9 Eylül 2009 Çarşamba

GANYAN PARANOYALARI

Cumhurbaşkanlığı Koşuları'na peşrev yaptıktan sonra arkasını getirmesine getirdik ama vücuda gelen yazıyı "Han Duvarları" uzunluğundan aşağı çekmek henüz mümkün olamadığından, "Arası iyice boş kalmasın" diyerek, ortaya bir çıtır mevzu atmaya karar verdik.

Konumuza geçmeden önce söyleyeyim ki bu satırların yazarı da, diğer bütün yarışseverler gibi, aşağıda şiddetle bok atacağı hurafelerden ve hezeyanlardan bazılarına kendisini bir dönem kaptırmıştır. Netice olarak "Ümit, fakirin ekmeği" olarak da özetlenebilecek bu vb. sistematik (!) kazanma çabalarına asla bulaşmadığını söyleyen altılı ganyan insanlarına "Yeme bizi Murtaza" bakışı atmak caizdir, farzdır.

Yarışsever, ganyanda masasında ve hipodromda köşesinde, Red Kit'i devede kulak bırakacak kadar yalnız insandır. Vefakar-Cefakar Düldül'ün yerinde son iki yüz metrede kesilerek hayalleri yıkan eşşekler, sürekli bir boklar yiyen ama sonunda işe yarayan Rintintin'in yerinde hain bültenler, bölüm sonlarında "Red Kit, neredesin Red Kit?" diye aranan iyi yürekli kasaba halkının yerinde ise bulduğu sürpriz atı kendisine saklayan diğer ganyan insanları vardır. Yarışsever, elinde Anduril niyetine kuponuyla, kardeşliksiz Aragorn ise, altılı ganyan Sauron'dur. İşte aşağıda "nispeten mantıklı" olanlardan, "kopuk fikirlere" doğru 10'dan geri sayacağımız maddeler de yarışseverin kulağına gaipten fısıldanan "Elessar" sesleridir.

10. Hepimiz Kardeşiz, Bu Kavga Ne Diye?: "Kurtlukta düşeni yemek kanundur" gibi karizmatik bir cümle olmayacak ama "Atlıkta ana-baba bir kardeşlikten ötesi, eküri kardeşliğidir"

Yarışsever bültendeki koşunun altında, parantez içinde "Falanca ile Filanca Eküridir" sözünü görünce gayri ihtiyari heyecanlanır. Ganyana adım attığı ilk günde çevresini saran öğreti bulutunun içerisinden kopup gelen "Yaz işte pezevenk. Bir at parasına iki at yazmış oluyorsun. Üzüm bulmuşsun, çekirdeksizini arama" şeklindeki telkini hatırlar ve kupona ekürileri yazar. Düz mantık, bir ekürinin tavşanlık yapıp tempoyu ayarlayacağını, diğerinin ise arkadan gelip yarışı koyacağını öngörür ama sonuç genellikle hüsrandır.

Aslında ekürilik müessesesi, düzgün değerlendirildiğinde çok işe yarar; dolayısıyla bu maddelerin içinde belki de en mantıklı olanıdır ama çoğu ganyan halkı tarafından "körün tuttuğu ile cima etmesi" gibi kullanıldığından fazla masraftan başka bir işe yaramaz.

Bu madde vesilesiyle, alemin görüp görebileceği en baba ekürilerden olan Yavuzhan-Caş'ı saygıyla analım. Lyra-Dartino ikilisini, o yarışı As-Jet'e nasıl verdiklerini düşünerek, kınayalım. Bir İstanbul altılısının tabela ayağında, 11 atın 10 tanesini yazıp, geriye kalan tek atı (bir eküriyi) yazmadığımız için Antepli'nin kazandığı o yarışta iki misli altılı alma şansını kaybettiğimizi hatırlayarak hüzünlenelim. Seneler önce 275 milyon iyi paraydı lan!

Maddeye Özel Not : "Üzüm bulmuşsun, çekirdeksizini arama" olarak kibarlaştırdığım Grand Altılı Master Amca yaklaşımının öğretiye haksızlık olduğunu düşünüyorum ama ahlaka mugayır olduğundan orjinalini de yazamıyorum. Arz olunur.

