2,5 yıl önce Paris'te Chez Clement isimli kafede iş arkadaşlarımla otururken, içimizden bir kız kafenin Sırp şef garsonuna menüdeki kremalı bir tatlıyı gösterip "bu, bu yörenin tatlısı mı?" diye sormuştu. Dumura uğamış bir şekilde Sırp adamın suratına bakmıştım, "evet hanımefendi Chez Clement ve Mahdumları Börek Salonu'nun tatlısıdır" diyecekti de zor tuttu kendini. Ulan burası Vakfıkebir mi de yerel yemek mi diye soruyorsun. Paris lan, oha. Dünyanın en kozmopolit ülkelerinden birisinin ünü dünyaya en fazla ulaşmış şehrinde hala kendisini Balıkesir'de hoşmerim tatlısı yiyor sanıyor. Bunu iki ülkenin şehirlerini veya yemeklerini karşılaştırmak gibi bir amaçla yapmıyorum yanlış anlaşılmasın, Türk insanının yurt dışıyla bağlantıya geçtiği zamanlarda büründüğü acaip haller beni benden almıştır hep. Her insanın ömrü boyunca yaşadığı ülkenin dışına çıkıp bir başka ülkede en azından 1-2 sene yaşaması gerektiğine inanırım, zira insanların aynı olaylara nasıl baktığını görmek, at gözlüklerinizin, kabul ettiğiniz doğruların aslında sorgulanabilirliğini ve aslında olaylara başka açılardan da bakılabildiğini gösteriyor. Bu yüzden herkesin tecrübe etmesi gerektiğini düşünürüm. Türk insanının yurt dışı yolculukları ise genelde kalıcı planlar için değil, "Ay Merve, yılbaşında Paris'deydik, hakikaten romantizm şehri" şovunu yapma amacından öteye geçmez (Pigalle'de Cezayirlilerin arasından geç de görürüm romantizm senin nerene yansıyor). Geçmeyince de bizim bloga konu olur tabi. Aşağıda Kapıkule'den çıkınca başka bir organizmaya dönüşen Türk insanının 10 turistik metaforu var.
1-Kapıkule'den sonrası Ölüm Orucu:"Eeee Aylin ne yaptın Viyana'da, katedralleri falan gezdiniz mi?"..."Gezdik de aç kaldık yaaa, yemek yiyecek hiçbir yer yok"...Viyana'ya giden kız söylüyor bunu, duyan da Viyana'ya değil de Avustralya'nın medeniyet olmayan çölüne gitmiş sanar. Türk insanının Avrupa'ya gittiğinde yemek konusunda beni çileden çıkartan alışkanlıkları vardır. Her yerin domuz eti koktuğunu iddia ederler (her gün domuz çiftliğinde çalışıyor ya, kokunun uzmanı olmuş), yahu sen Kurbağalıdere'nin yanındaki o insan beynini uyuşturan kokuyla çiğ köfte yerkenki koku daha mı iyi? Bir de uçaktan iner inmez dönerci, kuru fasulye pilavcı, Türk kebapçısı ararlar. Paris'te böyle bir yere rast geldim. Bir sokakta onca kafe, mağaza, restoranın arasında "4 çeşit tabldot" lokantası duruyor. Tabelalar şöyle gidiyor: Biftek Alzasyen, Buyabes, Vilrua Piliç Panesi, Croute aux Champions, etli nohut (aile salonu mevcuttur), Pomme Paille.Yahu bir dolu müslüman turist çeken Avrupa'nın restoranlarında alternatif oluşturmaması mümkün mü? Ben de domuz etinin tadını sevmiyorum ve yemiyorum da hiç aç kaldığımı hatırlamıyorum bu yüzden.
