30 Kasım 2013 Cumartesi

RYAN GIGGS'İN 40 YILI


























Ryan Giggs Premier Lig'in kendisinden daha yaşlı. 2 Mart 1991'de İngiltere 1.Ligi'nde, Premier Lig kurulmadan 1 sezon önce ilk kez Manchester United formasını giymişti.


Ryan Giggs Manchester United ile il profesyonel maçına çıktığında, bugünkü takım arkadaşları Adnan Januzaj ve Phil Jones henüz doğmamıştı

1993 yılında Manchester United 26 yıl sonra ilk kez şampiyonluğu kazandı. Ryan Giggs ve arkadaşları ligi Aston Villa'nın 10 puan üzerinde bitirmişti. 

Ryan Giggs'in kariyerindeki en güzel anlardan birisi. 1999 FA Cup yarı finalinde Arsenal'e uzatmalarda attığı gol.

Giggs, 18 yaşında ilk arabasını alıyor. Manchester'lı araba satıcısı Jim Quick, cömert iş adamının adı.


Giggs, 29 Kasım 1973'te Cardiff'te Ryan Joseph Wilson olarak dünyaya geldi. 1991'de futbol arenasına adım atmadan kısa süre önce annesinin soyadını aldı.

28 yaş ve üstü oyunculara verilen Golden Foot ödülünün 2011 yılındaki sahibi Ryan Giggs oldu.

Fergie'nin güvercinleri. Yıl 1991.

Ryan Giggs, Sir Alex Ferguson yönetiminde 35 kupa kazandı. Bunların 13'ü lig şampiyonluğu. 

Kariyerindeki 953 maçta, 168 golü ve 131 asisti var.


21 Mayıs 2008'de oynanan Chelsea maçında sonradan oyuna girdiğinde kulüp adına 759 maça çıkmış oldu ve Sir Bobby Charlton'a ait rekoru tarihe gömdü.

Giggs, 2007'de kraliçe tarafından İmparatorluk Nişanı ile ödüllendirildi. 

2 Haziran 207'de son kez Galler milli takımı formasını giydi. Milli formayla 64 maçta 12 golü var. 

Hiçbir futbolcu Ryan Giggs'ten daha fazla Şampiyonlar Ligi maçına çıkmadı. 148 maçta 29 gol.

Giggs, Premier Lig'in 21 sezonunda da gol atan tek futbolcu.

Giggs, 16 farklı Şampiyonlar Ligi'nde gol kaydetti. Rekoru elinde bulunduruyor. 

Gelmiş geçmiş en iyi Galli futbolcu olarak kabul edilse de, ülkesinde yılın futbolcusu ödülünü sadece 1999 ve 2006'da kazanabildi. 

Giggs, dünya nüfusunun % 65',inden daha yaşlı...

Galli futbolcu 2008 yılından beri Manchester United ile 1 yıllık kontratlar imzalıyor. Şu anda bunların 5.si yürürlükte. 

Giggs, Sir Alex Ferguson'un tavsiyesiyle 20 yaşına kadar hiçbir televizyona röportaj vermedi. 1993-94 sezonunda Match of the Day ona mikrofon uzatabilen ilk program oldu.

Profesyonel kariyerinde Galler topraklarında bir lig maçına çıkmak için 20 yıl bekledi. Kasım 2011'de Swansea deplasmanına gittikleri ana kadar. 

Giggs, 2011 yılında Profesyonel Futbolcular Birliği'nin verdiği "Yılın Futbolcusu" ödülünü kazandı. O sezon sadece 12 maça ilk 11'de başlamıştı. 

Giggs kariyerinde 29 sarı kart gördü ve bu kartlar sebebiyle 33 maçta forma giyemedi.

40 yaşındaki futbolcu, Manchester United kariyerinde hiçbir zaman kırmızı kart görmedi. Galler milli takımıyla ise 1 kırmızı kartı var. 

14 Eylül 2011'de Benfica ağlarını sarstığında Şampiyonlar Ligi tarihinin en yaşlı golcüsü oldu. 38 yaşından 289 gün almıştı. 

Giggs Premier Lig'de 109 gol kaydetti. Şu anda 110 gollü Emile Heskey ve 107 gollü Paul Scholes'un arasında 19. sırada bulunuyor. 

26 Kasım 2013 Salı

AJAX-BARCELONA A.Ş.


23 Kasım 2013 Cumartesi

GOODRICH CEHENNEMİ





























İngiltere 10. Ligi, West Midlands'ta mücadele eden Goodrich FC'nin rakiplere sahayı dar eden tribünü

