21 Ağustos 2008 Perşembe
BAŞKAN
Blog okuyucularından "buenavista" geçen hafta yazdığımız "Leviathan büyüyor" yazısına karşı bir tezle gelmiş ve bunu ayrıntılı bir şekilde anlatmış. Açıkçası zaman zaman yazıdaki eleştiriler kimilerine aşırı gelebilecek olsa da, her zaman bir tezin karşısındaki antitezin de ifade edilmesi gerektiğine inandığımdan emek verip yazdığı yazısını sadece yorumda bırakmak istemedim. Buraya taşıyorum. Kendisine teşekkür ediyorum ve noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyorum. Tavsiyem Yıldırım'ı eleştiren herkesin bir de bu yazıyı okumasıdır. Elbette bizim de yorumlarımız olacak.
-----------------------------------
Bir insan konuyu anlatırken olanlardan bahsetmek yerine, mantık yürütmeye çalışıyorsa ya konudan bihaberdir, yada inandığının dışında bir şeyi savunuyordur.
Yazınızdan çıkarılabilecek ana başlıklara baktığımda ; Leviathan canavarı, Hitlerin Almanyası, MTK maçındaki olayları anlatan isimsiz ‘Bir çok ‘ kaynak, ceza alanların statda olmadığını ima eden isimsiz ‘ kara bulut’ gurubu, öğütülmüş 40 bin taraftar, E blokta çıkan kavgayı engelleme girişiminin ; “haydutluk ve “insan haklarina tecavüz” olması, kulübenin yetersiz kalması, Aziz Yıldırımın taraftarın boğazına sarılması,vb. Bunlardan bir tanesine dahi inanmadığınız gün gibi açık.
Bu konuyu bir çok gazetede, forumda okudum. Nedense hiçbiri benim yıllardır hemen yanında maç seyrettiğim ‘ E ‘ bloktaki olayları benim gördüğüm şekilde anlatmıyordu. Yada deplasman maçları için bilet sırasına girdiğim Biletix gişeleri önünde olan olayları anlatmıyordu. Birde üstüne üstlük, sanki Fenerbahçe tribünleri GFB sayesinde varolmuş, bekasının temelinde GFB varmış, yoksa bitermiş gibi bir hava yaratılması tamamen saçma geldi bana.
GFB yi Aziz Yıldırım kurdu, kendine maşa olarak kullandı, şimdide kenara atıyor, ama bitirmiyor sonra kullanabilir şeklinde bir ithamınız var . Öncelikle GFB nedir bir düşünelim ? GFB bir taraftar gurubudur, tıpkı KFY, UniFEB, CK, Legend ve diğer bir çok gurup gibi. GFB nin diğer guruplardan farklı bir yanı vardır. Yönetim desteğiyle kurulmuş bir guruptur GFB. Peki bu gün başbelası ilan edilen bir gurup neden kurulmuştur ? Aziz Yıldırım yönetime geldiği ilk yıllarda Fenerbahçenin en büyük sorunlarını sırasıyla masaya yatırmış, teker teker çözmüştür. Bu sorunların en başında bilet satışlarının derneklerce yapılıyor olması vardı. Altyapı derneği Fenerbahçe adını kullanarak dergi basıyor ve reklam alıyor, 1907 derneği üyelerden ciddi miktarlarda aidat topluyor, Montlar kıyafetler çıkararak satış yapıyor, basketbol dergileri çıkarıyordu. Dernekler kulüpten aldıkları biletleri karaborsa olarak satıyor buradan ciddi gelir elde ediyordu. Eski yönetimler kongrede gelecek oy hesaplarıyla boyun eğiyordu derneklere. Dernekler ellerindeki oy potansyelini yönetime karşı kullanıyor, karşılığındada üyelerine ucuz çay, bira, birde sosyal kimlik vermiş oluyorlardı. Aziz Yıldırım yıktı bu olayı, en büyük hizmetidir bence Fenerbahçeye. Biletleri aldı ellerinden, Forma satışını, Reklam geliri demek olan dergileri, tek tek kulübün kasasına yöneltti. Çok değil bundan 6 – 7 sene önce basında her gün manşet olan Aziz Yılmaz ( Birleşik Fenerbahçeliler dernek başkanı ) ile Aziz Yıldırım arasında geçen demeç savaşını hatırlayın. Fenerbahçe kulübü üye aidatlarının bir bardak çay parasından mantıklı bir seviyeye çekilmesi sırasında yaşanan gerilimi hatırlayanlar derneklerin eski yönetimlerde ne kadar etkili olduğunu görecektir. O dönem derneklerin organizasyonunda olan deplasman maçları, tribünde tezahürat yapan amigolar,taraftar gurubu organizasyonları boşlukta kaldı. Bir fikir olarak doğan taraftar gurubu, destek gördü yönetimden. Bu gurup bırakın kongre üyesi olup yönetime oy baskısı yapmayı maç bileti almak için gereken paraya dahi sahip olmayan gençlerden oluşan bir guruptu. Yönetim derneklerin çekilmesiyle oluşan boşluğu gidermek, tribünlere biraz olsun heyecan getirmek için destekledi bu gurubu. Bilet verildi birçok maç için, deplasman maçlarına gidiş için maddi destek sağlandı. Bu noktada şunu anlamalı herkes, Aziz Yıldırım bu gurubu desteklerken, kendi adına bir beklentisi yoktu bu guruptan. Aziz Yıldırım için yaptıkları bir çok eylemide gene Aziz Yıldırım sonlandırmıştır. Benim adımı değil Fenerbahçe adını bağıracaksınız demiştir.