2-Tax Free adamı: İş arkadaşlarınız, okul arkadaşlarınız ve akrabalarınıza yurt dışına çıkacağınızı söylediğinizde buna sevinmelerinin bir tek nedeni vardır. Zira "ooooo süppeeeeeeer" diye tepki verirken çoktan hangi Chanel parfümü sipariş edeceğini düşünmeye başlamıştır bile. Tax Free marketi Türk insanı için okul, stadyum, hastane gibi yapılardan çok daha önemlidir. Ancak ilginç şekilde bu market parfüm ve içki alışverişi için kullanılır. Misal o marketlerden gidip kitap alanı hiç görmedim, halbuki kitaplarda da önemli indirimler vardır. Ben yurt dışından 1 bavulla gelip, havalimanından 3 çantayla çıkan adam biliyorum, hatta evet, Tax Free'nin manyetik alanına kapılıp, bavullarını unutarak 3 JB, 2 Malibu, 4 Sheridan's ile havalimanını terkedip eve geldiğinde "eeee Hayri nerde senin bavulun?" sorusuna "Free your mind" diye cevap veren adam biliyorum. Hatta bazısı yurt dışından ucuza getirdiği şeyleri arkadaşlarına pahalıya satarak yolunu bulmuştur. Zeytinburnu'nda sırf tax free'den alışveriş yapmak için pasaport başvurusu yapan gençler olduğu ise bir efsaneden ibarettir......yani..galiba....
3-Avrupa taşı toprağı zift/altın: Tamam Türkiye güzel ülkedir deniziyle, tarihiyle, kültürüyle söyleyecek lafımız yok. Ama Türk turistinin yurt dışında gittiği her ülkeyi Türkiye'yle karşılaştırması ve sonuçta ortak nokta bulma ile aşağılama arasında gidip gelmesi çekilir gibi değildir. Bir köprüye götürürsün, "ah bizim Boğaz gibisi var mı?" der, bir kaleye götürürsün, "aaa Topkapı surları Topkapı" der, Red Light'a götürürsün, "bizim Zürafa'da daha güzel karılar var lan" şeklinde terbiyesizleşir. Bunun tam tersi de ağzından salyalar akarak etrafta dolaşanlar. Bir arkadaşım Slovakya'ya gitmişti zamanında, resimlerini gönderdi. Hatun Bratislava şehrinin haritasının olduğu panonun önünde resim çektirmiş. Ulan orada niye resim çekiyorsun, katedrali, sarayı, meydanı anladım da ilan panosu nedir? Elin Slovakyalısı Türkiye'de hala mercekle ateş yakıyorlar sanacak. Bir de gidilen şehirde sokaktaki insan heykelleriyle resim çektirme manyaklığı vardır. Adama desen ki git Yüksel Caddesi'ndeki heykellerin yanında resmini çekeyim, gelmez, ama Madrid olunca, koş. Sanki heykelle sonra bira içmeye gidecekler...
4-Avrupa açık genelev: Uzaylılar bir gün dünyada ilk olarak Türkiye topraklarına inerlerse Avrupa'yı çok ünlü bir genelevin ismi sanabilirler. Hollanda'ya gelmem kesinleştikten sonra bir veda turu attık insanlara. Bankadaki pazarlamacı bir büyüğümüzün yanına gittim. Sordu "nereye gidiyorsun Fıratcım?" diye. "Hollanda"dedim. Adam bir anda pozisyonunu değiştirdi. "Fıratcım (fısıltıyla) en güzelini yapıyosun, abi düşün Amsterdam, dünyada isminde iki tane am olan şehir var mı Fıratcım yaaaa" dedi ve orgazmı tamamladı. O takım elbiseli, portföyünde 20 milyon euroluk adamlar bulunan, 2 çocuk babası adam bir anda Esenler kekosuna dönüşmüştü. Ama bu ona özgü değil, milletimizin tümüne özgü bir durum. Yıllar önce inter-rail'le İtalya'ya giden bir kereste arkadaşımız, not defterine gezdiği şehirlerin değil, yattığı fahişelerin ismini ve telefonlarını not almıştı. E böyleyiz, biz. Uçağa binerken bir sırtına vurmadığımız, var "hadi yiğidim beline kuvvet" diye. Zannediyorlar ki Schiphol'a inince şöyle bir manzara var: "Mr. Mahmut, welcome to Netherlands, looooook, how big, nasty, asses we haaaave"
5-Navigasyon Adam: Yine lafı Paris'e getireceğim. Gitmeden bir kaç gün önceydi. Bir arkadaşımla görüştüm, yanında tanımadığım zirzop karakterli bir arkadaşı vardı. Fransa'ya gideceğimi duyunca "aaa Champs-Élysées'deki Le Café Brulant'a mutlaka git, harika kahve yapıyorlar" dedi. Dedim "kaç yıl yaşadınız Paris'te?". "Ay yok biz iş gezisi için gittik 3 günlüğüneeeee". Öyle bir navigasyon sistemi var ki kızda 3 gün kalmasına rağmen Fransa'nın en iyi kafesini belirlemiş, sadece bir tanesine giderek. O da bir kere. Böyle tipler var, hayatlarında bir kere gittikleri şehrin sadece bir kez oturdukları restoranını o ülkeye giden herkese tavsiye ediyorlar, sanki şehrin gurusu olmuşlar gibi. "Aaa nereye Los Angeles'a mı, Manhattan'da bir bar var bak söy.....". Los Angeles'a gidiyorum deve, ne Manhattan'ı arada 5.000 kilometre var. Bir de bunların her önemli günde, 2 gün kaldıkları şehri özleme tripleri var. Yılbaşı gecesi "ay şimdi Hyde Park'ta olmak vardı, aaah ah, orası başka bir Boheme, başka bir hayat....Ama barlar 10'da kapanıyor ya orası kötü"....Hyde Park'ın çimlerine gömülesice...