22 Kasım 2013 Cuma

YEMİNİMİ BOZDUM MANGASI


















Carrie filmini izleyen bilir. İzlemeyen de bundan sonrasını okumasın, gerçi "bu yaşa kadar Carrie'yi izlememiş birisi bundan sonra da izlemez" diyecektim de yeni versiyonunu çektiler şimdi onu görmeye giden bazıları "abi yeni bir film keşfettim..Carrie" diye ortaya dökülecekler o yüzden buradan sonrası filmi izlemiş olanlar için. Bildiğiniz gibi içine kapanık soluk benizli ama psişik güçleri olan kızımız Carrie'nin tek dileği okul balosunda Tommy ile aşklara yelken açmaktır, tam hedefine ulaşmak üzeredir ki sonradan Robocop'ın sırdaşı olarak da göreceğimiz Nancy Allen'in oynadığı karakter Chris kendisini domuz kanına bular. Bunun üzerine o sessiz sakin Carrie de "şimdi ananızı laciverte boyadım" diye bütün okul balosunu can pazarına çevirir. Eve gelir, onun kafayı sıyırdığından haberi olmayan kafayı yemiş, şakirt anası kızı bıçaklamaya kalkınca onu da dart tahtası niyetine kullanır. Kendisi de ölür ama sonuçta intikamını çok feci almış taş taş üstünde bırakmamıştır. Sinema tarihinin film boyunca pısırık görünen ama sonra yemini bozarak 15 kişiye saldırıp vurup vurup saymayan karakterlerine bir göz atalım

1-Kickboxer: Bir ara dövüş filmlerinin ana teması baş karakterin boyuna dayak yiyip sonradan açılmasıydı. Herhalde Van Damme abimizin bu filmindeki yönetmen de (şimdi adına gidip bakamayacağım) "bari bir senaryo olsun lan" diye, tam final dövüşü öncesi Van Damme'ın abisini kaçırtır. Van Damme'a da "bak dövüşte yenilmezsen abini harcarız" diye hatır şikesi teklif edilir. O da abisinin canı için başlarda dayak yer, derken abisini Mazda minibüs kullanan arkadaşı kurtarır (o zaman Volvo yoktu), ringe getirir, bunu gören Van Damme da "şimdi açın önümü" diye kel-at kuyruklu arkadaşı haşamat eder. Bir de filmin içinde pısırık pısırık deviremediği palmiyeyi, ustası ayarı verince devirmesi vardır...Mal

2-Ajeossi: Bak güzel filmdir bu. İngilizce adıyla The Man From Nowhere. Won Bin kardeşimiz, bir apartmanda kendi halinde yaşayan bir arkadaşken Kore mafyasıyla başı derde girer. Çok sevdiği kızı mafya kaçırır. Bizimki eski tim elemanıdır ama aslında böyle işlere bulaşmamaya yemin etmiştir. Gel gör ki kızı öldürdüklerini bir de gözlerini çıkardıklarını öğrenince, çete merkezini basar, kuşbaşı kuşbaşı doğrar..Şimdi böyle anlattım ama güzel filmdir siz izleyin.

3-Kılıbık: Kemal Sunal'ın, Aziz Nesin'in Toros Canavarı kitabından uyarlanan filminde Kamil efendi polisin önünden geçmekten, polisten ve hatta hareket eden her şeyden korkan bir kiracıdır. Film boyunca da kuyruğunu kıstırmış köpeği oynar. Derken Niyazi'nin adamları evden taşınmak zorundayken oğlunu paçavra eder. Bunun üzerine Kamil efendi kahveyi basar, Niyazi'nin adamlarını benzetir. Dövdüğü adamlar arasında Yadigar Ejder de vardır...ey gidi Yadigar Ejder

4-Unforgiven: Clint abimiz silahını asmış, içkiyi bırakmış, çiftliğinde domuz peşinde koşan bir eski silahşördür. Kısa yoldan voleyi vurmak için Morgan Freeman'ın peşine takılır. Derken Vahşi Batı'da Morgan abiyi harcarlar. Bunun üzerine Clint abi içkisini yine yudumlamaya başlar, kasabanın barını basar, herkesi mermi manyağı yapar. "Bir daha yamuk yaparsanız burayı Fikirtepe'ye çeviririm" tehditini savurur ve çeker gider. .

5-Rocky 5: Rocky Balboa, Amerika'dan sonra Rusya'ya da insanlığı öğrettikten sonra köşesine çekilmiştir. Gelin görün ki allahın ergeni Tommy Morrison kader kıymet bilmez bir yeni yetmedir. Paranın eseri olur, Rocky dersini vermek için sokaklara iner, verir de...Aslında bu filmdeki Tommy Morrison bana Batuhan Karadeniz'i hatırlatır biraz

6-Ip Man: Yine Uzakdoğu ve yine birkaç zirzopun asabını bozduğu bir adam. Japonlar Ip Man ustanın arkadaşı Lin'i öldürür. Bunun üzerine usta, Japonların karargahında biter, 10 tane karatekayı yumruk ve tekme manyağı yapar, hatta bir arkadaşın bacağını fena halde eline verir. Bu koreografi şaheseri için buradan buyurun.

7-Training Day: Bu sefer çömezlik bakidir. Zira Ethan Hawke yılların çakalı Denzel Washington reyizin yanında, görevdeki ilk günündedir. Kafa ütüleyen aile, karım, çocuğum muhabbetleriyle Denzel'ı çileden çıkarır ama o da az malın gözü değildir. Zavallı sabi sübyanı hunharca ölüme terkeder. Şans eseri bizimki paçayı sıyırır ve aklı başına gelir. Dönüp intikamını alır.

