18 Ağustos 2011 Perşembe

BİZİM BURALARDA GRİ RENGİ HİÇ SEVMEZLER


















Girerken söyleyeyim bu bir Jose Mourinho'yu koruma yazısı değil. Yazının kendisinden de rahatça anlaşılacak bir şeyi bir de yazının içinde dile getirme nedenimi okuduğunuzda anlayacaksınız. 30 yıllık hayatımda Türk toplumu hakkında edindiğim ve bir türlü değişmeyen gerçeklerden birisi "ortası olmayan" bir toplum olduğumuzdur. Taraf olmayı, taraf tutmayı ve hatta tarafa hiç ayrılmamak derecede sarılmayı çok sevdiğimiz gibi, birilerini taraflara yerleştirmeyi de çok severiz. Teknoloji, internet denen bu uçsuz bucaksız evreni hayatımıza soktuğundan beri insan oğlunun spontan, şovenist, atraktif düşüncelerini, kendini anlatmanın yerine koyması bu zevkimizi daha da üst düzeyde yaşamamızı sağladı. Sloganvari cümlelerle hayatımızı yönlendiriyoruz artık. Bir insanın karakterini yazdığı 140 karakterden tahli edebiliyoruz mesela. Bencillik, cömertlik, dürüstlük, zeka seviyesi, cinsel tercih, siyasi görüş, sosyal statü....hepsi o "çakma Underground" platformların oluşmasına katkıda bulundular. Gri rengi hiç sevmeyen ve siyah-beyaz renkler için yanıp tutuşan bizler için bulunmaz fırsattı bu. İletişimin % 90'ının vücut dili olduğunu söyler bazı araştırmacılar. Biz geri kalan % 10'u ile insanları kategorileştirmeyi çok seviyoruz

Bu ortam başka bir karakter özelliğimizle birleşti. İnsanları, kafalarından çıkan sadece 1 fikirle alıp, ideolojlerin, fikir akımlarının, yaşam tarzlarının birer takipçisi olduğuna kendimizi inandırmak ve bu yolla karşımızdaki "öteki"yi yaratmak. Üniversitedeki başörtü yasağının özgürlük karşıtı olduğunu düşünen herkes yüksek ihtimalle "şeriatçı" ya da bizim ülkemizdeki meşhur deyimle "şakirt" olmalıydı. Zira ortada olmak çok sıkıcıydı, neden karşımıza kavgamızı verebileceğimiz bir rakip yerleştirmek yerine, uzlaşmacı bir tavır takınalım ki. Fikirbirliği, insanoğlu söz konusu olduğunda dünyanın en zor olgularından bir tanesi. Biz bu zorluğa gelmek istemiyoruz hiçbir zaman, kolay olanı seçiyoruz, kendi bildiğimizn en iyi olduğuna inanıp, karşıdakini tahrip eder bir tavırla aşağılamak ve onu bulunduğunu sandığımız tarafa yapıştırmak.

Jose Mourinho için, dün akşam sonrası olanlar da bu. Zaten ülkede uzun zamandır var olan suni bir "Kralın Köpekleri vs. Çakma Katalanlar" hadisesi vardı. Bunu bu blogda defalarca dile getirdim. Bir takıma sempati duymak, ona aidiyet hissetmek, ona gönül vermek...Bunların hepsi birbirinden farklı şeylerdir. Ben Borussia Dortmund'a sempati duyarım, ona ait hissetmem için tribününe gitmem, kulübe herhangi bir şekilde destek vermem gerekir, ona gönül verebilmem içinse mağlup olduğu gün, yatağa başımı koyduğumda, "ya o gol olsaydı" diye hayaller kurmak, galip geldiği günün ertesinde hayattaki her şeye güzel bakmak. Ben ilk seviyedeyim. Kendimi üçüncü seviyede gördüğüm bu dünyada 1 takım var ve kusura bakmayın, bunun 2 olacağına da inanmıyorum. İnsanoğlu hayatında birden fazla aşık olur, ama unutamadığı aşkı bir tanedir. Bu suni taraftarlığın dün akşam bir başka tezahürü de Jose Mourinho konusunda ortaya çıktı, zaten bbir süredir mevcuttu ama artık zirve noktasına ulaştı.

