11 Ağustos 2009 Salı

A TALE OF TWO SISTERS

Yıl 2002, aylardan Aralık, Ankara Bahçelievler'deki On Sineması'na gidiyoruz üniversiteden sınıf arkadaşımla. O, LOTR: Fellowship Of The Ring'e gidecek (ben daha önce izlemiştim), ben The Others'a. Ama sorun şu ki Ankara'da yaşadığım 5 yılda gördüğüm en karlı gün. Bahçeli 6. caddeden sinemaya inen bir yokuş var resmen orası Alp disiplini yarışlarına dönmüş, düz yolda desen kar dize geliyor. Arkadaş LOTR'deki Moria madenlerine giden yoldaki çığ sahnesini birebir yaşadı filme girmeden önce hiç yabancılık çekmedi. Biz Zülfü Livaneli'nin "aman dağlaaar yar yaman daaağlar" şarkısını söyleyerek kara bata çıka ilerliyoruz. Neyse vardık sinemaya girdik filmlere. Şimdi dışarıdan zaten soğuğu yiyerek gelmişiz, ben bir de On'un, normal tarifeden o zamanın parasıyla 500 bin lira daha pahalı olan VIP Salonu'na gittim. Ne yapacaktım ya, sözüm ona sosyete Bahçeli halkıyla normal salona mı girecektim, İstanbul çocuğuyuz oğlum biz....Yok lan şaka, film sadece o salonda oynuyormuş, yoksa bizim neyimize VIP! O salonda da koltuklar daha geniş, daha konforlu idi, işte kenarlarda içki koymak için bölmeler falan vardı, yatabiliyordu falan. Salonda 4 kişiyiz, zira filmin ilk gösterim günü ve herkes evinde kar sebebiyle. Biletçi de sağolsun 4 kişiyi salona öyle bir dağıtmış ki resmen herkes salonda tek başına sanıyor kendini, birbirine en yakın iki adamın arasında 10 sıra var. Neyse film başladı, filmi izleyenler bilir, gerim gerim gerildik, soğuk, yorgunluk, gerilim derken bir de filmin sonunda üstüste tokatlar yiyince dengemiz bozuldu. Film bitti ben sinemada olduğumuzu unutmuşum o derece, yatağa yatayım diye ayağa kalkmışım exit yazıyor önümde. Çıktım, arkadaş gelmiş bana hobbit diyor, elf diyor, yüzük diyor, Frodo diyor, Liv Tyler da yağ gibi hatun haaaa diyor ama ben dağılmışım. Hala en sevdiğim gerilim gilmleri listesinin ilk beşindedir Amenabar'ın filmi. Filmde oynayan Fionnula Flanagan'ı Lost'ta Eloise Hawking rolünde görünce zaten hafiften bizim Yusuf Altuntaş'ı hatırladım...

Niye anlattım bunu, A Tale Of Two Sisters cumartesi akşamı bana, Ankara, kar, soğuk, geniş sinema salonundaki yalnız adam modu gibi şartlar olmadan aynı şeyleri hissettirdi de ondan. Blogda bir kaç kez ele aldığımız Kore filmlerindeki tüm standartlar mevcut. Ucuz numaralar yok, kalabalık oyuncu kadrosundan doğan bir curcuna yok, Saw serisindeki gibi "beyler jenerik bittiyse getirin matkabı, kafa göz delmeye başlayalım" tipinde gerilimden çok iğrenme duygusu yaratan bol kırmızı sahneler yok, yine tekinsiz oyunculuklar, yine adamı koltuğunda 88 pozisyonuna sokan ve bittiğinde "ertesi gün bir romantik komedi izleyeyim de kendime geleyim lan" dedirten bir film. 9-10 yaşlarındayken Alien filmini ilk izlediğimde komşunun abisine benle tuvalete gelmesi için yalvarmıştım. Bu filmi o gün izlesem, yalvarma ne kelime tüm Turbo sakız koleksiyonumu verirdim. Annelerini kaybetmiş iki kız kardeşin, babalarının başka bir kadınla evlenmesi sonucu yerleştikleri evde yaşadığı olayları anlatıyor film ama tabi ben spoiler tarafına girmeyeyim diye çok üstünkörü anlattım. Bu uzakdoğu sinemasının insanı isyan ettiren bazı numaraları var. Karakterlerin misal mekanın bizim görmediğimiz tarafında bir şey olduğunu hissedip yavaş yavaş oraya dönmeleri. Bir insan kendi etrafında 35 saniyede döner mi arkadaş? 35 kere can verdim sen dönene kadar. Sonra bir de ne olduğunu görünce yüzdeki dehşet ifadesi. Orijinal adı Janghwa Hongryeon olan filmin yönetmeni, geçen yıl gösterime giren "The Good, The Bad and The Weird"ın de yönetmeni olan Ji-Woon Kim. Kardeşlerin baskın olanını "I'm a Cyborg, But That's Ok" filminde de oynayan Su-jeong Lim canlandırıyor.

Benim gibi uzakdoğu sinemasındaki kaliteli yapımlara bayılıyorsanız, Hollywood yapımı kanlı korku klişelerinden bıktıysanız ve eskinin klasik gerilimlerinden hoşlanıyorsanız kaçırmayın diyeyim.

5 yorum:

Bertan ÇALIŞKAN dedi ki...

Kim Ki Duk incelemesi de bekliyorum abi senden.

Kore sineması kültürüyle , doğasıyla klişelerden uzak olduğu için her zaman 1. sırada benim için.

"İlkbahar , yaz , sonbahar , kış, ilkbahar"

Zenana dedi ki...

bak izleyin tırsın gibi önerileri geçtim,yazı pek güzel olmuş, 1,5 kere okudum =))

tosun dedi ki...

Bu film The Uninvited'in orijinal versiyonu mudur sayin flayink dacmen?

TD-erkut dedi ki...

Firat, bak alicam izliyecem, cok tirsarsam, valla intikamini senden alirim...

Bu arada bi ara bi Mulholland Drive analizi yap da, yillar sonra bari anlayalim ne seyrettik biz diye... :)

Estoy llorandoooooo por tiiiii...

Black Pearl dedi ki...

Baba karakterini hic begenmedim. Filmde daima birilerine bisiler oluyo ve kimse kılını kıpırdatmıyo izlenimine kapıldım. Dedigim gibi baba karakteri cok sinir bozucu , daha degisik olabilirdi. Belkide filmin sonu acısından boyle bir karar verilmis olabilir.

@TD
Napıcaksın birden camın arkasında mı belireceksin yoksa aynada arkadan bi gölge mi gececek merak ettim o yuzden sordum.

Bu filmden tırsacak erkek (veya kadın) insan olarak cıkmasın karsıma. El orphanato daha korkunctu.