Bize yazılarıyla zaman zaman katkıda bulunan Osman Bulugil, askerlik görevi öncesi birkaç yazı pasladı. Kendisine çok teşekkür edip, hayırlı tezkereler diliyoruz. Ellerine sağlık
---------------------------------------------
Futbolun endüstrileşme sürecinde liglerde oynayan yabancı oyuncu sayısı ve federasyonların tutumları farklılık göstermekle beraber temel olarak futbolun pazar ilişkilerinin bir parçasını oluşturuyor. Bu yönüyle futboldaki başarı algısı, transferin tekelleşme süreci, turnuvaların yapısı ve Bosman kararları yabancı oyuncu kısıtlaması üzerinde belirleyici olan faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de spor medyasında hemen her gün karşımıza çıkanları şoven milliyetçiliğin bir parçası olarak ele aldığımızda durumun aslında bir İngiliz, bir Alman ya da bir İtalyan basınından çok da farklı olmadığını görebiliyoruz. Avrupa basınında biraz daha farklılaşan biçimleriyle milliyetçilikten bahsedebiliriz. Türkiye’de medyanın milliyetçiliği yeniden ürettiği söylemlerini yabancı oyuncu sayısı üzerinden sıkça yapıyorlar.
Aynı zamanda Türkiye de yabancı oyuncu sayısındaki kısıtlamayla ilgili en çok futbolun profesyonelce yönetilmediği vurgusu öne çıkartılırken Premier Lig de sık sık örnek olarak tartışmalarda yerini alıyor.
Yabancı oyuncu sayısı konusunda kısıtlama endüstriyel futbolda transferin tekelleşme süreciyle yakından ilişkilidir. Bu noktada bütünün parçaları olarak futbolla ilgili değerlendirmemizi yapmamız gerekiyor. Transfer piyasasının tekelleşmesi ve Bosman kararları yabancı oyuncu sayısındaki sınırlamaları ve liglerle gelen oyuncu karakterini belirliyor.
Transfer dönemlerinde ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerinin büyük oranda birbirlerini üreten bir yapıda transfer yaptıklarını görebiliriz. İleri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerinin öncelikle kendi aralarında transfer (özellikle astronomik bedellerle aldıkları oyuncuları) yaptıkları için dönen veya dönecek olan para kendi aralarında kalıyor.
Diğeri de öteki kulüpler olarak niteleyebileceğimiz ve genellikle de ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerine oyuncu sattıklarında elde ettikleri gelirle transfer yapabilen kulüpler. Gelirleri düşük olan bu kulüpler, transfer piyasasında sadece sözleşmesi biten oyunculara yönelebiliyor. Tabi her sözleşmesi biten oyuncuyu alma şansları da yok. Eğer üst düzey bir oyuncunun sözleşmesi biterse onu da elit kulüpler yüksek maaş verebilmeleriyle kadrosuna katıyor (Örneğin Newcastle United’ta sözleşmesi biten M.Owen’in Manchester United’a; Chelsea’da sözleşmesi biten Joe Cole’nin Liverpool’a gitmesi gibi). Transfer piyasasının bu yapısından çıkarabileceğimiz tek bir sonuç var: Transfer piyasası tamamen İleri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüpleri tekelinde…
Bütün futbol piyasasını bir avuç ileri kapitalistleşmiş ülke kulübü elinde tutuyor ve diğer kulüplerle aralarındaki uçurum her geçen gün derinleşiyor. Diğer kulüpler ne yaparsa yapsın sonunda toplamı hep sıfır olan bir oyunun içinde kendilerini buluyorlar. Aynı zamanda çoğunlukla altyapılarından yetiştirdikleri yıldız adayı oyuncularını bile ellerinde tutmakta güçlük çekiyorlar. Bu da başarı şanslarını minimuma indiriyor. Örneğin bu kulüpler ülkelerinde başarılı oldukları takdirde Şampiyonlar Ligi’ne katılmak için birkaç ön eleme turu geçseler bile, son turda ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüpleri karşılarına çıkıyorlar. Bu süreç aslında onları, İleri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüpleriyle rekabet şansı tanıma bir yana, ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerinin başarısı ve daha da zenginleşmesi yolunda kullanılan birer araç haline dönüştürüyor.
Transfer piyasasının tekelleşmesini ve futbolcuların dolaşımı üzerine en önde gelen, belki de futbolun dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz Bosman Kuralları’yla beraber futbolcuların pazarda emeklerini satan özgür emekçiler olarak pozisyonları daha da netleşti. Bosman Kuralları’yla birlikte futbolcuların emeklerini satabilecekleri kulüplere gidebilmeleri daha da esnekleşirken, bu durum aynı zamanda kapitalizmin futbol üzerindeki tahakkümünü yeniden üretiyor.
Tam da bu Bosman kararlarıyla daha da serbest piyasa ürünü haline gelen ve ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerinin tekelleşme süreci, liglerin yabancı oyunculara karşı tutumunu belirliyor.