Ancak Aziz Yıldırım bu desteği, alın yürüyün, tribünler sizin hakimiyetinizde olsun, siz ne derseniz o olsun diye vermemiştir. Stada istediğiniz gibi girin, beğendiğiniz koltukta oturun, oraya parasını ödeyip kombine alan adam size yer vermezse vurun yumruğu yer sizindir dememiştir. Deplasman maçlarında bilet kuyrukları sizden sorulsun, sıraya sizden önce gelen birileri varsa , 200 kişi bir olup dövün sıradan çıkartın biletleri siz alın, onlar gidince yeterince bağırmıyor onlar gitmesin siz gidin dememiştir. Kendinize kurduğunuz internet sitesinden ürün satışı yapın, parasını kazanın dememiştir. Üyeleriniz Feneriumun kapısından girmesin, sadece sizin ürettiğiniz ürünleri satın alsın dememiştir. Ancak gelinen noktada taraftar dernekleri başta GFB olmak üzere kendilerine yeni görevler biçmiş, zaman içerisinde kulübün kendilerine olan ilgisinin azalmasıyla yeni rollere soyunmuş ve varolma mücadelesi verir hale gelmiştir. Bu uğurda yönetimle ciddi bir çekişme havası içinde olmuşlardır.
Hitlerin Almanyasından örneklerle süslemişsiniz yazınızı, belliki iyi bildiğiniz bir konu. Alman denildiğinde ‘ Hitler ‘ aklınıza geldiğine göre, Almanlar hakkında bildiğiniz her şeyin temeline koyduğunuz Hitleri incelemişsinizdir. Hitlerin yönetim modelinin temelinde ‘ big lie ‘ taktiği olduğunuda biliyor olmalısınız. 2. dünya savaşı sonrasında yapılan incelemelerde belgelenmişti bu taktik. Bilmeyenler için açalım, nedir bu ‘ big lie ‘ ?