9. Ben Bilmem, At Sahibi Bilir: Nüfus müdürlüğünde mavi kafa kağıdı ile ödüllendirilen her Türk vatandaşının asker ve teknik direktör doğduğu malumunuz. Bunların yanında gizli kalmış bir diğer yetenek de müşterek bahis uzmanlığıdır. Fakat geçen yıllar ile vurulan ikramiye sayısı ters orantıya devam ettiği müddet uzun olup da bu "hilkatten" uzmanlığın her hangi bir zekere derman olmadığı görülünce, yazımıza konu olan yöntemlere dadanılır.

Önceki maddede olduğu gibi, mantık kırıntısı içeren başka bir hareket de koşulacak yarıştaki atların sahiplerinin / antrenörlerinin fikrine başvurmaktır. Bu "görece" bilirkişinin fikri belirleyici olur. Örneğin, bir bültene altılı yazan at sahibi ya da antrenör kendi atını tek veriyorsa, bu ata güven duyulduğunun göstergesidir.

"Sahibi tek vermiş abi. Ondan iyi mi bileceksiniz a.ına koyım" referansı ile koşup, yarış bittikten 10 dakika sonra finişi geçen atlara edilen küfürler ile "Antrenörü bile yanına elli tane at yazmış. Yarışı bitiremez lan bu" sözlerinin ışığı altında, kupona yazılmayan atın resmi geçit yaparak kazanmasına edilen küfür arasında çok da fark yoktur. Fiil aynıdır.

8. Bültene Karşı Omuz Omuza: Altılı ganyanda senelerini geçirmiş bir insanın bülten değiştirmesi, Konsey'e yükselmiş bir Jedi'ın Dark Side'a geçmesi ile eşdeğerdir. Fakat bu bağlılık, bültenin altılıdaki başarı oranı kadar, başarısız tahminler ile de ilgilidir. Şöyle ki:

Tecrübeli yarışsever, bültenlere "Ulan bültendeki tipler her gün altılıyı koyacak olsa, ne bok yemeye bülten çıkarmakla uğraşsınlar? Oturup locaya paso basarlar, gün sonunda da çuvalı alıp giderler" şeklinde rasyonel yaklaşır. Bu yaklaşım bünyede "Bülten altılısının nereden yatacağı?" araştırmasını tetikler.

Genellikle, saatlerce "hangi koşuda hangi atın geleceğini" akademik düzeyde çalışmış beyin,"hangi koşuda 'Gelir' denen hangi atın gelemeyeceği" temalı bu ikinci yüke dayanamaz ve kayış kopar. Ortaya çıkan kuponun ne İsa'ya, ne Musa'ya faydası olur. Bülten altılısı dörtte, yarışsever üçte kalır. Faydası olmayan kilisenin papazı konumundaki son yarış da izlenip, ulaşılamayan ikramiye açıklandıktan sonra, evden gelen telefona göre markete ya da fırına uğraması gereken aile insanı yarışsever, "Senin ben ananı s..eyim bülten gibi" diyerek, önündeki masada karalanmaktan maymuna dönmüş İstanbul Puanlı'yı yırtar ve ayrılmadan önce gişeye seyirtir:"Yarınki İstanbul Puanlı'yı verir misin?"

7. Kardeşin Duymaz, El Oğlu Duyar: Geride kalan üç maddede mantıklı durumları neredeyse bitirdik. Ufaktan paranoyalara başlayalım.

Bülteni elinden veya kıç cebinden düşürmeyen bir yarışsever, normal çalışmasını tamamladıktan sonra işin gizem içinde (!) kalmış noktalarını kurcalamaya başlar. Bunlardan bir tanesi de gizli eküridir.

Gizli eküri basit olarak, aynı aileye mensup farklı insanların sahibi olduğu atların, aynı yarışta koşturulmasıdır. Hilafsız her seferde "Vay a.ına koyum, gizli eküri var lan burada. Büyük satış dönecek" nidaları eşliğinde coşkuyla karşılanan bu durum, bahiste açılım ve daha çok para arayan yarışseveri olmadık mecralara sürükler.

Bilhassa Kaya sülalesinin, at sahibi ve jokey sayısı bakımından, bir piyade bölüğü ile denk nüfusa sahip olması, aynı koşuda yer aldıkları her seferde, ganyan ahalisinin akıl sağlığıyla oynamıştır. Selim Kaya, Mehmet Kaya ve Ömer Kaya'nın kıran kırana ve "Burun-Boyun" farklarıyla biten bir mücadelesinden sonra, bir abimizin "Göz göre göre sattılar lan yarışı" demesi vardır ki benim bu husustaki hidayete erişim, "S.ktir git lan" tepkisi eşliğinde, o andadır.

