20 Eylül 2010 Pazartesi

1 ULKE 2 TEKNIK ADAM


















17 Mayıs gecesi Kopenhag’ın parken Stadyumu’nda Fatih Terim UEFA Kupası’nı ellerinde kaldırırken Şenol Güneş, işsiz bir teknik adam olarak muhtemelen Trabzon’daki evinde bu büyük başarıyı izliyordu. Aşağı yukarı 2 yıl sonra rolleri değişmişlerdi. Terim muhtemelen evinin salonunda, Şenol Güneş’in Dünya Kupası’nda aldığı üçüncülük madalyasını izliyordu. İşsiz olarak (birkaç ay sonra başlayacağı ikinci Galatasaray macerasına hazırlanır halde). Bugün, 8 yıl sonra, 2 teknik adamın bulunduğu yere bakarak, Trabzonspor’un bu sezona yaptığı başlangıcı ve Şenol Güneş’in geçirdiği değişimi değerlendirmek lazım.

2003 yılında, Türkiye’nin, Letonya’yı baraj maçlarında geçemeyerek Euro 2004 biletini alamamasının ardından hemen sonra Şenol Güneş görevinden istifa etmişti. Güneş ülke basınının “usta” sıfatına sahip bazı duayenlerince “korkak, vizyonsuz ve karizmasız” olarak değerlendirildi. Bugün gelinen noktada, o karizmasız adamın ulaştığı noktayı geçebilen ya da tekrarlayabilen herhangi birisi olmadı. Üstelik çabuk unutan bir millet olmamıza istisna oluşturarak bir şeyleri hatırlatmak lazım. O turnuvada zaman zaman 5-4-1’e dahi dönen 4-5-1, 4-4-1-1 dizilişleri, 8 yıl sonraki Dünya Kupası’nın en çok benimsenen taktikleri arasında yer aldılar. Ulusal takım o turnuvada çok fazla pozisyona girmeyen, girdiği pozisyonları Hakan Şükür’ün Avrupa’da geçirdiği son 2 yıldaki kronik formsuzluğu sebebiyle değerlendiremeyen bir takım hüviyetindeydi. Güneş kimilerine göre şampiyon olacak kalitede bir takımı, üçüncülük koltuğuyla yetindirdiği turnuvanın ardından (ki genelde bu derecelerdeki takımlar arasında devasa farklar yoktur, bkz. Son Dünya Kupası) gelen Letonya hüsranıyla yolunu kısa bir süre de olsa Trabzon’a döndürdü. O milli takım hocasıyken, eski takımına dönen Fatih Terim’den farklı olmadı bu kürkçü dükkanı macerası. Görevden ayrıldığında, üçüncülük madalyasını boynuna taktığı ülke onu göreve çağırdı ki teknik adamlık hayatının en önemli dönüm noktası bence budur Şenol Güneş’in. FC Seoul’deki teknik direktörlüğün ona birçok yönden artısı oldu.

Öncelikle, birçok Batı Avrupa takımının, hazırlık maçları için Uzakdoğu’yu tercih etmesi sebebiyle, futbol dünyasının üst üzey birçok ismiyle kurduğu ilişki onu bir teknik adam olarak olgunlaştırdı. Üstelik, taraftarların futbola hala bir eğlence aracı olarak baktığı ve başarıyı motive etmeyi önemli olarak gördükleri bir ülkede görev yapıyordu. FC Seoul’ü önce lig ikinciliğine, ardından Asya Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline taşıdı. Bunu yaparken de Güney Kore futbolunda şu anda yıldız kategorisindeki birçok futbolcuyu profesyonel hayata adım attırdı. Bolton’da forma giyen Lee Chung-Yong, Celtic’li Ki Sung-Yong ve halen FC Seoul forması giyen 21 yaşındaki Lee Seung-Ryul Şenol Güneş zamanında A takıma alındılar. Yani son Dünya Kupası’nda son 16’yı gören Kore takımının arkasında Guus Hiddink’in olduğu kadar Şenol Güneş’in de izleri vardı. Trabzonlu teknik adamın Kore’de edindiği tecrübe onun karakter olarak da gelişmesini sağladı. Tabii şunu da belirtmek lazım, Şenol Güneş Kore’de kendi ülkesinde görmediği kadar büyük bir ilgi ve değer gördü. Kulübün resmi internet sitesi onun takım elbiseli bir fotoğrafıyla açılıyordu. Genelde saygı ve alçakgönüllülüğün insanlara hakim olduğu bu ülkede geçirdiği 3 yılın etkisi bugün çok net biçimde görülüyor. Tüm dünyanın tepki gösterdiği, dünya kupasının seyir zevkine zarar verdiği düşünülen müzik aleti Vuvuzela için “bunun içi boş değil, direniş ve özgürlük var” cümlesine bakarak bile bunu anlayabiliriz. Ya da bir Trabzonlunun silahından çıkan kurşunla hayata veda eden Hrant Dink’in ailesine yaptığı ziyaretle.

