FourFourTwo Ocak 2011 sayısında yayınlanmıştır
-------------------------------
Bir Roma derbisi sonrası, bir otobüsün arka koltuğunda birer tane Roma ve Lazio taraftarının birbirlerine “metrooo metrooo” diye dert yanmasının ihtimali uzaktan çok yüksek görünmüyordur. Ama 7 kasım günü, Roma’nın ücra köşesindeki bir otobüs durağının içine doluşmuş mavi-beyaz ve kırmızı atkılı 100 kadar taraftar taşıdıkları renge bakmaksızın kendilerini ilk metro istasyonuna atmakla meşgüllerdi ve ultra, Roma rekabeti, sağ-sol, antifaşizm gibi tüm kavramlarla ilgili düşünceleri bir kenara atılmıştı, zira kaçtıkları şey Doğa Ana’nın gazabı, Roma tarihinin en uzun süren ve en sağnak yağmurlarından biriydi.
Ekim ortasında, 15 gün sonraki İtalya seyahati için hazırlık yaparken birden aklıma geçtiğimiz sayıda bu satırlarda okuduğunuz Dortmund seyahatinin fon müziği olan aktivite geliyor. Roma’nın hangi takımının o hafta içeride oynadığına bakmak için Serie A fikstürünü açtığımda bir futbol dilencisi için gerçekleşebilecek en güzel olay ekranda. 7 Kasım 2010. SS Lazio-AS Roma, Olimpico, Roma. O görüntünün bir futbolseverde yaratabileceği heyecanı tahmin etmek çok zor değil. Kuyruğunda “Uçan Hollandalı” yazısının bulunduğu KLM Havayollarına ait uçak Roma’ya indiği andan itibaren odak noktamız hep aynı. Evet Sistine Chapel, Colosseum, Basilica San Pietro, Fontana di Trevi...bunların hepsi tarihin 2500 yıllık şehirde birleşmesinin kanıtları ama bizim kaderimiz Roma’nın kalbinin biraz dışındaki 80 bin kişilik mabedde. Tabii şehre ayak basmadan önce, işyerindeki tüm İtalyanlar vasıtası ile bilet soruşturma aktivitesini kovalıyoruz ama sonuçsuz kalıyor o çaba, birisinin Türkiye’deki derbi maçlarının öncesinde dolaşan söylentiler gibi çıkıp “arkadaşlar biletleri cumartesi günü Villa Medici’nin arka bahçesinde Giovinezza’nın lideri Giuseppe dağıtıyormuş” diye haykırmasını bekliyorum ama olmuyor. Sınır ötesi futbol yolculuklarına biletsiz çıkmak kaderimiz belli ki bu aralar (bkz. Aralık 2010 sayısı Westfalen yazısı).
Roma’ya bir Perşembe akşamı ayak basıyoruz. Otelimiz ihtişamlı Colosseum’un hemen yanında. İlk 3 gün tarihin sokaklarının her köşesine sindiği şehirde turlarken bir yandan da bilet kovalama var tabii programımızda. Roma’nın merkezini sarmalayan metro ağlarındaki sayısız istasyondan geçtikten sonra Pazar günü bileti elimize geçirmemiz halinde neler yapacağımızı planlıyoruz. Derken büyük gün gelip çatıyor. Saat 15:00’de oynanacak maç için sabah 9 sıralarında halen elimizde bilet zok. Biraz ümidi kesiyorum tabii, zira Derby della Capitale’ye 6 saat kala bilet bulmamız için gayet şanslı olmamız lazım. Derken telefonumuzda bir SMS beliriyor. Mesajda “Via Del Corso’daki Roma resmi mağazasında saat 14:00’e kadar az sayıda biletin satışa çıkarılacağı yazıyor. San Giovanni metrosuna atladığımız gibi soluğu Via Del Corso’ya en yakın metro istasyonu Spagna’da alıyoruz.