6. Sıçtı Cafer Bez Getir: Altılı ganyana uzak insanlar için, at bokunun ehemmiyeti olmayabilir ama 1920'lerdeki bir futbol maçından bugünlere kadar gelen "Cafer'in sıçması" olayının, yarış öncesinde sıçan bir atın yarattığı tedirginlik yanında esamisi okunmaz.

Padok mahallinde gelen atlara bakmaktasınız. Kimisi oldukça büyük, kimisi daha çıtı pıtı atlar, sırayla tur atıyorlar. Atlardan bir tanesi, aniden duruyor. Çevredeki bazı insanlar pür dikkat atın g.tüne bakmakta. Dışarıdan bu işlerle alakası olmayan birini getirip, ortama koysanız "Manyaklara bak" der ama bu gözlemin bir amacı var. At yürümeye devam ederse başka, durduğu yerde hacet giderirse başka şekil alınacak. Çünkü bir kanıya göre "Yarıştan önce sıçan at gelmez"

Ganyan bayiindeki yarışseverler padok mahallini yalnızca televizyondan gördükleri için bu konuda biraz daha zor durumdadırlar. Tabii hipodromdan arayıp "Abi padoktayım, falanca çok acaip sıçtı" haberi veren hayırsever arkadaşlar bazen imdada yetişir. Yarış koşulur, padoğun orta yerine sıçan at, yarışı kazanır. "Bir daha sıçtı diye at silmeyeceğim lan" yorumları yapılır ama atın boku bahisin önemli bir dinamiği olmaya devam eder.

5. Her Sakallıyı Deden mi Sandın?: Her şarapçıyı, feleğin sillesini yemiş halk filozoflarından saymak hissiyatının benzeri, ganyan alemindeki yaşlı insanların bir çoğuna gençlerin bakışı için de söylenebilir.

Yeni altılı insanları, bu amcaları, anlattıkları hikayelerden ötürü, Tolkien'in kadim günleri görmüş Maiar'ından sayarlar. Kolay kolay kimsenin aklına, "Ulan madem bu kadar iyi biliyor, hala ne işi var izbede?" diye düşünmek gelmez. Genellikle gişeye bir kupon uzatımı mesafede oturan bu amcalar, bir nevi bireysel MBÜK, yani Müşterek Bahis Üst Kurulu'dur. Bir yandan kupona son şeklini veren, bir yandan da götün götün makineye yaklaşan genç nesil yarışsever "Akif amca ne diyorsun son ayağa?" sorusuyla muhabbeti açar. Cevap kısadır ve kendinden emin bir ses tonuyla gelir; "8 numara tek olur"

Bü dört kelimelik cümlenin geniş anlamı şudur:
"Hadi yine iyisin, sana büyük para kazandıracak tiyoyu verdim. Aması maması yok. 40 liraysa, 40 lira. '8 numara tek olur' dedim. O kadar. Değirmende ağartmadık biz bu sakalı"

Evet, bu amcalar hep olmadık sürpriz atları "tek" diye verirler. Gençler de içinden "Oha lan" diye geçirse ve "tek" atmasa bile bunları kuponuna yazar. Ne zaman ki bu döngü kırılır, işte o zaman yarışsever, bir üst rütbeye geçmiş demektir.

4. İstatistik Bilimine Saygı: Müşterek bahisleri "bilimin ışığında oynamak" isteği anlaşılabilir bir şey. Futbolda belli istatistiklere bakmak gibi, yarışlarda da atların galobuna, hangi pist ve mesafede kazandığına, ıvırına, zıvırına bakarak bir kupon hazırlamak mantıklı geliyor kulağa. Fakat kabul etmek gerekir ki, bir çift canlının beraberce, diğer çiftlere karşı yarıştığı bir olayda kazananı belirleyecek etkenler sınırsız sayıdadır.

Hal böyle olunca da altılı ganyan meraklılarında bir süre sonra "Armut piş, ağzıma düş" fikri uyanıyor. Bunların en belirgin tezahür edeni "yarışa göre sonuç" istatistikleri. Bunun kitapçığı bile çıktı. "Şartlı-3'de sürpriz gelir. Handikap-15'de üçüncü ya da dördüncü at gelir" gibi milyon tane istatistik dönüp, duruyor ortada. Zararı var mı? Yok. Faydası var mı? O da yok.