8-Banker Bilo: Bu sefer yemini bozan karakter dayak atmıyor ya da birilerini öldürmüyor.  Şener Şen tarafından boyunca film boyunca enayi yerine konan ve "hele bir sor niye yaptım" diye kafalanan Bilo, sonunda namussuz bilo olmaya karar verir. Seviyorum oğlum...karı...dur

9-Spider Man: Bak bu yemini bozma iş işten geçtikten sonra yapılmış olanı. Peter Parker denen gazeteci bozmasına müthiş yetenekler bahşedilir ama gel gör ki bizimki amcası öldürülene kadar hala "örümcek mi, ehehe 8 bacağım yok ki ya uğraşmayın benimle" diye sevgi kelebeği modunda gezer. Bakar ki amcası hakkın rahmetine kavuştu, kötülerin peşine düşmek o zaman aklına gelir. Bi de aforizma yapar "büyük güç, büyük sorumluluk getirir" diye...E amcanı harcarlarken nerdeydi sorumluluğun lan it, diye sorası gelir insanın da.

10-Hababam Sınıfı: Çalışkan Ahmet sınıftaki tüm zıpır karakterler tarafından dalgaya alınan, uğraşılan, temiz çocuktur. Ne yapsanız sesini çıkarmaz. Gelin görün ki, sınıftakiler "okumak isteyen" çocuklara Teksas Tommiks göndermeye kalkışınca dellenir. 

21 Kasım 2013 Perşembe

ZLATAN'DAN 5 SALVO

























Zlatan’ın olmadığı bir Dünya Kupası’nı izlemeye değmez”. Portekiz’e 2014 Dünya Kupası baraj maçında elenen İsveç’in yıldızı İbrahimoviç kameralara böyle konuşmuştu. Bu İsveçli’nin basınla olan münasebetindeki ilk sansasyonel demeci değil.Yazıdaki maddelerin içinde ilgili videolara linkler bulunabilir

Karşında Tanrı duruyor

Portekiz ile oynanacak baraj maçı rövanşı öncesinde İsveç televizyonu kendisiyle ülkenin dünya kupası şansı üzerine bir röportaj yaptı. Muhabirin İsveç'in maçı kazanıp kazanmayacağına olan inancı için Ibrahimovic "Portekiz maçın favorisi, onlra zorluk çıkarmaya çalışacağız çünkü Dünya Kupası'na gitmeyi istiyoruz, maçın nasıl sonuçlanacağını Tanrı bilir" cevabını verdi. Muhabirin "Tanrı'ya soru sormak biraz zor" yorumuna karşılık Ibra'nın cevabı "Tanrı karşında duruyor" oldu.

Kız kardeşini de getir

Ibrahimovic Barcelona antrenman sahasına ilk ayak bastığı günlerde taraftarlar ondan imza almak için etrafını sarmıştı. Ancak bir İspanyol kadın gazeteci Pique ile basında çıkan bir fotoğrafı ile ilgili onun sertliği ve erkeksi karakterini sorgulayınca İsveçli çileden çıktı. Kadın gazeteciyi imzaları dağıttıktan sonra arabasına çağıran futbolcu cevabını verdi. "Gay olup olmadığımı merak ediyorsan bu akşam evime gel....Gelirken kız kardeşini de getir"...

Fiat gibi kullanıldım

Zlatan'ın otobiyografisi "Ben, Zlatan" bir çok ülkede en çok satanlar listesinde uzun süre kaldı. İsveçli Barcelona'daki ilk 6 ayında çok mutlu olduğunu ama daha sonra her şeyin değiştini anlatıyordu. Özellikle teknik direktör Pep Guardiola ile karakter çatışmaları yaşayan oyuncu "eğer birisinin benimle problemi varsa gelip benimle konuşması gerekir, böylece 2 erkek gibi görüşebiliriz" diyordu. Bu ikilinin birbiriyle hiç konuşmadığı biliniyordu. Şöyle diyordu şampiyonluk koleksiyoncusu futbolcu "Messi'nin yanında 2.forvet gibi kullanılıyordum. Eğer bir Fiat gibi kullanacaksan neden Ferrari alırsın ki"

Hangi parfüm

İsveç milli takımıyla çıktığı bir maç sonrası bir muhabirin sorularını cevaplayan Ibrahimovic bir süre cevaplarını verdikten sonra muhabirin ceketiyle ilgili şakalar yapmaya başladı. İşi daha da ileri götüren Ibra bu sefer muhabirle "bu koku da ne, biraz kokuyorsun galiba" diyerek alay etmeye başladı. Soğukkanlılığını koruyup röportajı bitiren İsveçli muhabir, röportajın sonunda "Euro 2008'de görüşürüz" deyince bizimki hemen cevabı yapıştırdı, "hiç sanmıyorum".