6-Azılı Bedevi: "Hacı belli bir yaştan sonra gelip buraya yerleşeceksin aslında, kafayı dinleyeceksin, en güzeli, en güzeli.....". Yurt içi veya yurt dışı turisti farketmez, her Türk çalıştığı şehrin gürültüsünde kurtulup gittiği tatilde, kafayı dinlediği yere yerleşme planı yapar. Mallorca'ya gider oraya yerleşir. Londra'ya gider oraya yerleşir (nereye yerleşiyorsun Londra'da bir pantolonun fiyatı olmuş anasının nikahı), New York'a gider oraya yerleşir, Bodrum'a gider oraya yerleşir....yerleşir de yerleşir...Muhabbet senelerdir değişmedi. "Abi kaçacaksın bu büyük şehrin gürültüsünden belli bir yaştan sonra, kafanı dinleyeceksin, sistem var adamlarda sistem". Sanki Londra'da New York'ta gürültü yok, bütün şehir 1-2-3 tıp dedin mi 2 ay susuyorlar. Bu şehrin gürültüsünden doğaya Türkiye'nin güneyine doğru kaçma yanlıları da kendilerini kandırırlar, zira bu güruhu götürüp yerleşmeyi düşündükleri mekana, örneğin yeşillikler içinde bir yere bıraksan 2 hafta sonra, "ya ben facebook'a gireceeeedim, tatil fotolarını yükleyecez daha, internet yok mu" diye ortalara dökülür. Zaten bir süre sonra da yaratılışlarına yenik düşüp geri dönerler ve doğal ortamları olan Bağdat Caddesi KFC'de konuşlanırlar.
7-Bijuteri Adam: Bir ara Türkiye'de Hard Rock Cafe ve Planet Hollywood t-shirtleri çok yaygındı. Biliyorsunuz Planet Hollywood Bruce Willis, Arnold Schwarzanegger ve Sylvester Stallone'nin de hisselerinin olduğu bir restoran zinciriydi. Her şehre özgü siyah t-shirtleri var. Bir keresinde Salı Pazarı'nda Hard Rock Cafe-Tokyo t-shirtünü görmüştüm. "Cuma pazarını da Tokyo'da yapıyorlar herhal" diye geçtim. Ama geçmeyen var, Türk turisti. Gittiği her yerin sembol giysisini alıp Türkiye'ye gelen sonra da sözümona hava basan tip. Diyeceksiniz ki, "sen yapmadın mı Dutchman", yaptım tabi ben de zamanında. 3 sene önce Hollanda'ya ilk gelişim, Nike ambleminin sperm şekline geitirilmiş ve altına "Just Did It in Amsterdam" yazılmış halinin olduğu t-shirtü aldım geziyorum onunla İstiklal'de "bakın lan şşşş baksanıza olüm Hollanda'ya gittim hey yavrum hey" havasındayım. Nefret ettim sonra kendimden. Hadi beni geç, üzerine Amerikan bayrağını giyip gelmişti birisi zamanında. "Ne bu hal?" dedim, "Makasuşets'i biliyor musun, gittim de teyzem orda" dedi (hep de ya teyze ya hala olur). "Makasuşets hımmm...bu Masaşusets'in biraz batısında kalıyor orası herhalde dedim, "........ay anlamadım valla, bira var mıaaaaaaa....."