1. Hiç bir zaman kitlenin olayı unutmamasını sağla.
2. Hiç bir zaman hata veya yanlışı kabul etme.
3. Hiç bir zaman düşman tarafında da iyiler olabileceğini söyleme.
4. Hiç bir zaman başka seçeneklerin olabileceğini kabul etme.
5. Düşmana konsantre ol, kötü giden her şeyden onu sorumlu tut.
6. Bunları yeterince yaparsan, insanlar eninde sonunda inanır.
Yazınızı okuduğumda sizinde bu taktiğin adımlarını uyguladığınız gerçeği çarpıyor gözüme. Milyonlarca $ lık kaynak oluşturmayı beceren, Fenerbahçeyi her alanda maddi manevi geliştiren başkanı, canavarlıkla itham edebiliyorsunuz. Tiranlardan bahsediyorsunuz. Tiran hükümranları sadece kendi olanaklarını geliştirir. Yani, stadı büyütmek yerine bilet fiyatlarına zam yapmayı gerektirir Tiran mantığı. Tiranlar halkın maç seyrederken ısınmasınıda önemsemezler. Stada girerken ayakları çamur oluyormuş seyircinin, bu stadı adam edelim demezler. Tiran hükümdarları ve komutanları, saat 02.00 de, 03.00 de yataklarından kalkıp yaptırdıkları stad inşaatına gidip beton dökülmesini denetlemezler. Oy hesabı yapar tiran hükümdarları, eski çarklara çomak sokup kendi varlığını tehlikeye atmazlar. Tek isim hakimdir Tiranlarda, Hükümdarın ismidir o. Asla benim adımı değil, Fenerbahçenin adını öne çıkarayım demezler. Peşinde koşan gazetelere, Tv lere çıkıp reklam yapmak yerine, sadece Fenerbahçe demez tiran hükümdarları. 20 – 30 sene sonrasına yatırım yapıp arsalar satın alalım, kulübün geleceğini garanti edelim demezler onlar. Sadece kendini düşünen hükümdarlar, kendi kulüplerindeki haksızlıklarla mücadele etmeyecekleri gibi, 40 dönüm arsanın yeterli olacağı bir stad için başkalarının devletten nasıl olupta 396 dönüm arsa talep ettiğinide önemsemezler. Hatta destek vererek başkalarınada şirin gözükme fırsatını tepmezler. Yüzme, boks, atletizm, kürek, masa tenisi, voleybol gibi ilgi alaka olmayan spor alanlarına değil, yalnızca onbinleri çekebildikleri arenaya yatırım yaparlar Tiranlar.
Kısa bir süre için hayal dünyanızdan sıyrılıp aslında orada neler yaşandığını düşünün. Kulübün resmi internet sitesinde yayınlanan bir çok şikayet faxı var, bunlarda insanlar yaşadıkları gerçek olayları anlatıyorlar. Kafalarında kurduklarını değil. Bunları Fenerbahçe internet sitesinde okuyabilirsiniz. Ücretini ödeyerek satın aldığı koltuğa oturmasının engellendiğini yazıyor insanlar. Tehdit edildiklerini anlatıyor. Oluşturulan kaos ortamında insanlara korku salarak yerlerinin gasp edildiğini anlatıyorlar. Buradaki binlerce Fenerbahçe taraftarını tehdit ederek sindirmeye çalışan, 200 kişilik gurubun önde gelen isimlerinin kombine biletlerinin iptal edilmesini : ‘Bunun adı düpedüz “haydutluk”tur ve “insan haklarina tecavüz”dür.’ diye nitelendirebiliyorsunuz. Öyle ya konu Fenerbahçe ise her yolu kullanıp saldırmalıdır. Mantığın, insan haklarının yerini kaos edebiyatı almalıdır. O gurup orada olduğu için diğer bloklardan tel örgüleri aşarak oraya toplanmaya çalışan gurup üyelerinin, oranın asıl hak sahiplerinin yerlerinin gasp etmesi, insanların tehdit edilmesi normaldir sizin gözünüzde. Konuyu Avrupa insan hakları mahkemesine taşınmalı ilan etmeniz konuya ne kadar boş baktığınızın göstergesidir. İnsanların bu kişilerce tehdit edildiğini anlatan faxlardan yalnızca bir tanesini o mahkemenin önüne koysanız çıkacak kararın ne olacağını tahmin etmekte zorlanmazsınız. Bu olayları engellemek için geçen sene sık sık tribüne gelen, konuyla ilgili geçen seneden beri çözüm arayışında olan Aziz Yıldırımı, taraftarın boğazına sarılan başkan ilan etmeniz konuya bakış açınızın net örneğidir benim için. Siz ne isterdiniz? Kombine biletleri satarken bilek güreşi yaptırıp, kazanan istediği yerde otrusunmu demeliydi Aziz Yıldırım? Yada Boks şubesinden bir ring ayırıp, iyi olan kombineyi kazansınmı demeliydi. Yada konuyu tesisleşmeye bağladığınız gibi, ben tesisi yaptım, kim nerde isterse otursun, ben Tirana giren paraya bakarım, yesinler birbirlerini mi demeliydi?
Birde size acı gelecek ama görmezden geldiğiniz bir gerçek var ; O maratonun göbeğinden Tuzlalılar, Pendikliler, Bostancılılar, Suadiyeliler, KFY, gibi onlarca gurup geldi geçti. Hiçbir zaman boş kalmadı Fenerbahçe tribünleri. Bu gurup gittiğindede binlerce taraftar göreceksiniz orada. Bir çok maçı çeviren 50 bin Fenerbahçeliyi 200 kişiden oluşan bir tribün gurubu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu olayın sonunda Fenerbahçe tribünlerinin biteceğini düşünmek fazla iyimser bir hayal olur sizin ve sizin gibi düşünenler için.