Klasik bültenlerde puanlama 100'den başlar. Postmodern bültenler bunu 200'den başlatıp, 118, 72 gibi devam rakamlarına bağladılar ama neticede hepsi aynı kapıya çıkıyor. Türkiye ortalamasını aldığını söyleyen bütün bu bültenlerin sıralaması bazı koşularda farklılık gösteriyor. E peki nasıl olacak o zaman? Birinci-ikinci, ikinci-üçüncü ve üçüncü-dördüncü diye tanımlanan atlar sürekli değişiyor. Elinde standart istatistik kitabı, kucağında farklı bültenler olan adamın kafası karışmaz mı? Karışıyor. Yarış bittikten sonra da olan, fakirim atların ölmüş anasına oluyor.

3. Altılı Diye Diye Nicesine Sarıldım: Akıllara zarar son üç maddeye geldik. Oynadığı bahislerden senelerdir kayda değer bir para indirememiş yarışseverin, kafayı iyice kırdıktan sonra, bulduğu bir başka çözüm de kulvar sayılarıdır.

Bir koşu başlangıcı klasiği olarak "Ve son at... Falanca da kulvarındaki yerini alıyor. Atlar start hakemi emrine girdiler. Start verildi ve koşu başladı" kalıbında bahsi geçen kulvar rakamları bültende yazılı bulunur; "4 numaralı at, 8 numaralı kutudan çıkıyor" gibi.

8'den çıkan 4 numaralı bu atın örnek yarışımızı kazandığını varsayalım. Balatayı sıyırmış yarışsevere göre, bir dahaki yarışta 8 numaralı atın çıktığı kulvar numarasını sırtında taşıyan at gelecektir. Çünkü kazanan at 4 numaradır ve 8'i göstermektedir. Şimdiki yarışta 8 hangi numarayı gösteriyorsa, gelecek odur. Anlatmaya çalışırken bile altılı ganyan olayından tiksindiğim şu grift mantıksal yapının, en cahilinden, en eğitimlisine kadar bütün ganyan kitlesinden kabul görebildiğine şahit olmak acıdır. Ganyanda sadece bir kupon yatırma süresi geçirmemeye ve fazla takılmamaya başlamam da bu şehadetten sonrasına denk gelir.

2. Bas, Bas Paraları Leyla'ya: Gün sonu yaklaşmıştır. Altılı kuponu; ikinci ya da üçüncü ayakta gümlemiştir. İkili, çifte, sıralı üçlü, tabela, hiç biri altılının heyecanını vermez. Arada, bir çıtır kuponla "kısa günün kârı" kollanmıştır ama orada da kahpe felek darphane mahsülü sokmamıştır cebe. "Son ayağa bir sıralı ikili mi patlatsam lan? Masrafı çıkar günün" diye avare gibi düşünülürken, diğer "Desperate GanyanHusbands" eşrafından birisi, yeni kapattığı telefonu kulağından indirirken ayağa kalkar ve haykırır "11 numaraya çanta dolusu para basmışlar hipodromda"

Ortama neşe gelir; gözler hemen muhtemeli yayınlayan 37 ekran televizyona döner ve 11 numaraya kilitlenir. İşte... İşte... Muhtemel 3.10'dan 2.95'e düşmüştür. Demek ki haber doğrudur. Gömlek cebinde yedekte bekleyen bahis kuponlarında "G" hanesi işaretlenir ve makul miktarda nakitle birlikte gişeye gidilir. "Ya bırakın boş işleri" diyerek bu "Alın, verin, ekonomiye can verin" tarzı harekata karşı duran insanların da tuvalete gitme bahanesiyle gişenin yanından geçerken kupon uzattığı görülür. Yarış koşulur, çantayla para basılan (!) at tabelaya giremez. Önce bir küfür selinin ardından, ortalık durulur ve çaycı boş bardakları masalardan toplamaya başlarken içinden söylenir "Aklınızı s.keyim"

Halbuki düşününce hiç akıl alıyor mu? Ne o, adamın biri hipodroma gidiyor. Elinde James Bond çanta. "Buyrun" diye kuponu gişeye uzatıyor. Gişe memuru "50 milyar tuttu efendim" diyor. Adam da çantayı verip "Üstü kalsın" diyerek, uzaklaşıyor. Bire bir tasvir edilen şekil hiç bir zaman böyle olmadı ama insanın aklına gelen görüntü bundan ibaret. Sonra da bu mevzu bilmem hangi ganyan bayiinde duyulup, milletin yüklenmesine sebep oluyor. Olur mu lan böyle şey? Bir dönem hepimiz tırlatmışız. Anlaşılan bu.