Bunu karına sorsana delikanlı

İngiltere ile İsveç arasında 2004 yılında oynanan bir milli maç sonrası basın toplantısında bir gazteci Ibra'ya yüzündeki çiziklerin nereden geldiğini sorduğunda hayatının hatasını yapmıştı. Cevap gecikmedi..."Bunu karına sor bakalım"

18 Kasım 2013 Pazartesi

PS4'ÜM BENİM BİRİCİK SEVGİLİM























CSKA Moskova'nın İsveçli oyuncusu Pontus Wernbloom ve yeni sevgilisi ile çok özel pozları

17 Kasım 2013 Pazar

FLYING DUTCHMAN'IN SEYİR DEFTERİ-68





















1950 yılında İngiltere'nin Doncaster şehrinde dünyaya gelen John Ryan, kozmetik sektöründe ufak çapta bi servet yapmış ve doğduğu şehrin takımı, küçüklüğünden beri desteklediği Doncaster Rovers'ı 1998-99 sezonunda satın almıştır. 2002 yılında sahibi olduğu kozmetik firmasını satarak yine bu sektörde hizmet veren poliklinikler açan Ryan, 26 Nisan 2003 tarihinde, Konferans Ligi mücadelesinde Hereford United karşısında maçı 4-2 önde götürürken 89. dakikada oyuna girmiştir. 53 yaşına girmesine 1 ay kala bu eyleme imza atan Ryan, İngiliz futbol liglerinde, profesyonel bir takım forma giyen en yaşlı oyuncu unvanını elde etmiştir. Topa hiç değemese de gönül verdiği kulüple bir kez olsun sahaya çıkma şerefine kendisini eriştiren Ryan aynı zamanda futbol tarihinin ender futbolcu-başkan sıfatlarından birisini kazanmıştır. Ryan halen Doncaster'in sahibidir.

Seyir Defteri


16 Kasım 2013 Cumartesi

TOTEMSPOR - HAYATIM FUTBOL İŞBİRLİĞİ






















104 sayıdır sürdürdüğümüz (ki sayı bazında tam 2 yıla denk geliyor) alternatif yayıncılık anlayışında yeni bir adım attık geçtiğimiz hafta başında. "Sporseverin totemi" Totemspor ile işbirliği içerisine girdik. Bundan böyle dergi yazarlarını orada da faaliyet gösterirken göreceksiniz. Ben de İzlanda-Hırvatistan maç yazısıyla mesaiye başladım. Bu birlikteliğin uzun sürmesini ve iyi işlere imza atmasını diliyoruz.


Yeri gelmişken de Hayatım Futbol'un 2014 Dünya Kupası elemeleri 104. sayısının yayında olduğunu hatırlatalım.

Hayatım Futbol web
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

14 Kasım 2013 Perşembe

TOP 10 SINAV KLİŞESİ


























Sene 1999. Yer Hacettepe Üniversitesi, Beytepe kampüsü..Mikro İktisat sınavı....Gayri Safi Milli Hasıla ile ilgili öyle bir soru var ki soruyu çözene kadar gidip bahsedilen memleketteki bütün vatandaşlara gelirini sorup hesap makinesiyle toplasam daha çabuk sonuca ulaşırım. Deniyorum olmuyor, girmiyor top içeri bir türlü, Fatih Terim'in deyimiyle, "Mikro İktisat'ı bu duruma da başka birisi düşürmüş müdür bilmiyorum"...Baktım ki normal yollardan olmayacak bu iş, kopya çekmenin en bayağı, en aşağılık yöntemi olan öndekinin kağıdına bakma yoluna gittim. Zira dostlar kopya çekmenin de kendi içinde bir tarzı, bir sınıflandırması bir hiyerarşisi vardır. Örneğin oturduğunuz sıraya veya duvara yazma gibi bir stil de vardır ki bu yine öndekinin kağıdını röntgenlemekten iyidir. Bu işin zirvelerinden birisi kağıt değiştirmektir ki büyük bir cesaret, mükemmel bir zamanlama ve adeta araziyle uyum sağlama gibi özelliklere sahip olmanız lazımdır. Zira bir anlık hata, bir anlık gaflet sizi elaleme rezil edebilir. Al Pacino'nun Any Given Sunday'de attığı tiradda bahsettiği o meşhur santimlerin kopya sanatında da büyük önemi vardır. Because that is gonna make the fucking difference between winning and losing...between living and dying!!!!...Söylemesi ayıp bizim hatun Sanat Tarihi lisansına başladı ve sınav ortamını anladıkça anlıyorum ki ülkeden ülkeye değişmeyen evrensel klişeler var...bizim işimiz de sıralamak

1-Cevap anahtarı adam: Sınav bitmiş, haftaların stresi gitmiş, kapıdan dışarı çıkarsınız, daha kapıyı kapatmadan yüzünüze 5 santim yaklaşarak en az 5 kişi bağırır "7'yi kaç yaptın!!!????"...Ebenizin...töbe töbe...Kardeşim bir rahat verin. Ben zaten sınavdan önce ve sınav içerisinde yeteri kadar stres olmuşum, bir de sınav sonrası sonucu duyana kadar bari strese sokmayın. Bu muhabbet sırasında küfürleşmeler, kavgalar olur, iş ana bacıya varır..."8 c olucak c allahın malı c"...."Doğru konuş senin kitabını s....erim heaaaaaa" şeklinde sürüp giden bu hengamede bir de cevaplarının doğruluğundan şüphe götürmeyen çalışkan adam sanki cevap anahtarıymış gibi davranılır ve teselli "Uğur -1 bulmuş oğlum cevabı sen boku yedin" şeklinde Uğur'la aynı sonucu bulmayanlar yerin dibine batırılır. Bu cevap kavgasının en gizemli adamı, tartışan herkesten farklı bir sonuç bulan ve o gizemi ve kendinden emin haliyle  herkesin içine kurt düşüren adamdır...."Erkan kaç buldun ya -1 mi +1 mi abi?"...."Ben 0 buldum beyler 2 taraftaki eksiler birbirini götürüyor, hadi iyi akşamlar"...."senin ağzına sıçam Erkan......"