Geniş bir hayal dünyanız olabilir, hatta insan çaresizlik içine düştüğünde başta üzerinde yalan söylediği konulara bir süre sonra inanır olur, gerçekleri göremez duruma gelebilir. Bu duruma düştüğünde en küçük kırıntı dahi yeter insana. Bir bardak suda fırtınalar kopartabilir, 25 seyircinin kombinesinin dondurulması milyonlarca taraftarın sonudur diye düşünebilir. Tiranlar, SS kıtaları cirit atabilir beyninizde, çaresizlik böyledir. Karşınızdaki büyük bir güçtür, hayranı olduğunuz en büyük güçler rant peşinde koşarken bozguna uğramıştır o güç karşısında. Suya sabuna dokunmadan yüzlerce milyon $ rant elde edebilecekken, oyuncaklarınızı, hayallerinizi elinizden almıştır o güç. Böylesi bir güce karşı Şahlar , Vezirler iş yapamamışsa, son kalanlar piyonlardır. Onlarıda sürersiniz oyununuza , sürün durun bakalım kaç piyonunuz kaldı ?
-------------------------------
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
9 yorum:
işin aslı bence böyledir.
Sayin blog sahibi,
Her tezin bir antitezi vardir da, yani sen bile tam aksini dusundugunu sandigim bu konuda bu antitezden cok daha tutarlisini, cok daha mantiklisini, cok daha gercekcisini yazardin.
Antitezin hakkini verelim ki, ortaya cikan sentez bizi bir yerlere goturebilsin.
Hakikaten çok sağlam bir yazı olmuş.
ikna edici bir antitez olmus. devami da gelecektir muhtemelen..
BuenaVista nickli blog takipçisinin yorumundan aldığım lezzeti bizzat kendisine aktarabilmek için iletişim bilgilerini istiyorum, yardım lütfen.
ps: Bu yazıyı buraya aktarabilecek erdemi göstermek her babayiğidin harcı değildir, elinize sağlık.
Puskas'ın konuyla ilgili blogta yazdığı posttan bir bölüm.Bende altına imza atıyorum.
...Bu olaylarla ilgili 6 senedir Maraton Üst kombine sahibi biri olarak ben de birkaç şey söylemek istiyorum.Kulüpten yapılan açıklamanın noktası virgülüne kadar katılıyorum.Geçen sene GFB Maraton'da değilken bile özellikle E-Blok'ta her hafta sorun yaşanıyordu sebebi E-Blok'a gelen kalabalık bir grubun ilk 10 sırayı yerlerinden kaldırması.Başkan o tribüne gidip orayı gezdiğinde de Başkan'ı eleştirmişlerdi.Oraya gidip bilet kontrolü mü yapılırmış diye.O kontrolden sonraki maçta her blok arasına cam paneller çekildi tabi bu da yeterli olmadı bu seferde özellikle yaşı küçük olanların elinden kombineleri alınıp diğer bloklardaki kişilere verildi ve onlar da yine E-Blok'a girdiler.Sezon boyu ordaki kargaşa hiç bitmedi.Bağırmayan taraftara ana-avrat küfürler, saldırmalar falan.Bu sene Tahir Kıran destekli GFB'nin de oraya gelmesiyle olanları siz düşünün.Efsane Maraton'u tekrar geri getirmek için Maraton'a geçmişler.En sıkıntılı geçen maçlarda bile takımı desteklemek yerine kendi isimlerine bağıran grup mu yapacak bunu?Tek yapabildikleri Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener tezahuratındaki Sarı'yı bağırabilmek olan grup bir an önce tribünden uzaklaştırılmalı.Yönetimin bu tavrının sonuna kadar arkasındayım.
Takımı desteklemek tribünde oturan taraftara küfrederek bağırmaya zorlamak değildir, takımı desteklemek takımın sıkıntılı anında kendine bağırmak değildir.
öncelikle aziz yıldırım ne melektir ne de şeytan..yaptıkları olumlu icraatları okeylerken, kötülükleri de es geçmeyiniz..
aziz yıldırımı sevenlerin en büyük hatası budur..hani bazı arkadaşlar eleştiriyi abartıp, aziz yıldırım yüzlerine tükürse şükür der bunlar diyor ya..o hesap aslında..abartmamak lazım..
bi de stadı güzelleştirmek olumlu bir harekettir ama maneviyatı öldürmek, caniliktir..canavarlıktır..dikatatörlüktür..