8-Bir Lisan Bin İnsan: İngilizce ya da herhangi bir yabancı dili bilmemek insanlık ayıbı değil. Bu dilleri öğrenmemek de değil, ama gittiği ülkede hiç olmazsa bir tane kitapçık veya sözlük alıp onunla derdini anlatmak yerine Türkçe konuşmaya çalışmak, işte bu insanlık ayıbı. Ha İngiliz buraya gelince elinde Türkçe sözlükle mi geziyor? Hayır, tamam da o adam İngiliz, neredeyse dünyanın resmi dili haline gelmiş bir dili konuşuyor, sen Türksün (bu atıyorum Polonya'lı, Romen, Norveçli içinde geçerli). Yolda kimlik polis soruyor. Bizimki "üzerimde kimlik yok" diyecek özetle. "yok yok yoooook, ya kimlik diyorum bak kimlik...kimlik....kimlik ya......evde evde üzerimde değil....no......kimlik no...., but evde".....Sorun şu yalnız, bu lafları bir de bağırarak söylüyor bizimkiler. Sanki bağırınca Alman polis "bir dakka lan şimdi bağırınca tanıdık geldi bu dil, selamünaleyküm dayı tamam geç" diye dile gelecek. Her ülkede gördüm bunu ve maalesef gülmekle utanmak arasında gidip geldim. 1-2 cümle öğren de öyle git be adam. Ne o dile yatkınlığın mı yok? Bitiyorum bu lafa. "Ben dile çok yatkınım, ben hiç değilim"...Yok ya..Nasıl oluyor lan o?
9-Inter-rail Şövalyeleri: Ekim ayı okul açılır. "Birader bu sene kesin Inter-rail'i yapalım, şimdiden para biriktirmeye başlayalım, süper oluyormuş, gece yolculuk edip gündüz geziyormuşsun" nidaları eşliğinde 4-5 kişilik bir grup birbirine gaz vererek anlaşır. Ardından daha da gaza gelinerek "çıkışta gidelim bakalım Haydarpaşa'ya o zaman, hadi" denir ve hayaller kurulmaya başlanır. Derken her hayalin bir yerinde bir gerçeğin kafaya dank etmesi gibi işin maddi yönü, aile fikri akla gelir ve saat 4 olduğunda gruptan "beyler bugün gitmeyelim araştırmaya akşam bir konuşalım, para durumuna bakalım" sesleri çıkmaya başlar. Aileyle muhasebe yapılıp işin yalan olacağı ortaya çıkınca ertesi gün okulda kimse konuyu açmaz. Aylar geçer Nisan ayına gelinir. Bir tanesi içinde tutamaz, "beyler ne oldu Inter-rail işi, hani yapıyorduk?" diye sorar. Herkes dökülür. "Abi bu yaz biz annemlerle Avşa'ya gidicez, annemlerin yazlığı var", "beyler ben yokum o işte Avrupa karışık bu aralar diyorlar", "seneye yapalım en güzeli hem üniversite sınavını atlatmış oluruz". Gelecek senenin ekim ayı bu diyaloglar aynen tekrarlanır. Türk liseli gençliğinin böyle bir tutkusu vardır. Yıllarca da sürecektir. Bu yolculuktaki sınavı atlatıp gerçekten Inter-rail'e katılan çok az Türk arkadaş grubu vardı ki, onlar da İzmir Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi'nde sergilenmektedir.
10-İrlanda Fetişizmi: İrlanda güzel ülkedir tamam, güzel gruplar çıkarır, dinleriz, Dublin güzel yerdir e tamam, tamam da ben bu Türk insanındaki koyu İrlanda sempatizanlığını çözmüş değilim. Kime gitmek istediği ülkeyi sorsan tepeden İrlanda ile başlıyor. Nedense bu ülke hakkında kimse çalışmıyor, herkes sabahtan akşama kadar içiyor, parayı da zaten sıçarak imal ediyorlar gibi bir imaj var insanların kafasında. 24 saat pubdan çıkmıyor zannediyorlar adamları. Elemana desen ki, "Ömerli'de gidip 2 dönüm tarla var süreceğiz", suratını ekşitir, ama İrlanda deyince bir anda ilk porno filmini izleyen adam moduna bürünüyorlar. Limerick çiftliğinde git ineği sağ da sabahtan akşama kadar gör Irish pubını, Guinness Draught'u. Sırf bu yüzden enfes film Once'ın yönetmeni John Carney "bugüne kadar Dublin'i hep ışıltılı, rüya şehri gibi gösterdiler filmlerde, o yüzden bu filmi şehrin daha az gelişmiş, banliyölerinde çektim ki insanlar Dublin'de böyle yerler olduğunu da bilsin" şeklinde bir açıklama yaptı. Ama yok, bizim halk hala şöyle sanıyor adamın gününü. Sabah kalk, yeşillikte koşu yap, kahve iç, televizyon izle, müzik konserine git, yemek ye, akşam da ver elini bira, akordeon, keman sonra da sınırsız seks heyoooo....değil canım...