2-Mübarek gün cuma: Pazartesi sınav var, cuma akşamından çalışayım, cumartesi top oynarım, pazar da tekrar yaptım mı tamamdır....Sen öyle san....Program şöyle gider...."Ya neyse yarın sabah kalkınca erkenden çalışır, pazar da tekrarımı yaparım"....Cumartesi sabahı gelir, "neyse şu leveli bir atlayayım da başlarım", Cumartesi akşamı olmuştur..."Yarın erkenden sıkı çalıştım mı da yeter ya aslında, az konu var"...Pazar sabahı gelir..."Oyunu bitireyim de (hayvan dün 8 level oynamış), başlarım akşama kadar bitiririm"....Ve pazar akşamı...."Geçen sene ne sormuş laaaaaaaaaaaaaaaaan".....Acı olan izleyen ilk pazartesi sınavında tarihin kaçınılmaz olarak tekerrür etmesidir.

3-Çakma alçakgönüllü: Her sınıfta sınavdan çıktıktan sonra felaket tellalı gibi ortalarda dolaşan, sınıftaki herkesi en kötü notu alacağına inandıran, hatta bunu içmeye gitme bahanesi olarak kullanıp gidilen barda içkileri de ısmarlattıran "merak etme kanka yaparsın daha 1 vize 1 de final var" diye de nasihat alan bir denyo vardır. Bu arkadaş bu edebiyatı o kadar çok yapar ki insanlarda sınıfın sonuncusu, alttan 7 ders alan, hayatındaki büyük dalgalanmalar sonucu derslerine konsantre olamayan bir kader kurbanı imajı oluşturur. Sınavların açıklanma sırası gelir. Bazen hoca sorar: "Evladım kaç bekliyosun"....Cevap gelir "Hocam 50 alsam razıyım...."....Hoca gözlüklerin üstünden bakar..."85......"....Bak Turgay abi sana bir şey söyliycem....Söyle canım...Yönetim dese ki...anladınız siz...

4-Yorum sorusu: Öğrencilerin korkulu rüyası. Yıllardır ezberci sistemin kulu kölesi olmuş Türk gençleri için "yorum sorusu", bir nevi Hunger Games'e katılmak gibidir. Ver Sırp Sındığı Savaşı'nın sebeplerini, ver Mohaç Meydan Savaşı'nın sonuçlarını ve Avusturya-Macaristan veliahtının Sırp milliyetçisi Gavrilo tarafından öldürülmesini yazalım. Ama sen gelip "Osmanlıların batılılaşma hareketlerinin gerekli olup olmadığını değerlendiriniz" diye sorarsan herkes önündeki kağıda aval aval bakar. Ben o soruda kafayı sıyırıp Osmanlıda batılılaşma diye Şekerpare filmini senaryosunu yazanı biliyorum....eğer Galata'dan bu illeti söküp atamazsam, apoletleri söker atarım...şimdi bu Hurşit denen iti hepinizin gözü önünde Fizan'a sürüyorum...

5-Verilenler: Limit sorusu sorulmuş, tabii kafa havuz problemlerinden sonra durduğu için fonksiyon, polinom, (bu polinomlar da apayrı bir hadiseydi, Serie A'daki Udinese gibi ters konuydu, zira nice türev sorularını çözen dimağlar polinom sorularında teslim bayrağını çekerdi, zaten "polinom" bana ilaç markası gibi geliyor...yemeklerden sonra 1 tablet Supradyn, 1 tablet Polinom....) limit gibi konular zaten hak getire...Soru şöyle başlıyor...."Limit 0'dan 1'e giderken......"...Bir kere limit niye 0'dan 1'e gidiyor, 0'dan 1'e gitmek ne demek, ben matematikte bir yerden bir yere giden tek şeyin, A şehrinden B şehrine giden araç olduğunu sanıyordum, limit niye yerinde durmuyor...İşte bu sorular içerisinde hocaya can alıcı soru sorulur..."Hocam verilenleri yazsak puan alır mıyız?"...Bir gün bir hoca "ha alırsın oğlum bak burada alırsın, bak bak buraya bak elime" diyecek sonra 3. sayfada okuyacağız...

6-CAS namusumuzdur: Futbolculuğunu hatırlayanlar bilir, Bülent Korkmaz, daha maçın 3. dakikasında rakip korner bayrağının oradaki taça bile itiraz eden bir adamdı. Nitekim sınav dünyasında da aldığı her nota itiraz eden tipler kaçınılmazdır. Bu arkadaşlar genelde elinde kağıtla sınıfı tek tek dolaşır, her sorudan tam puan almış insanlara kağıdını karşılaştırır, bunun sonucunda en az 2 katı puan almasının gerektiği iddiasıyla öğretmen masasına ya da profesörün odasına çıkartma yapardı. Bu tiplerin en önemli özelliği "hayır", "gidiş yolun yanlış", "o soru o formülle çözülmez" gibi cevapları kabul etmemesi ve artık hocanın bıkkınlıktan veya başından savmak istemesinden 5 puanı cebine koyup misyonunu tamamlamış şekilde önündeki sınavlara bakmalarıdır. Tabii bu silahın geri teptiği anlar da vardır. 70 alınan ve itiraza gidilen sınav kağıdının tekrar incelenip 60'a düşürülmesi gibi....