Fenerbahçe tribünleri halkın halka mirasıdır sözünden bihaberdir aziz yıldırım. tek amacı para basan, kendi kendine yeten bir camia moduna geçmektir..bu yaptığı size göre yanlış olmayabilir ama maneviyata önem veren, benim gibilere göre rezil bir durumdur..
ayrıca yazıda denmiş ki, ordan 200 kişi gitse de tribün boşalmaz..bunu kimse inkar etmiyor ki..cebinde milyonlar olanların hakkıdır orası.. cebinde 15 ytlsi bile olmayanları işi ne orada? tıpkı o faksta yazıldığı gibi..Fenerbahçe taraftarı profil değiştirmiştir hakkaten de..tipini beğenmediği adamın orada parası olsa da onun orada olmasını yadırgar.ağlayan bir çocuk edasıyla başkanına şikayet eder onları..araya sıkıştırılmış süslü cümlelerle yapar bunu.. 3 yaşındaki çocuğum dile geldi başkanım.. nolur beni bir daha Fener maçlarına geitmeyin..bu eziyet nedir allasen? haydut bunlar demiştir..3 yaşındaki çocuk demiştir bunu..şimdi çocuklar zehir gibi maşallah
öte yandan eğer faksları ciddi bir şekilde ve önyargısız incelerseniz alayının düzmece olduğunu ve tek elden yazıldığını görürsünüz..madem kulübün elinde böyle bir delil var, neden sadece kamuoyunu etkileme amaçlı kullanıyor..neden mahkemeye kanıt olarak sunmuyor?
gfb'ye siz migrosa geçin..size şu kadar bilet verelim..bu olayları da unutalım diyor? bunun cevabını verir misiniz? ama samimi olarak lütfen
son olarak, aziz yıldırımı kayıtsız şartsız sevenlere bir sualim olacak..bu adamın 10 hareketinden 7sinde kusur olduğunu gördüğünüz halde, neden pür-ü pak muamelesi yapıyosunuz? mühim olan sportif başarıdır..bunun nasıl olduğu önemli değildir mi diyosunuz
saygılar
Bir konuyu anlatirken olaylardan bahsetmek icin, olan bitenin en azindan kiyisinda kosesinde yer almak gerekir muhakkak. Tahminden oteye gitmeyen yorumlara itinali yaklasmak gerek, bu da dogru. Ama bu isabetli tavirlarin disinda, bir diger revacta tutum var ki bence herseyden tehlikelisi bu:
Icra Makami'nin her dediginin dogru, en ufak karsit gorusun ise yalan sayilmasi.
Ben Turkiye'de basinda "Resmi" ibaresi bulunan hic bir teblige (Misal, "Deprem oldu, su kadar vefat) % 100 inanmam, inamamam. Cunku burokrasi, "Resmi Teblig" denen olguyu, bir bilgilendirme olmaktan cikarip, ayri bir dile cevirmistir. Konulara hakim olmayanlarin oylece bakacagi, ne anlayabilecegi ne de konusabilecegi bir dil... Nufus Mudurluklerimizde kaydi bulunan herkes de bunu icten ice bilen ve hatta yasaminin bir yerinde mutlaka bir sekilde bu burokrasi duvarina olanca hiziyla carpmis insanlar oldugu icin diger haber kaynaklari onemlidir bizim memleketimizde. Eskinin fisilti gazetelerinin yerini simdilerde tiraj kaygilarinin ucu acik ve ucuk yontemleriyle cagdas (!) gazetelerin yaninda, "eli torba degil ki buzesin" kabilinden bilgili-bilgisiz herkesin yazip cizebildigi internet forumlari aldi.
Buralarda yasanan ve "Siz-Biz" ayriminin kenarlarini keskinlestirerek, dokunanin elini kan revan icinde birakmaktan baska ise yaramayan "Tartisma Adabsiz"ligina, surekli dezenformasyon eklenince, "olmasi kesin" olan neyse o oldu. Cozumsuzlugun icine baliklama dalindi.