Via del Corso’ya Roma’nın Champ-Elysees’i demek mümkün. Birçok mağazanın yanyana sıralandığı Roma’yı Tevere nehrinden sonra karadan ikiye ayıran bir çizgi gibi. Dükkanı bulup içeri daldığımızda duvarlarda Roma’nın tarihini anlatan fotoğrafları görüyoruz. “Bilet” diyorum, standda bekleyen 55 yaşlarında, The Godfather’daki Don Ciccio’yu andıran görevliye. Aynen Robert de Niro’nun Ciccio’yu bıçakla çizmesinden önce attığı bakışı atıyor bana, bir ara “senin de mi baban Antonio Adolini?” diye soracak sanıyorum. Neyse ki sadece pasaport istiyor. Bana yerimi gösteriyor. Roma bu maçta deplasman tribününde olduğu için, sarı kırmızı renklere gönül vermiş bendenize, ilk Roma derbisinde deplasman yapma şansı da geliyor. Curva Sud’da bir yere atacağız kendimizi. Spagna istasyonuna yakın bir yerde maç öncesi protein desteğini aldıktan sonra artık yolculuğa başlayabiliriz. 2 durak sonra, Ottaviano’da iniyoruz. Neyse ki metro merdivenlerinin hemen yanında otobüs durağı karşımızda. Duraktaki birkaç kırmızı atkılı gence danışıyoruz, takıl peşimize diyorlar. Derken derbiye turist kontenjanından iştirak eden bir grup daha oluşuyor yanımızda ve heyhat, onlarsız olmayacak japon çift de tamamlıyor ekibi. Boyunlardaki fotoğraf makinelerini söylemeye gerek yok herhalde.
Otobüs geldiğinde doluşuyoruz hep beraber, ancak bizde derbi günlerinde sıkça karşılaşılan güzergah değişimini Roma belediyesi de hayata geçirmiş belli ki. Otobüsün kadın şöförünün zaten bu işe bulaşmaya hiç niyeti yok, bizi uzun yoldan getiriyor stadyumun önüne. Olimpico 300 metrelik uzaklıkta bizi bekliyor. Roma’ya gelip atkısız dönmek olmaz. Hemen bir seyyar satıcıya yaklaşıyoruz, üzerinde Nun C’e Problema yazılı siyah-kırmızı renklerde bir atkıyı katıyoruz koleksiyona. Madem bahsettik başlıktaki bu ifadeyi de açıklamak lazım. “Problem yok” un İtalyanca karşılığı Non C’e Problema’dır ama Romalılar ilk kelimeyi Nun olarak telaffuz ederler, bu artık onları İtalya’nın kalanından ayıran karakteristik bir özelliktir. Atkıyı takarken etrafıma bakıyorum, birkaç Lazioluyu görürsem anında turist tarafımıza ağırlık verip, bir de Lazio atkısı alacağım ama bu sefer de taraf olma gerçeğine ihanet edeceğim. Neyse ki gözü karartıp Roma atkısıyla yürüyorum kalabalığa, neyse ki deplasman tribününü olduğu yöndeyim dolayısıyla Roma kortejiyle beraber stadyuma yaklaşıyoruz. İtalyan polis elimdeki bilete bakıp anında bir pasaport kontrolü de ben yapayım diyor. Hollanda’dan İtalya’ya gelirken tek kişinin sormadığı pasaportu, AS Roma uğruna 2 kez cepten çıkarmak zorunda kalıyoruz. Bu tür durumlarda yerel taraftarların, turist taraftara bakışı maalesef insanı yerin dibine batırır. Ancak o nasıl utanç verici bir durumsa bir futbolsever için, stadyumda maç izlemenin en güzel anlarından birisi, o merdivenlerin koşarak çıkılarak yeşil rengi gördüğü ve sahanın kokusunu hissettiği andır. Hiçbir stadyumda o merdivenleri yavaş adımlarla çıkan bir insan göremezsiniz, zira her hafta ziyaret edilen stadyumda bile futbol sevdalıları ilk kez ulaşacakları bir tutkuya kavuşurcasına çıkarlar o basamakları. Tribüne ayak basıldığında da artık yepyeni bir macera başlar.
