işi kimler akıl etmiştir.. art niyet aramamak mümkün değil.. jardel'de sporting'e gittiği sezon 42 gol atmıştır (:
Yorum Gönder