Bu genel ozetten sonra, ozele ve sadede gelecek olursak ortaya cikan tablo kabaca sudur:
1. Tribun adina; eski zamanlarindaki aliskanliklariyla degerlerinden vazgecmeyen ve bunu dayatan bir topluluk.
2. Yonetim adina; her turlu dinamige kendi istedigi dislilerin hareket kabiliyeti saglamasini isteyen bir icra makami.
Ilkinin hakli nedenleri vardi. Yenilenme ile birlikte stad atmosferinde eskiden beri sure gelen rakibi bogucu havanin dagilmaya basladigini ve bu ambiansin mirasyediligini yapan yeni durumun bir kac sene sonra, moda benzetmeyle "Cehennem" havasindan iyice uzaklasarak sonup gidecegi dusunuluyordu. Zaten yavas yavas kendisine agirlikla yer edinmeye baslayan bir kitle bu gunlerin gelecegini davulla zurnayla ilan ediyordu.
Ikincisinin de hakli nedenleri vardi. Bir yenileme yapilmisti. Modernizasyon o kadar ust seviyedeydi ki ilk defa Turkiye'de bir stadyum bu kadar kazanc saglayacakti ait oldugu kulube. Sirf bunun yuzu suyu hurmetine bazi seylerden taviz verilebilirdi. Bu da stadin ambiansiydi. Hem ayrica, ilkinin sitemle baktigi yeni kitle belki doyumsuzdu, sabirsizdi ama getirisi cok yuksekti. "Evvela kar, sonra yar"di.
Velhasil, tesbihte hata olmaz, bir devrim yasaniyordu ve devrimler mulakatla, teatiyle olmazdi ama ortada cozulmeyecek bir sorun da yoktu. Sorunlarin cozumu icin olmasi gereken basitti.
Konunun tam da burasinda devreye giren (daha dogrusu girmesi gereken) yonetici kimligi kendini "taraf" konumuna sokacagina ortaya bir "Yenilenme Manifestosu" atmaliydi. En basit ve belirleyici ilkesi;
"Madem siz 'Tribunculer' olarak, yeni gelmeye baslayan ve adina musteri dediginiz bu profilden hoslanmiyorsunuz, alin size alternatif. Sizi izole ediyoruz. Bu tribun sizindir" cumlesi olan bir yapilanma, stada gelen insanlar arasinda bir ayrisma ortaya cikarmayacagi gibi, isleme konma asamasindaki ufak tefek aksakliklar disinda baska bir sorun da yaratmazdi.
Ancak boyle olmadi.
Burada tribune biraz ara verip Aziz Yildirim'li doneme bakalim.
Aziz Yildirim, kuluple ilgili, bilhassa yonetsel sorunlari bir bir cozmustur. Ancak bunlar salt Aziz Yildirim'in degil, biraz da surecin basarisidir. Muhittin Bulgurlu-Semih Bayulken ittifakinin dagilmaya basladigi, bu ekibin ya da ekip unsurlarinin kongre hakimiyetlerini kaybettigi 1980'lerin sonlarindan itibaren baslayan surece son sert darbeyi vuran Aziz Yildirim'dir. Buna ragmen ilk basta gruplardan faydalanmistir. Dereagzi'nin girisinde, basketbol antrenman salonunun arkasindaki parka "Semih Bayulken Parki" adi verilmesinin nedeni bilinmiyor mu mesela? Bu faydalanma durumunu elestirdigim sanilmasin, yerel diplomasi ya da iktidara yurumek boyle bir sey, Dunya'nin her yerinde...
1986'da "Fenerbahceliler Dernegi" ile baslayarak bir kac sene icinde tavan yapan derneklesme modasi (ve belki de aslinda Semih Bayulken gibi usta bir kongre komitacisinin olmamasi) orgutlenme mekanizmasini "Grup" yapisindan cikarip, "Dernek" potasina soktu. Gruplarin yaptigi islerin (matbuat, bilet, organizasyon) ve organizasyonlarin daha fazlasini yasal-tuzel kisilikleri sayesinde dernekler yapti. Ancak nuve ayni oldugu icin, vizyonlari gruplarinkinden daha farkli / ilerici olmadi. Sonunda butun bu yapilanlarin kat kat gelir getirenini, basarili isadami yapisi ve 1990'larda baslayan "Fenerbahce Yoneticiligi Tecrubeleri" sayesinde, rahatlikla yapabilecegini goren Aziz Yildirim, kurdugu ekiplerle herseyin kulup idaresi eliyle yapilmasini sagladi ve yuksek bir kar yapisi ortaya cikardi.
Bu, isin idari boyutu. Biraz da sportif boyutuna bakalim.