Portekizli keskin karakteri olan bir teknik adam. Ya seversiniz ya nefret edersiniz klişesi değil kastettiğim. Stanley Kubrick belgeselinde Kubrick için "böyle filmler yapan bir insanın diğerlerinden farklı olmasını beklersiniz" lafı geçer. Portekizli de böyle bir adam. Egosu şişkin, saldırgan olmaktan çekinmeyen, nüfuzlu, kendisine saygı duyulan ve kısa zamanda eline aldığı malzemeden iyi işler çıkaran bir teknik adam. Dün akşam rakip takımın teknik ekibinden bir çalışanın sağlığını tehdit edecek bir hareketi hiç düşünmeden yapan da o, Sir Alex Ferguson'un 25 yıllık İngiltere kariyerinde onu 2 kez üstüste dize getirmiş adam da. Yaptığı yorumlarla Anders Frisk'in hakemlik kariyerini baltalayan da o, 2000 sonrasının futbol evrimine, Chelsea 4-3-3'ü ile katkı yapan da. Nerede ise gittiği her ligde egosunu diğer teknik direktörlerle tartışmak için ve onları küçümsemek için kullanan da o, gittiği her takıma kendi damgasını vuran ve Körebe oynamak yerine futbol üzerine birkaç röportajını dinlediğinizde bu spor hakkında ne derece derin düşünceleri olduğunu anladığınız da. Mourinho tipik bir arızadır. Büyük oyuncuların, teknik adamların tümünde bu görülür, aynen büyük ressamların, aktörlerin, yönetmenlerin hayatında görüldüğü gibi. Jackson Pollock bu yüzyılın en büyük ressamlarından biriydi, alkollü şekilde arabasına atlayıp intihar ettiğinde yanında suçsuz bir kadını da ölüme götürdü, taptığımız Kemal Sunal zamanında bir başka taptığımız adam Şener Şen için "başrol oynamaya çalışıyor, yan rollerde kalsa daha iyiydi, başarılı olacağını sanmıyorum" demişti, Francis Ford Coppola baş yapıtı Apocalypse Now'u çekerken uyuşturucunun pençesindeydi ve kendisinden ayrılmayı düşünen karısının önünde, tüm set ekibinin bakışları arasında diz çöküp af dilemişti ve filmin çekimleri sırasında işçileri aç karnına çalıştımıştı.

Bunlar dün akşam Portekizlinin yaptıklarını (şu meşhur koku hareketi başta olmak üzere) meşrulaştırmıyor. Ama onun futbol zekasını da çöpe götürmüyor. Bu adam böyle bir adam. Ve böyle bir adam olduğunu görmek, onun salt bir futbol dehası ya da aşağılık bir adam olduğu iddiasında bulunup, futbolun utancı ya da pırlantası olduğunu savunmaktan çok daha mantıklı. Ahmet Kaya sağolsun, bu "opportunizme bulaşmış tipik bir ortayolculuk" değil. "Realizme bulaşmış sağlamyolculuk". Biz buralarda gri alanları sevmeyiz, sevmemeye de devam edeceğiz...ve evet çıkarken söyleyeyim bu bir Jose Mourinho'yu koruma yazısı değil.

8 yorum:

alperensaylar dedi ki...

abi o laf sanırım ilyas salman içindi, şener şen için değil.. ben de öyle duymuştum da :)

alperensaylar dedi ki...

bir de şu var; misal benzer hareketleri hagi de yaptı zamanında, cantona da.. hagi'nin erol ersoy olayını, maç içindeki tony adams münakaşasını ve diğerlerini çok net biliyoruz. cantona'nın yaptıklarını sadece bu sitede bile okuyup ezberlemek mümkün. ama mourinho yapınca tüm sözlüklere bakıyorum bildiğin aşağılık oluyor..

dediğine geliyor aslında bizdeki bu taraf olma durumu çok kötü. 3 senedir barcelona'dan ve futboldan bu yüzden nefret ediyorum. barcelona'nın hakkını dahi veremiyorum bu zihniyet yüzünden. dün bir spiker çıkıyor misal orduspor'un güzel bir takım oyunuyla da atabileceği golü barca ve messi atınca orgazm oluyor tv'de, hepsini geçtim utanmadan raul'ü tarihe gömüyor diyor.. şimdi karşıdaki zihniyet böyle çığrından çıkınca öteki taraf da böyle abartabiliyor. mesela dün marcelo fabregas'a "dalınca" -biraz da arsenal sempatisinin de etkisiyle- çok da mutlu oldum, geçen kasım'da ramos'un messi'ye dalıp, puyol'a tokat attığında mutlu olduğum gibi..
kısacası taraf olma merakımızdan dolayı oyunu unutuyoruz, açık ve net.

2 maç ile ilgili şunu söylemek lazım; real madrid barcelona'dan daha iyiydi. sezona da daha hazır oldukları belli. barcelona takımı ise tatilden yeni yeni çıkıyor havasında belli. eğer ingiltere'de olsaydı iki takım barcelona'ya bu hazırsızlığın bedelini ağır ödetirlerdi ama ispanya 4-5 senedir bariz bir şekilde 2 takım arasında geçen bir lige sahip olduğu için hazır olana kadar yine de çok etkilemeyecektir bu durum barcelona'yı.