7-Orada Olmayan Adam: Meşhur "sınava gelmeyen adam"...Bir bu adamdaki cesaret, bir de Felix Baumgartner'daki...Ben sınavın stresine 2 hafta önceden giriyorum, alt sınıflardan soruları alıyorum, ders notlarını sıfının en iyi not tutanından alıp fotokopi çektiriyorum, ezberliyorum, yetmiyor akılda kalıcı formül veya tarihleri sıraya yazıyorum, adam sınava gelmiyor lan...Bu nasıl bir rahatlık, bu nasıl bir vurdumduymazlık...Adama tekme tokat giresim geliyor "bu rahatlığın nerden geliyor pezevenk!!!" diye...Hiç mi derslerinde başarılı sevgili isteyen kız arkadaşın yok, hiç mi hedefin yok, bu ne bohemliktir arkadaşım...Bu kadar insana yazık lan, bölüm sonunda benle aynı anda nasıl mezun oluyorsun bari onu anlat, kafayı yiyeceğim

8-1-0 olsun bizim olsun: İtiraf edeyim ben sınav kağıtları konusunda sınıf rekorunu zorlayan bir adamdım. Tabii bölüm lisede Türkçe-Matematik, üniversitede Kamu Yönetimi olunca sayıdan çok söz kullanıyorsunuz. Yaz babam yaz. Çok sınavı arkalı önlü 3 kağıt vererek bitirmişimdir. Ama kardeşim sen de gelip "başkanlık sistemini anlatınız?" diye soru sorarsan ben 3 sayfa sadece Abraham Lincoln'ü yazarım, hatta elimde olsa küçük bir kutucuk açar Daniel-Day Lewis'e övgü düzerim (gerçi o zamanlar filmden 15 sene önceydi). Ben böyleyken aynı soruya bir kağıdın ön yüzünün yarısı, arka yüzünün de 4'te 3'ünü yazıp verip çıkan tipler vardı ki beni asıl can evimden vuran sınavdan benim 76 alırken, bu arkadaşın da 75 almasıydı. Bu adamlar bir nevi Mircea Lucescu'nun askerleriydi. Öğrencilik hayatım boyunca bu arkadaşlara akıl sır erdiremedim, ya babaları bizim profesörlere her ay metrelik kumaş getiriyordu, ya da bu tipler sınav kağıdına zipli dosya ekleme yolunu bulmuştu...3. bir şık olamaz

9-The Reader: "Hande'nin ders notu en iyisiymiş beyler"..."Yok Nilüfer'in notlar daha iyi, önemli yerlerin altı çizilmiş"..."Ciddi mi lan iyi onları da alalım"..."Derya'nınkiler de var bende, o şema yapmış"... "Şema ha, al onları da al o zaman"...(Derya Anadolu Selçuklu dönemindeki kervansaraylar hakkında nasıl şema yaptı, manyak mıdır nedir o ayrı). Ders notu böyle bir şeydir arkadaşlar, Indiana Jones'un Son Macera'da İsa'nın kadehini araması gibi en iyi nota ulaşılarak ölümsüzlük elde edilmeye çalışılır. Aynen o filmdeki gibi kadehe giden yolda bir dolu tuzak vardır ki bunların en önemlisi fotokopi sırasıdır. Buradan çıkıldığında asıl sorun notları birleştirip bir "best of" çalışması yapmak ve optimum bilgiyle sınava gitmektir...Tabii bu gelenek nesilden nesile geçer, tek gerçek değişmez....Notu alınan insanoğlu asla bir erkek olmaz...."beyler Cem'in notları da iyiymiş"...."hasktir lan......"

10-Spekülasyon adamı: Benim her klişe serimde bu adam var. Çünkü hayatın her alanında bu adam var. Askerlikte var, iş yerinde var, tatilde var, trafikte var e tabii öğrencilik hayatında, özelinde de sınavlarda da var..Ben sıralıyorum, gerisini siz getirin...."Beyler sınav çoktan seçmeliymiş", "Beyler Hobbs'tan hiç soru çıkmayacakmış", "Lan hoca çan eğrisi yapıcak diyolar", "2 vize 1 final değil, 1 vize 1 final olucakmış", "hoca herkesi geçiriyomuş beyler", "oğlum profesörler yaz okuluna bıraktıkları öğrenciler için rektörlükten komisyon alıyorlarmış hoca en az 10 kişiyi bırakıcakmış" (sanki Fox Mulder eşşoğlueşek teoriye bak), "hoca sınavları üst sınıflara okutuyomuş beyleeeer", "hoca her 5 alana yıldızlı 5 veriyomuş lan" (ilkokul pack)....