Bugün Trabzonspor’un başında yine. 15 yıl önce, kendi sahasında şampiyonluktaki rakibi karşısında beraberliğin yettiği maçta öne geçmesine ve arkasında 25.000 seyircinin desteği olmasına rağmen şampiyonluğu elleriyle altın tepside sunmuştu. 15 yıl sonra, o tepside sunduğu şampiyonluğu aynı rakibinden geri aldı. Hem de 1 aydan kısa süre önce kupa finalinde de teslim aldığı rakibinden. Bu dahi onun son 5 yılda edindiği hayat tecrübelerinin ona yaptığı katkının bir görüntüsüdür. Güneş’in, yine de geçtiğimiz sezondaki bu 2 maçı, bir intikam olarak görmediğini belirtmemiz lazım.

Yazının başında atıf yaptığımız Fatih Terim’in, Şenol Güneş böyle olgunlaşırken, geldiği yer ve kendisini sevilmeyen bir “eski sembol” durumuna getirmesi dikkat çekicidir. Güneş’in yurt dışı macerasını kendini olgunlaştıracak ve teknik direktörlük kabiliyetlerini geliştirecek bir fırsat olarak kullanırken, Terim’in benzer macerayı kendi egosunu yüceltmek ve “ders almayan, ders veren bir adam olduğunu iddia etmek” için araç olarak kullanması ve bu sırada işine olan sevgisini, kendisine olan sevgisine çevirmesi ilgi çekicidir. Hep söylediğimiz gibi, futbolun kendisi gibi futbolun içindeki aktörler de evrimleşirler. Bu 2 teknik adamın son 10 yılda geçirdiği evrim, hemen herkese ders olmalı.

Bu sezon Şenol Güneş’in takımı zirveyi kovalıyor. Dünya futbol tarihinin kalecilikten gelen en başarılı hocası 2004 yılında dünyaya veda eden Belçikalı Raymond Goethals’di. Goethals 1970'de Belçika'yı Dünya Kupası'na taşımış, 1972'de takımı Avrupa üçüncüsü yapmış, 1977 ve 1978 yıllarında Anderlecht ile üstüste 2 kez Avrupa Kupa Galipleri Kupası finaline yükselmiş ve ikincisini kazanmış, Standard Liege ile lig şampiyonlukları yaşamış, 1990'da başına geçtiği Marsilya ile 2 kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finali oynamış bunlardan ikincisini Milan'ı 1-0 mağlup ederek kazanmıştır. Onun Türkiye’deki temsilcisi olan bu düzgün adamın yolu açık olsun.

9 yorum:

ayb dedi ki...

super bir yazi, tebrikler.
senol gunes her daim halim-selim biriydi, egosu hic bir zaman olmadı. yurtdisi tecrubesi futbolu/hayati entelektüel ve felsefi açıdan da degerlendirmesi acisindan ufkunu acti. su an ulkede futbolla ilgilenip onu sevmeyen insan zor bulunur sanirim (fanatikler mevzudisi).
diger yanda ise "ben fatih terim'im, bir kere yenilirsem iki kere yenerim" ya da "ders almam ders veririm" gibi kendisini en cok sevenleri bile irite eden aciklamalariyla 'imparator'...

Canto dedi ki...

"15 yıl sonra, o tepside sunduğu şampiyonluğu aynı rakibinden geri aldı." yerine, tepsiyi aldı Bursa'ya verdi ya da aldı başına geçirdi desen daha doğru olurmuş...