by Barad-dur, Canarino, forzabrian, Gorky and FD
9 Temmuz 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
23 yorum:
tax free adamının free your mind diye cevap verdiği anda ben dağıldım. elinize sağlık şahane olmuş...
amsterdam haa. harikasın hocam.
bir yurdum insanı klişesi daha, yurtdışından hediye getirir ama ne hikmetse herkes buzdolabı magneti getirir. tamam ucuz olsun sözüm yok ama sanırsın ki yurtdışında magnet shoplardan geçilmiyor sokaklar. Buzdolabında magnete yer kalmadı artık
Yürü Be dutchman kim tutar sizi! güzel tespitler güzel bir yazı.
Diğer bir klişede döndükten sonra her laf arasında söylenen "geçen gün de Paristeydik" lafıdır.
Alakasız insanlara alakasız zamanlarda söylenir.Hatta aradan 5-6 sene geçmesine rağmen hala ben Amerikadayken diye başlayan klişeleri kendim bile yapmama rağmen iğreniyorum artık.
Hele hele bir kaç defadır gidilen bir yere yine gidiliyorsa sanki bıkmış gibi bir hava verilip yine alaksız bir yerde ve alakasız insanların içinde dudaklar büzülerek aynen şöyle denir: " yaa cumartesi günü yine belçikaya gideceğim pazartesi döneceğim ama görüşürüz" ee seninle görüşmek isteyen kim ki salak (:
6.maddede niye beni anlattınız onu anlamadım.. yapamdık geri döndük napalım suç mu..=)
Taharet muslugundan yakinan adami koymamissin :))
@mafalda
taharex çıktı, yakınma bitti!
www.taharex.com
(link ölmüş gerçi ama bu zeka ölmez!)
hahaaa. irlanda dublin. ben de anlamis degilim bizim insanimizdaki irlanda merakini. firsatim olsa kacip gidecegim bu memleketten, bir daha da gelmeyecegim ama iste imkansizlik. (hele su askerlik isini bir halledelim.)
herkes cilli kirmizi sacli kizlar, barlar, guinness falan diyip duruyor da ne o kizlari gordum, ne barlarindan birsey anladim, ne de guinness'inden tad aldim. ortasindaki boklu deresinden de, deniz gormek icin gidilip birsey gormeden donulen plajindan da, icini disini yesil yapan agacindan/otundan da, herseyinden gina geldi bu memleketin.
ha aklima gelmisken, shephard's pie falan da yemeyin buraya gelirseniz, daha yenilebilenine rastlamadim.
hahahahah.. mafalda, on numara tespit
zıahahahha süper yazı fırat, eline sağlık =))
tespitler harika. hepsinden ben de muzdaripim uzun suredir yurtdisinda yasayan biri olarak ama bu 4. madde kadar hicbisey biktirmadi beni. havaalanina ayak basan "acikhava keranesi"ne gelmis gibi davraniyor bi anda..
- olm varya burda haftada 3 hatun goturmen gerek senin
- olm hatunlar gelip yaziliyomus.. oyle mekanlara gidelim
- ben burda yasayacam varyaaa. allah biliyo da gondermiyo beni..
- abi ben gelmeden bu bolgedeki fkk larin detayli listesini cikardim, kesin gidelim bunlara (google odevi: "FKK")
- of olm bu hatunlar Turkiye'de olcak varya..
daha detaya girersem seviye taban yapar..
"Fıratcım (fısıltıyla) en güzelini yapıyosun, abi düşün Amsterdam, dünyada isminde iki tane am olan şehir var mı Fıratcıom yaaaa" dedi ve orgazmı tamamladı.
ahahahhahaaahahahha fena oldum:) pazarlamacı adamın hali başka oluyor :)
Gecen gun bir arkadasin twitterinda aynen soyle yaziyordu: "Facebook'da "Event"e davet edilen ortalama tum Turkler mutlaka yurtdisindadir "Canim cok isterdim ama Barselonadayim". Kal orda geri gelme.."