9 Kasım 2013 Cumartesi

İLHAM PERİSİNİ ÖLDÜREN TAKIM


























7 Kasım 2013 tarihinde BirGün gazetesi Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır.

Şampiyonlar Ligi’nde yapılmaması gereken bazı hatalar var ki artık evrensel anlamda kabul görmüş durumda. Atağa çıkarken kendi sahanızda top kaptırmayacaksınız, kendi sahanızda hatalı pas yapmayacaksınız, kendinizden küçük ölçekli takımlara karşı mağlup duruma düşmeyeceksiniz ve en önemlisi de yenemiyorsanız mutlaka ve mutlaka yenilmeyeceksiniz. Hemen hemen bunların tümünde sınıfta kaldı Galatasaray salı akşamı. Juventus 1998-99 sezonunda, Galatasaray’ın da bulunduğu A grubunu 1 galibiyet, 5 beraberlikle lider bitirmişti ki o 1 galibiyeti de son maçta almışlardı. Galatasaray, 1 ay önce Torino’da öyle değerli bir 1 puan aldı ki hâlâ grupta 2. sıradaysa bunun sebebi Arena’daki 3-1’lik Kopenhag galibiyeti değil, Torino’daki o 1 puandır.

YARATICILIK PROBLEMİ

Galatasaray’ın geçen sezon Sneijder ve Drogba İstanbul’a adım attığından beri çok net yaratıcılık problemleri var. Adeta tüm takım bu 2 adamın etrafında bir hulahop gibi dönüp duruyor 10 aydır. Önce Fatih Terim, sonra da Roberto Mancini, sirkülasyonu bir türlü  rayına oturtamadılar ve bunda sadece yabancı sınırına bahane bulmak çok gerçekçi olmuyor. Sneijder son 1,5 aydır formunu bulmaya başladı ve Drogba da ismine yakışanı yaptığı sırada oldukça etkili ama bu 2 adam oyunda yoksa Galatasaray hücumda ciddi bir tıkanıklık içine giriyor. Örneğin Fildişili oyuncu sarı-kırmızılı formayı giymeye başadığından beri, Umut-Burak hattının ne yapabileceğini görmek için ulusal takım maçlarını beklemeye mahkum olduk. Bundan sonra da onsuz bir kadronun nasıl oynayabileceğini görme şansını yakalayacağımızı sanmıyorum. Evet defansif açıdan da özellikle sağ ve sol bekte önemli zaafları var takımın ama örneğin stoper ikilisi Semih ve Chedjou, sezon başına oranla çok daha iyi durumdalar.

Fatih Terim 4-4-2’sinde özellikle Avrupa maçlarında işlerin en azından skor açısından yolunda gitmesinin sebebi, Amrabat’ın rakip defans oyuncularıyla toptan daha fazla oynaması ve onları  yıpratmasıydı. Faslı oyuncu yüzünü kaleye döndüğünde topu kolay kolay kaybetmiyor ve çok iyi ortalar çıkartabiliyor ama topsuz oyunda ve ceza sahası içi şut seçimlerinde çok kötü. Mancini onun sol kanatta, Bruma’nın sağ kanatta çakılı olduğu bir düzeni en azından Şampiyonlar Ligi maçlarında deneyebilir.

TAŞLAR YERİNDEN OYNADI

Tabii bir parantez de Selçuk İnan için açmak gerekiyor. Galatasaray’ın son 2,5 sezonki en iyi futbolu 2011-12 sezonu ve özellikle 2.yarısındaydı. Muslera-Ujfalusi-Selçuk-Elmander iskeleti o kadar güzel işliyordu ki, 3 yaratıcı taban oyuncusunun önünde, sürekli arkasıyla yardımlaşan bir gezici forvet müthiş sonuçlar vermişti. Salı akşamı, bu adamlardan 2’si artık Galatasaray’da değildi, henüz yerlerine kimse konulmamıştı, birisi sakattı ve diğeri de eski formunun fersah fersah gerisindeydi. Böyle bir yapıda oynayan taşların yerine yenilerini koyamazsanız, bu sıkışık futbola mahkumsunuz demektir. Galatasaray ilham perisini yitirmiş ve eski albümlerini tekrarlayan yıllanmış gruplara benziyor.

Tabii bir de absürd bir teori var. Kalan maçlarda Galatasaray Real Madrid’e mağlup olup, Juventus ile kendi evinde berabere kalırsa, Kopenhag da Juventus’la berabere kalıp, Real Madrid’e mağlup olursa, Galatasaray 5 puan ve 3’lü averajla gruptan çıkmakla kalmıyor, Şampiyonlar Ligi tarihinde de en düşük puanlı grup ikincisi ve 2. tur vizesi alan takım olarak rekor kırıyor. Aslında çok uzak bir ihtimal değil ama işin İstanbul’daki Juventus maçına kalması daha yüksek bir olasılık. Tabii Galatasaray’ın endişelenmesi gereken daha ciddi konular var. 3 gün sonra, güveni giderek artan bir Fenerbahçe ile deplasmanda oynayacak olmaları gibi.