Flying Dutchman dedi ki...

@alperensaylar

http://www.scugnizzi.org/2010/09/1985-tarihli-kemal-sunal-roportaj-2.html

şurada var röportajı, soruda ilyas salman da geçiyor haklısın ama o lafı şener şen için söylemiş

SALİM BÜGE dedi ki...

isigin degerini anlamak icin karanliga ihtiyac var. Karanligin gorevini Mou yapiyor.Bu tabiki onun kendi duzlemindeki degerini ne arttirir ne azaltir,yapmasi gerekenler bu,birilerine birseylerin farkina varma hizmetini goruyor.insanogluna dusen ise bu farkindaliklari algilamak veya algilamamak. Bu da ne kadar insan olabildigini ve bu hayatta ki amacina ulasip ulasmadigini belirliyor bence.Bu dusunce setine sahip olanlarin sayisinin artmasi, cesitliligi, saygiyi ve sevgiyi arttiracaktir.Mou bizi eger algilayabilirsek daha yuksek degerlere sahip noktalari isaret ediyor aslinda.

Barış İne dedi ki...

Yazının bütününe ve yaptığın tespitlere katılıyorum, yalnız bir noktanın altını çizmek istiyorum.(Sen böyle diyorsun/demiyorsun demek değil amacım sadece kendi bakış açımı belirtmek istiyorum):

Öncelikle "teknik direktörlük" kanımca tam anlamı ile bir "sanat" değil ve verdiğin örnekler genel tespit itibarı ile anlamlı ve doğru olsa tüm vakaları ayrı ayrı incelemek gerekebilir. Örneğin, ben Kemal Sunal'ın çıkışı ile Mourinho'nun yaptıkları arasında en simgesel bir bağlantıyı dahi göremiyorum.

Bir teknik direktörün veya futbolcunun çok başarılı olması bu kadar çirkinleşmesini gerektirmez bence ve o teknik direktörün/futbolcunun egosu ve yaptığı tüm çirkin hareketler insanların kendisi hakkındaki "beyaz" düşüncelerine yaslanıyorsa, böyle şeylerin hiç bir alanda yaşanmaması adına "siyah" tarafta yer alma mantıklı olabilir.

Tabi "siyah" derken "aşağılık mourinho" yaklaşımında değilim. "Şöyle egolu, böyle çirkef adam ama çok başarılı, başarısını öfkesinden alıyor vs." tarzı bir klişeyi de kabul edemiyorum.

Bu tarz bir "başarı" söylemini yüceltmemek, özendirmemek gerek bence.

Biraz uzattım, yanıldığım/yanlış anladığım noktalar vardır elbette, şimdiden kusura bakma.

maria lopez garcia dedi ki...

http://www.daghanirak.com/?p=1043

mesela ben de yaklasik olarak boyle dusunuyorum

ahmet serdar dedi ki...

arkadaşım bu mourinho'yu istediğin kalıba sok, ister aykırı insan de, ister büyük sanatçı de. bu kadar tahlil yapılacak birşey yok. gayet net ve basit : bu davranışlarının nedeni, tamamen çirkefliğinden ve çekememezliğindendir. takıma oynattığı oyun ortada (kasapspora döndü iyice)
ha bizim milletin bu olaylara bu kadar mudahil olmalarını anlamıyorum o da ayrı bir konu. taa ispanyada adamın biri diğerine dalıyo, bizim burda insanlar mutlu oluyo, saçma deil mi?

Flying Dutchman dedi ki...

@ahmet serdar

biz de onu diyoruz zaten...sen adamı çirkef, çekemez veya müsibet olarak gör, bu adamın diğer övülesi özelliklerini ortadan kaldırmıyor. Çirkef kelimesi çok eğilip bükülebilecek bir kelime onu bir kenara bırakıyorum. Yenilgiyi hazmedemeyen bir adam olduğu ortada zaten ama "kasapspor" diye belirtilen takımı geçtiğimiz yıl ligde 92 puan topladı ve takım yıllar sonra unuttuğu Şampiyonlar Ligi çizgisine geldi. Bir de işin bu yanı var. Yoksa bir başkası da Dani Alves'in maç içindeki hareketlerine benzer sıfatları yakıştırabilir.

@Felagund Finrod

Aynı fikirdeyiz yazdıklarınla. Yani iyi işleri kötü taraflarının özrü olamaz zaten ya da "olması gereken ideal" olarak yansıtılamaz. Hepimiz akıl sahibi insanlarız, Mourinho'nun hangi yanlarının örnek alınmasının gerektiğini net biçimde görüyoruz, dolayısıyla Mourinho'ya bakıp onun o akşamki haline özenen adamın problemi hayat görüşüyledir, Mourinho özelinde değil.