Biletin üzerinde 16. sıra 22. koltuk yazıyor ve nedense bir derbi maçında koltuğuna oturmak gibi, ancak Old Trafford’daki meşhur sandviççi tayfanın içine düşebileceği bir gaflet anında, koltuğumda oturan taraftara “birader bak çoluğumuzla çocuğumuzla geldik, rahat rahat bir maç izleyelim” konulu bir aile babası nutku çekiyorum, bana bakıp “kardeşim burası Roma merkez kafasına göre herkes” ayarını çekip boş bulduğum bir yere oturmamı söylüyor, o an silkinip kendime geliyorum ve daha fazla açık vermemek için sırıtarak yerime geçiyorum. Hatta kendimi affettirmek için, maça kısa süre kala benimle aynı hataya düşen 6 kişilik İngiliz ekibe “kardeşim burası Londra Belediye Tiyatrosu mu, oturun işte boş yerlere” diye akıl da veriyorum. Roma belediyesi maçı öğlen 3’e almakla kalmamış bolca Japon ve Ortadoğulu turiste bilet satarak ve maşallah neredeyse 20 bin kişilik bir boşluk bırakarak olay çıkma ihtimalini sıfıra indirmiş. 2 topluluk arasındaki atışma ancak kadrolar sayılırken duyulan protestolarla kendini gösteriyor. Westfalen’le karşılaştırılamayacak ölçüde bir duygu eksikliği var. Ama tabii bunda iki kale arkası arasında cuma pazarı kurulacak kadar boşluk olmasının da payı büyük. Maç günü dergisini okuyorum, Vucinic “yakalarsam affetmem” diyor, Totti “benim oynamamam önemli değil, sahaya çıkan arkadaşlarım da benim yokluğumu hissettirmeyecektir, sonuçta 11 kişi çıkıyoruz” diyor. Yani herhalde öyle diyordur...
Derken 2 takım sahada görünüyor. Kısa bir seremoni ve Jon-Arne Riise’nin Roma seyircisi tarafından ne kadar sevildiğini bize gösteren tezahüratlardan sonra hakem Emidio Morganti maçı başlatıyor. Başlatıyor ama Helenio Herrera’nın Catenaccio’suna bile “bu adamların oynadığı Catenaccio ise bizimki ne” dedirtecek kadar kötü bir futbol var sahada. İlk yarıda neredeyse ise anlatılacak hiçbir şey yok. Roma’nın bolca sol kanattan oynayıp Riise’nin her taçını uzun oynayarak sonuca varmayan bir heyecan yaratması dışında. Derbide bu 45 dakikada kazandığımız tek şey, İtalyan stadyum satıcılarının da uzak mesafedeki müşteriye içecek atarken ortalığı batırması. Bizde kafada patlayan ayran orada kola. Roma Olimpiyat Stadyumu bir futbol mabedi değil elbet. En azından tipik bir futbol mabedi değil. İtalyanların kolozyum tipindeki stadyumların bir başka örneği. Hem Roma hem de Lazio’nun kendilerine gelir getirecek bir stadyum inşaatı planlarının içinde olması çok fazla şaşırtmamalı insanları.
Devre bittiğinde kel Lazio forveti Tommaso Rocchi çıkış tüneli civarında Romalı taraftarlarla bir laf dalaşına giriyor. Artık içeride ne olduysa çıkmıyor ikinci yarıya. Mauro Zarate oyunda. Dakikalar 50’yi gösterdiğinde ilk yarıda sakatlanıp oyundan çıkan Jeremy Menez’in yerine oyuna giren Leandro Greco topu Roma’nın Brezilyalısı, tribünlerin Sabri Sarıoğlu misali maç boyu kendisi hakkında pek hoş duygulara sahip olmadığı ama takımın en fazla çalışan ismi Simplicio’ya çıkartıyor. O da topa yapıştırıyor ama İsviçreli Lichsteiner’ın kolu topu önlüyor. Morganti penaltıya yürüyor. Lichtsteiner acı içinde kolunu tedaviye aldırırken, Borriello topu Uruguay milli takım kalecisi Muslera’nın müdahalesine rağmen ağlara gönderiyor. Roma seyircisi meşaleleri yakıyor anında, birkaçını da sahaya atarak. Bu golden sonraki yarım saati Cristian Brocchi’nin başını çektiği Lazio oyuncu grubunun Morganti’den 3 ayrı penaltı istediği dakikalar olarak saymak mümkün. Bu arada 77’de Simplicio kaleyi bir kez daha bombalıyor, bu sefer direk izin vermiyor.