BAŞIMA NELER GELDİ NELER


















FC Copenhagen 2000'lerin sonunda Danimarka Ligi'ni kasıp kavururken kadronun en önemli genç oyuncularındandı Mathias "Zanka" Jattah-Njie Jørgensen. Zambia asıllı Danimarkalı oyuncu 22 yaşında PSV'nin yolunu tuttu. Geçen sezon 5 maçta forma giyebildi ama beklenen çıkışı yapamadığı için genç takıma düşürüldü. Jong PSV de bu sezon 2.lig, Jupiler League'de mücadele etttiği için her hafta oynama şansı buluyor ama eylül ayının başında Willem II ile Tilburg'da oynanan maçtaki hadiselerin baş kahramanı oldu. Oyuncu takımının 2-0 kaybettiği maçın 90+1. ve 90+3. dakikasında gördüğü 2 sarı kartla oyundan atıldı. İlk sarı kartı doğrudan rakibe yapılan, ters bir hakeme çatsa kırmızı kartla cezalandırılacak bir hareketti, 2 dakika sonra uslanmadı bu sefer rakip kalede takımı kornerden gol ararken ceza sahası içerisinde futbolcu tokatladı. Tilburg seyircisi de ayar olmuş tabii, çıkışta takım otobüsüne giderken birayı kafasından aşağıya boca etmişler Federasyon 1.000 euro ceza verdi Willem II takımına. Bu arada 2.ligde Dordrecht ve FC Eindhoven şimdilik iyi gidiyorlar. FC Eindhoven Eredivisie'ye gelirse, Sparta'nın gidişinden sonra eksikliği çekilen "derbi"ye de tekrar kavuşmuş oluruz. 

4 Kasım 2013 Pazartesi

KİMİN MALINI KİME SATIYORSUN JOE

























Lisede sevdiğim bir kız vardı, bildiğin lise aşkı işte. Sevdiğim dediğim de hoşlandığım. Dağarcığımız Beverly Hills 90210'daki ilişkilerden hallice olduğu için, öyle bir moda girerdik ki sanki biz Brendın Volş, sevdiğimiz kız da Keli Teylır...Halbuki en büyük hayalimiz sinemaya gitmek, o lacivert ceket, o gri pantolon, o çiçekli kravatla kime ne hakla aşık oluyorsun. Aslında kabul etmek lazım, "özgüven o zaman şimdiki kadar yoktu" diyorlar ama bazı açılardan da çok daha fazlaydı. Bugün sevgilinin yanına çıkmadan önce 5 kere aynaya bakılır, 15 kere saç kontrol edilir...O günlerde hoşlandığımız kızın teneffüste bizi görme ihtimali o derece yüksekken o gri pantolon, o lacivert ceketin altında siyah botlarla okul bahçesinde çift kale maç yapardık. Soruyorum size dostlar, o kılıkta bir adamın, hele hele terledikten sonra ceketi ve kravatı çıkarıp, gömleği de pantolondan dışarı sarkıtan adamın kız ayarlamakta ne gibi bir başarısı olabilir...Ama cesaret işte...

Bir gün  koridorlarda bir dedikodu çıktı. Bizim kestiğimiz hatunun telefonundan bilinmeyen bir numara aranmış, ama hangi numara olduğu belli olmadığı gibi, arayan da bilinmiyor. Kızın telefonunu herhalde bir ara aşırıp, numarayı arayıp sonra geri bırakmışlar. Tabii o yıllar, ki bahsettiğim yıllar 1990'ların sonu olduğu için cep telefonunun Türkiye'de ilk peydah olduğu yıllardı ki, okula cep telefonuyla gelen öğrenci sayısı ya 4 ya 5'ti. İşte ben de onlardan birisinden hoşlanmışım mal gibi. Kız halbuki teknolojiyle döver beni sırf, ben okul kaloriferine dayanıp Titanic'ten konuşmak istiyorum, kız SMS atıyor. Neyse kalabalık toplanmış kızın başına, "kimin numarası, kimin numarası?" diye konuşup duruyorlar. Kız en sonunda yüksek sesle "arkadaşlar kim yaptıysa şakayı söylesin, bakın okuyorum" diye numarayı okumaya başladı. Benim "ehehehe kiminmiş la?" diye sırıtık olan suratım her sayı ağızdan çıktığında "lan...aha...oha...laaaan...laaaaaaaaaaaaaan" şeklinde bir sıfata büründü, zira evet numara bildiğin bizim evin telefonuydu. Meğer benim olayımı bilen zirzop arkadaşlar telefonu alıp benim ev telefonunu yazmışlar. O yıllarda ev telefonundan geri aramaya da kafalarımız çakmadığı için kimse de kıza geri dönüş yapmamış. Tabii ben bunu öğrendikten sonra arkadaşların tümünü dövemeyeceğime göre, askılıktaki montlarına mavi ve sarı tebeşir sürerek intikam almıştım.

Joe Kinnear'in hikayesi de buna benzemiş. Newcastle United'ın Sportif Direktörü (resimde başkan Mike Ashley'in sağında görülüyor), eylül ayında Birmingham'ın Swansea ile oynadığı lig kupası maçını izlemiş ve Shane Ferguson isimli 22 yaşındaki orta saha oyuncusunu çok beğenmiş. Maç bitince Birmingham'lı yöneticilerin yanında almış soluğu. Demiş "verin bu delikanlıyı bize"...Birmingham'lı yöneticiler önce birbirlerine sonra da Kinnear'a bakmışlar. Hatta aradan Arif Erdem çıkıp "ya Joe sen rahatsız mısın ya?" demiş. "Joe kardeş" demişler "sen bizimle maytap geçiyon galiba, o adam zaten sizden kiralık". Kinnear çayı bitirmeden "bana müsaade" deyip kaçmış St. Andrews'tan...

Hikayenin ana fikri....O kız olmadı....