Beytullah B dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş...
Nihayet bu adamın hakkı şu topraklar verilmeye başlandı...

julien sorel dedi ki...

bravo dutchman, eline sağlık. okudukça imparatorun hali tavrı gözümde canlandı.

galatasaray'a ikinci gelişindeki imza töreni hala aklımda. italya macerasından olgunlaşarak, bilge tavırlarla, görmüş geçirmiş olarak döneceği yerde egosu tavan yapmış, küçük dünyaları ben yarattım diyen bir adam olarak basının karşısına çıkmıştı. hala hatırlıyorum, imza töreninde kemik çerçeve bir gözlüğü vardı, onun kenarını ısırarak düşünme pozları verirdi, hey yavrum...

allah için galatasaray'da çok emeği var, asla ödenmez ama maalesef kabus gibi hatırladığımız 2002-2006 arası karanlık çağın, boş transferlerden dolayı oluşan korkunç kadroların, fenerbahçe'ye karşı sağlanan üstünlüğün erimesinin rahmetli özhan canaydın ile beraber baş sorumlusudur. ki şahsi kanatime göre canaydın'ın bu kadar tartışılmasına, "kötü anılmasına" da bu ilk hatalı adımı neden olmuştur, sonun başlangıcı...

"lucescu iyi futbol oynatıyordu" diyenle sabaha kadar tartışırım ama hem hocalığı hem insanlığı fatih terim'den iyidir. şimdi dönüp baktıkça "başka türlü olsaydı keşke" demekten başka yapacak bir şey yok...

outlaw dedi ki...

herseyi asiri basitlestirerek siyasete vurmak istemiyorum, ama karakterleri arasindaki farki da, günes dink ailesi'ni ziyaret etmisken, fatih terim'in olsa olsa samast ailesi'ni ziyaret edecek bir adam olmasindan bagimsiz olarak düsünemiyorum...

QuaresmA dedi ki...

Şenol Güneş'e büyük saygı duyuyorum ama herşeye rağmen lig şampiyonluğu yok. Bu önemli bir eksiklik. Kimse 3 büyükleri çalıştırmadı demesin, bu bağlamda Ertuğrul Sağlam bile bir adım ötesinde.

Bunun dışında Dünya Kupası'nda kura anlamında talihliydi elbette ama en azından onun döneminde kendimizden düşük takımları istisnasız her şekilde yeniyorduk. O dönemden beri bu alışkanlığı yitirdik. Bir kere kendimizden düşük takımı yenemedik, o da işine mal oldu zaten.

Fatih Terim'e ise Şenol Güneş karakteri yakışmazdı. O da eninde sonunda toparlayacaktır elbet - ki toparlayacak dediğimiz adam 2 yıl önce Avrupa Şampiyonası'nda finali son anda kaçırdı. Bayıldığımız Hiddink de o turnuvada yarı final oynadı, Hiddink de Dünya Kupası'nı kaçırdı. Kariyer anlamında fark var ama klas olarak bir fark göremiyorum. Onu da araya sıkıştırmak istedim. :)

Adsız dedi ki...

ben kore de yasiyorum ve senol gunesin burdaki popularitesi gercekten hala cok buyuk. thy barcelona ve manchester united la anlasma saglamadan once surekli senol gunes li reklamlari kullaniyordu burada. sehir ici hatlarin bir cogunda senol gunesli reklamlar vardi. hemen hemen butun spor dergilerinde ve seyahat dergilerinde de durum ayni..ilgilenen olursa scan yapip yolluyabilirim..


hiddink ten sonra burada en cok saygi goren yabanci antrenordur kendileri.

Flying Dutchman dedi ki...

valla cok memnun oluruz
yandaki mail adresine gondermeniz mumkun

Muratonovic dedi ki...

Bugunde ligde onliberosuz atak futbol oynatan tek hoca (son uc macta 5 puan kaybetmesine neden olsada) ve bundan taviz vermiyor. Sistem oturdugu zaman yine bir yenilige imza atmis olacak ve pesinden diger teknik direktorler gelecek..

Ayrica ekibi de cok iyi ve iyi bir ekip calismasi da var, bu da onemli. Unal Karaman'dan oldukca yararlandigini dusunuyorum (ki super ligde birinci adamlik yapmis birini ikinci adam olmaya ikna etmek de kolay degildir, ve Unal'in da egosunun ne kadar mutevazi oldugunu gosterir) ve Seref Cicek (odtu, PhD) gibi degerli isimlerde mevcut teknik kadrosunda..