Gün siyahi oyuncuların günü ve bunun siyahi oyunculara karşı ırkçı tavırlarıyla ünlü olmuş Lazio maçında olması oldukça manidar. 84’te Borriello yerini Brezilyalı Baptista’ya bırakıyor. Oyun başlıyor, Lazio rakip sahada Mauri’nin indirilişine penaltı beklerken top dönüyor ve oyuna yeni giren Baptista, yine Lazioluların Stendaldo’ya faul yapıldığı iddialarına rağmen ceza sahasına giriyor ve vatandaşı Andre Dias tarafından indiriliyor. Penaltı. Laziolular artık itirazı hafif iteklemelere döndürüyorlar, Brocchi arandığı sarı kartı görüyor sonunda. Ertesi gün basına “bu hakemlerle lig bitmez” mahiyetinde bir röportaj veriyor. Vucinic geliyor bu sefer topun başına ve çok daha iyi bir penaltıyla durumu 2-0’a getiriyor. Tribünler karnaval yeri, Vucinic formasını çıkardığı halde ufak bir tur atıyor stadyumda. Kalan 5 dakika Roma taraftarının şovu. Maç bittiğinde Roma lider Lazio ile puan farkını 7’ye indiriyor. Maç sonu, o gün pazubandı taşıyan Daniele De Rossi, Roma tribünleriyle bütünleşiyor önümüze kadar gelip, sete çıkacakken Ranieri çağırıyor soyunma odasına. İtalyan hoca geçtiğimiz sezon müthiş bir çıkış yakaladığı ama bu sezon bir aralar kovulacağı söylentilerinin dolaştığı takımı toparlamayı başarıyor.
Üstümüzü örten yapıdan çıktığıız zaman her saniye daha da hızlanan ve sağnağa dönüşen bir yağmur karşılıyor bizi. Roma’nın teslim alınacağını tahmin etmiyoruz pek ama trafik sıkışıklığını, ağzına kadar dolu ve rötarlı tramvaylar ve kapatılan sokaklar izliyor. Sırılsıklam olmuş bir dolu insan Roma sokaklarında metro arıyor kentin doğu yakasına kendilerini atmak için ama bir türlü ulaşamıyoruz metroya, zira her seferinde bir polis barikatı bizi bir başka yola sokuyor. Artık iç çamaşırımıza kadar ıslaklığı hissettiğimiz anda adını hatırlayamadığım bir otobüs çıkageliyor. Yağmurdan kaçan bir dolu insan atıyor kendini otobüse, bir Laziolu genç tipik İtalyan garson hareketleriyle şöföre “metroo metrooo” diye inliyor. Öte yanda Lazio ve Roma atkılı iki genç, girişte bahsettiğimiz gibi rekabeti Giallorossi’yi Biancazzurri’yi unutup birbirlerine metro yolu dileniyorlar. Bir otobüs dolusu insan buharlanmış camları silip “M” yazısı arıyoruz yollarda. Derken birisi görüyor işareti, otobüs aynı anda boşalıyor ve kendimizi Barberini istasyonunda buluyoruz. Sonrası kuruma devresi.
Defterdeki Derby della Capitale hanesine bir çarpı işareti koymanın zamanı geldi. Bizi Roma’ya getiren Uçan Hollandalı ile tekrar Amsterdam semalarına döndüğümüzde bir sonraki durağa konsantre olmaya çalışıyoruz. Şubatta Lille kentindeki Lille OSC – O.Lyon maçı bizleri bekler. O zamana kadar stadyum merdivenlerinden koşarak çıkmaya devam.