Soyleyecek baska birsey yok herhalde...
yurtdisinda en azindan 1-2 sene yasamak insana evi olan yerle olmayan yeri karsilastirip, neyi neden sevdigini daha iyi anlayabilmesini sagliyor. her ulkenin ayri karakterleri ve yasam tarzi var, buna uyum saglayip yasamak icin ciddi bir motivasyonu yoksa, 3. ayin sonunda kisinin kosarak ulkesine varmasi yuksek muhtemel ve turkler acisindan da genel gorulen bir durum. ama donseniz de donmeseniz de evinize daha farkli bir aciyla bakabiliyorsunuz.
bulundugum sehre bu senenin basinda turk bir kizcagiz geldi, naberden sonraki ilk sorusu "baska turk var mi" oldu. bilmiyorum, ben gormedim cevabi verdigimde de aslinda boyle bir girisimde bulunmadigimi anlayip sanki samanyolu galaksisinden degilmisim gibi bi tepki vermesine o zamanlar bi mana verememistim. istersen kendi ulkenden gelen insanlari bul, guzel bi durum vs de ilk amacin turkleri bulmak olmasin yurtdisina cikar cikmaz.
Forzabrian ve Barad beyleri bu yazıda gercekten katkıları nedir ogrenebilir miyim?
4 numarayı zor tamamladım yahu gülmekten :D
bu ''amsterdam canavarları''nın ortaya çıktığı bir diğer lokasyonda ''tayland'' dır :) abi gidiceksin phuket'e yaaa sırf onun için gideceksin :D
ayrıca bi de bu irlanda fetişizminin norveç versiyonu vardır bizim millette ;
şahıs 1 ; kayınço geçen yine oturuyoruz hilmi abilerle(klasik giriş) konu norveç'ten açıldı işte onun yeğeni de oslo'da okuyormuş.
şahıs 2 ; eee ?
şahıs 1 ; anlatıyormuş işte yeğeni,norveç tüneller ve fiyordlar ülkesiymiş, sokaktaki seyyar satıcı bile ingilizce biliyormuş,gotik mimarisi görülmeye değermiş(gören de bergen'de doğup büyümüş sanacak)
şahıs 2 ; yok yahu,o derece diyosun yani,ee hemen hazırlıklara başlayalım o zaman ?
şahıs 1 ; hepsini geçtim yaz aylarında güneş hiç batmıyormuş yahu !!!
hadi ordan pezevenk seni görüp duyan biri de norveçin tamamında oluyor sanacak bunu :D
Elinize sağlık 10 numara tespitler.... Mafalda ve serhat da çok güzel ekler yapmışlar...
Konu tam bu değil ama yurtdışında yaşayanların bir başka maruz kaldığı yaklaşım da şudur: ee olm oraya gönderdik seni (sanki adamın verdiği vergiyle gittim) bi halt yapmıyo musun?
Burada sanki ülke olarak ulvi hedefimiz kadınlarını 'mikten' geçirmek, erkekleriyle dalga geçip onları bilimum dövmek ensesine tokat atmak vs...
Klise olarak posta karti kulturunun olmamasini 11. madde olarak ekleyebilirim. Turk turist gittigi yerden kart gondermez. Sms atar ne bilim..
enfes...
Yazınız harika olmuş, bir çırpıda okuyamadım(fm'de bekleyen maçım vardı;) ama sık kullanılanlara kaydettim. Böyle tespitlere hep hasta olmuşumdur.
Interrail konusunda eklemem gereken bi' şey var şahsen. Liseyi geçtim, üniversite bittikten sonra bile hâlâ bir ton insan aynı muhabbetten bahsetmekte. Aksine lisede ben hiç duymadım bu muhabbeti. Üniversitede öğrendim, 4. senem ve hemen hemen her hafta birilerinden kesin duyuyorum.
Şaka maka para olsa kaçırmam ama işte ;)
Elinize sağlık tekrar, teşekkürler.
Haydarpasa'dan trenle Avrupa'ya gitmek mi? Tebrikler Kolomb. (Bu atma tutmali yorumunun disinda guzel yaziydi)
Haydarpaşa'dan trenle Avrupa'ya gidilmez, ama Avrupa'ya gidecek trene bilet alınır. Bu hikayenin geçtiği okul da Altunizade'de olduğundan, kastedilen budur.
Yorum Gönder