Bu aslında bir tarafıyla Avrupa Birliği Ülkeleri’nin oyuncularına serbest dolaşım hakkı getirmelerinin yanı sıra, bu değişime dahil olan ligleri de yabancı oyuncu konusunda yeniden düşünmeye sevk ediyordu. Bugün örnek olarak en çok öne çıkarılan İngiltere’de, FIFA sıralamasında ilk 70 ülkelerin milli takımlarında %75 üzerinde oynayan oyunculara serbestlik tanınıyor.
Endüstriyel futbolun göz bebeği konumunda olan Premier Lig’deki yönetim, kurallar ve oynanan futbol, en iyinin resmi olarak ortaya konuluyor ve birçok ligi de etkisi altına alıyor. Bu noktada Premier Lig’in bu karakteri, diğer liglere de bir anlamda model oluşturuyor. Artık Premier Lig’den transfer edilen bir savaşkan orta saha oyuncusu için, geldiği ligdeki algı sadece Premier lig’den gelmesinden dolayı bile, modern futbolu bildiği yönünde oluyor.
Premier Lig’de transfer yapısı da oyuncuların milli takımdaki istikrarlı bir biçimde oynamalarına bağlı. Yani liglerine en iyi oyuncuların gelmesini istiyorlarsa, şöyle bir algıdan söz edebiliyoruz: “en iyi futbolcular milli takımlarında istikrarlı oynayan futbolculardır”. Bu aslında şunu gösteriyor: istediklerinin yetenekli bir futbolcular olmadığını. Tam da “istikrar” la açıklayabileceğimiz bir makinenin dişlisini Premier Lig’e getirebilmek.
Premier Lig’in futbol analizini yaparsak durum daha da netleşecektir: Süratli oynanan bir oyunda fiziki gücün öne çıktığı, sert ve maç boyu didişmelerin hiç bitmediği maçlar izliyoruz. Teknik adına herhangi bir gelişme ya da icattan söz edemiyoruz. Futbolu değerlendirmeleri takımların fiziki kapasitesine göre yapılıyor. Sahada aslında 22 kişiden oluşan bir makine izliyoruz.
Başka bir yönüyle de, yabancı oyuncu sayısı konusunda milli takımlara etkisi üzerinden tartışma yapılıyor. İngiltere milli takımı için de benzer bir durumdan söz edebiliriz. İngiltere milli takımı da hemen her turnuvada favoridir ama sıkça da hüsrana uğrar. Premier Lig’deki makinelerinin milli takımda yansımasının, telaşlı futbolcuların didişmesi olduğunu söyleyebiliriz. Premier Lig’deki o makine takımlarında, sadece mevkilerinin görevini yapan oyuncuların, futbolun farklı değişkenlerden oluştuğu ve farklı karakterdeki oyuncu ya da takımlarla karşılaştıklarında, üzerlerindeki o telaşlı hallerini ve nasıl değişemediklerini görüyoruz. Bu futbolun endüstrileşmesinde oyunun ve oyuncuların tek tipleşmesini ifade ediyor. Premier Lig’de oyunun iki yönünü de oynayabilen orta saha oyuncusuna pek rastlayamazsınız. Fakat defansif özellikleri yanında ileriye koşular yapabilen savaşkan orta saha oyunlarını her takımda bulabilirisiniz.
Daha çok pasla oynayan, teknik kapasitesi yüksek takımlara karşı geriye düştüklerinde artık tam da yapamadıkları durum oluşuyor. Yani makinenin dışına çıkmak zorunda kalıyorlar. Burada da artık Premier Lig’deki maçlarda o tek tipleşen oyunda yıldız olarak öne çıkarılan oyuncular (Rooney, Gerrard, Lampard gibi), farklı durumlarda telaşlı ve ne yapacağını bilmez bir hale geliyor. Bu durumu İngiltere’nin milli maçlarında görüyoruz.
Bu noktada artık dışarıdan gelen yabancı oyuncu, İngiltere milli takımını etkilemek bir yana, milli takımlarında istikrarlı oynamalarından dolayı bir makinenin dişlisi olarak Premier Lig’e geldikleri için artık milli takımlarına da yabancı oyuncu oluyorlar.
------------------------------------------
by Osman Bulugil
1 yorum:
Oncelikle yazinin ana fikrini cok anlayamadim. galiba endustriyel futbola olan kin ve tepki ingiliz futboluna aktarilarak bi deneme yapilmis ama cok daginik olmus.
Ayrica da ingiliz futbolu, ligi ve takimlari hakkindaki degerlendirmeler cok yanlis.
milli takimlarda basarisizlik cok farkli sebeplere bagli olabilir. sirf milli takim basarisiz diye bu sonuclara varilamaz. MU, Arsenal, L'pool, Chelsea dortlusune tek tip futbol oynuyor demek cok abes. Ayrica bunlarin sampiyonlar ligindeki basarisini nasil aciklayacaksiniz?
Yorum Gönder