1. Ve Tanrı Manyağı Yarattı

- Fuat!
- Efendim abi.
- Ne yaptın sen?
- Yarışı kazandım.
- Ne olacak şimdi?
- Ne gibi?
- E bir dahaki yarışta sürdirekt favori ata biniyorsun.
- Onunla da kazanırım.
- Olmaz.
- Neden?
- Üst üste iki yarış kazanamazsın.
- Neden ama?
- Öyle...

Fuat'ın jokey, ikinci şahsın yarışsever olduğunu varsaydığımız şu diyalogta mantıklı bir şey var mı? Daha doğrusu bir jokeyin iki yarış üst üste kazanmasında "olması imkansız" bir şey var mı? Yarışseverin bir kısmına göre cevap evet.

"Bir jokeyin her bindiği yarışı kazanamayacağı" doğrudur. Bunun milyon tane sebebi var. Fakat bundan hareketle varılan "Bir jokey aynı yarış gününde iki üç yarış kazanamaz" hissiyattı çok tuhaf. Jokeyin "Ben deminki yarışı kazandım, şimdi bunu kazanmamam lazım" diyeceğini mi düşünüyorlar, hiç bir şey düşünmüyorlar mı, ne yapıyorlar, bilemiyorum.

Bildiğim tek şey, TJK'nın ve dolayısıyla ülke ekonomisinin, bu sazanlıklardan elde ettiği paranın haddi hesabı olmadığıdır. Ne demişler? Unutmayın, at yarışlarında en büyük kazanç, kendini kaybetmemektir.

by Canarino

5 yorum:

ozgurr dedi ki...

8-10 yıldır atyarışları ile ilgimi kestim ama senin yarış yazılarını zevkle okuyorum.daha sık yazman dileği ile.

ERKUT dedi ki...

özlediğimiz v e tadına doyamadığımız bir yarış yazısı senin kalvyede vucut bulmuş . keyif ile okudum. Birde sülü ile karataş varsa başkası gelemez mevzusu var.

Can dedi ki...

Benim eklemek istediğim 11. madde.
Eski adıyla(ben 10 sene önce bıraktım) 2yaş ingiliz ve 3 yaş arap tay yarışlarında, orjinlerden yola çıkarak sonuca gitme çabası vardır. Bu güruh bilmez ki Barnato'nun Grand Ekinoks kadar kral başka yavrusu yoktur. Ama baba Barnato ise yazar kupona; bir nevi Pele'nin işaret ettiği, yeni Pele olacak çocuklar gibidir bu atlar. Kuponu yedirtir, ata lanet okutur. Sonra atın yazılmadığı başka bir gün at gelir; bir kere daha kupon yenmiştir ama anlamsız bir ampul yakar; kumcuymuş meğerse at.
Bir dönem at sahipliği yaptık; Veliefendi'den çıkmıyorduk o zamanlar. Bizim at ilk yarışında 3. olmuş sonrasında 2 yarış kazanmıştı. Halis Karataş'ı bindirme kararı aldık. Bizim at tavşan bir attı, çıktığı gibi bitirenlerden.Yanına at sevmezdi(Detenatör gibi). Söyledik Halis efendiye. Sonuç? 1400 metrelik bir koşuda bizim atı start in box'dan finişe kadar göremedik. Yol bulamamış paşa.Yani değişmiştir belki şimdilerde ama, o zamanlar bu tarz şeyler sık oluyordu; bu tarz efsanelerin biraz olsun gerçeklik payı vardır.

Adsız dedi ki...

bir at yarışı yazısı okuduğumda bu kadar güleceğimi söyleseler o yazıyı okumadan gülerdim ama başka yerimle.

eline sağlık

varol döken dedi ki...

ben o hipodromda o birayı senle içecem arkadaş!

tek bildiğim at johnny guitar'ın şerefine...