10 Roma tavsiyesi
1-Via Del Corso Roma Fanshop: Roma lisanslı ürünlerinin satıldığı mağaza. Alışveriş çılgınlığının yaşandığı Via del Corso’da ulaşımı son derece kolay dükkanda maç biletleri kadar kulüp tarihinden bir çok anektodu bulacağınız materyaller de mevcut. Sistine Şapel’e 100 metre uzaklıktaki dükkana Vatikan sonrası uğramak mümkün.
2-Roma Metrosu: Bir şehrin kalbi metrolarda atar. Paris metrosunu son derece andıran bu rüzgarlı kasvetli tünellerde Roma’da görülmesi gereken her yere ulaşmak mümkün. Tabii ki stadyum yollarına da. San Giovanni’den atlayıp Ottaviano’ya kadar gidip her durakta inmek ve kültürel birikimi zenginleştirmek mümkün.
3-Fontana Di Trevi: Aşıklar çeşmesi (aşağıda), tribüncünün aşkla işi olur mu? Olmasa tribünde işi ne!!! Hiç bir sebep yoksa sırf o muhteşem güzellikteki çeşmeye takımın şampiyonluğu dileğiyle para sallamak mümkün.
4-Trinita Del Monti: Meşhur İspanyol merdivenlerinin mekanı. Olimpico seferi öncesi Spagna istasyonunun hemen yakınındaki devasa merdivenlerinde müthiş dilim pizza eşliğinde muhabbet için birebir. Bir nevi buluşma noktası.
5-Sistine Şapel: Futbol maçı öncesi sarhoş olmak için mutlaka alkol gerekmiyor, Michalengelo’nun tavanına insanüstü eserlerle katkıda bulunduğu Vatikan müzesindeki bu küçük mekanda hayal alemine dalıp oradan stadyuma el verilebilir.
6-Roma büfeleri: Maç öncesi karın doyurmanın yeri neresi mi? Her istasyonun çıkışında karşılaşabileceğiniz, benim favorimin Via del Lavatore’deki büfe olduğu bu mekanlarda Roma’nın meşhur ince pizzasına boğulmak mümkün. Lazanya jokeri de gerektiğinde masaya konmalı.
7-Monumento Vittorio Emanuele II: Maç sonrası gecenin büyüsünde insanoğlunun ömründe görüp görebileceği en ihtişamlı yapıyla mı tanışmak istiyorsunuz. Gideceğiniz yer Kolozyumun yakınındaki bu yapı olsun (aşağıda). 2 saat boyunca çakılı kalmak ve hiç ayrılmak istememek yan etkileri arasında.
8-Şarap: Anthony Quinn’in meşhur filmi The Secret of Santa Vittorio’ya selam olsun. İtalya deyince sırf hamur işleri değil, uğruna Nazilerin şehri işgal ettiği şaraplar da gelmeli. Eli yüzü düzgün restoranlarda içilmesi tavsiye edilir. Sonra maçı hatırlamamak mümkün.
9-Tiramisu: İşte İtalyanın anavatanı olduğu bir başka arzu nesnesi. Meşhur Roma dondurmasını bilemem ama Roma Tiramisusu başka.
10-Seyyar satıcılar: İtalya atkı, şapka, bere gibi spor malzemelerinde seyyar satıcı kalitesinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Müthiş işlemeler bulmak mümkün, lisanssız ürün diye geçmemek lazım, bulduğunuz atkıya 5-10 demeden yapışın.
2 yorum:
Morganti Faciası olarak hatırlarda kalacak bir maç. Türkiye'de olsa klüp başkanı çıkıp "Morganti düdüğünü assın" denir vede Morganti o düdüğü asardı.
mactan maca kosturmaca herhlde ucakla blmem kac ulkeyi arkada brakarak cekilecek cile yesil sahayi gorup kokusunu alinca unutuldugunda futbolun edustrisini degil de romantigini en derinde yasayana harika bir ani olur. tebrikler fd. yaptigin isi kiskanmadigimi soylemeden de edemeyecegim. ayrica kusuruma bkma mobilden fazl yazamadim, soyleyecegim o kadar cok sey vardi ki...
Yorum Gönder