Futbolu bir kenara koyacak olursak, 1998'den sonra; daha onceleri rakibi karsisinda surekli ezilir bir takim olmasina ragmen, Bayan Basketbol Takimi, seri sampiyonluklar almaya basladi. Erkek Basketbol Takimi icin devamli surette arayislara girildi. Voleybol Takimlari, (altini ciziyorum) bilerek cikmadiklari Birinci Lig'e yeniden kavustular ve bir kac sene zarfinda sampiyonluklarda en azindan final oynamaya basladilar. Yuzme Subesi kuruldu ve seri sampiyonluklar aldi. Atletizm, Boks, Kurek, Masa Tenisi ve Yelken Subeleri ehil isimlere teslim edildi. Butun tesis ve calisma imkanlari ust seviyeye cikarildi.
Yazinin baslarinda "Resmi Teblig"lerden bahsetmistik. Bu, hemen yukaridaki "idari ve sportif" bir kac paragraf da "Resmi Tarih"in yazacaklari. Peki memleketimizde "Resmi Tarih" tam anlamiyla inanilacak bir sey mi? Sadece Devletler ya da Milletler Tarihi degil, spor kuluplerinin de resmi tarihlerinde bahsedilmeyen ya da dezenformasyona ugramis seyler vardir ve bunlar genellikle musabaka disi, kaydedilemeyen olaylarin / durumlarin tutanaklaridir.
Bu noktada tribune geri donecek olursak; Aziz Yildirim, branslarda yaptigi gibi, dinamiklere uygun yapiyi bozmadan ehiller araciligiyla gozetmesi ("yonetmesi" degil) gereken bir yer olan tribunde, eser sahibinin kendisi olacagi bir "Muhendislik Harikasi" yaratmaya kalkti. Kitleleri yonlendirmek cok zordur. Hele ki bu kitleler sizinle gobek bagi olmayanlardan mutesekkilse. Oncelikle sunu belirtmek gerekir ki; kendine "Tribuncu" diyen kitlenin icerisinde boyle bir bag ile icra makamina bagli olmayanlarin sayisi, olanlardan cok daha fazla. Aziz Yildirim, bu kitleyi yonetmeyi / yonlendirmeyi denedi. Basaramadi. Bunun uzerine alternatif kitlelere yoneldi. Zaten kendisinin agzinin icine bakan, her dedigine kanun / kanit muamelesi yapan kitlenin kadrolasmasini ve kendisinin tepki verdigi her seyin ardindan bir artci gibi gelmelerini temin etti. Sadece hedefi gostermesi yetecekti. Boyle de oldu. Peki, bu yanlis miydi? Hayir, bilakis dogruydu. Cunku taraftar gibi amator bir sevda pesinden kosan yiginlar kanalize ("kontrol" degil) edilebildikleri zaman cok olumlu isler yapabilirler. Burada yanlis olan sey, insanlarin "Istenen-Istenmeyen" diye ayrilmasiydi. Bunu yaparak ve bu alandaki icraatini tamamiyla sertlige dayandirarak, kendini "Tribuncu" diye tanimlayan, belli dusturlar ve gelenekleri yasatma cabasinda olan insanlara cok sert tepkiler koydu Aziz Yildirim.
Evvelce bir sey yazmistim. Buraya ekleyebilirim sanirim.
Hayatin her aninda‚ her yerinde oncelikler var. Iste o onceliklerden biri de Aziz Yildirim´in karsisindaydi. Bir yol ayrimi vardi. Bir taraf secilecekti.
Birincisi kisilerin / kurullarin emir komuta zincirine bagli olmayan; sadece belirli ahlaki kurallar ve tum yasal duzenlemelerin kisitlamalariyla kendisini baglayan‚ bunun disinda ise tribunun gerektirdigini dusundugu her turlu organizasyonu kimseden (kisiler ve kurullar da dahil) icazet ve/veya yardim almadan yapmak isteyenler olacakti. Bunlar yasama alanlarinda ceza getirecek haller disinda tam bagimsizlik istiyorlardi. Otokontrol mekanizmasi kendileriydi. Gerekirse cezayi da kendileri oderlerdi.
Ikincisi gozunu resmi tebliglerden baska hicbir seye cevirmeyen‚ bundan baska herseye sorgulamadan tepki koyan (dolayisiyla emir komuta zincirine‚ nispeten de olsa bagli)‚ grup olarak hareket etmeyi tercih etmeyen‚ sadece kendi kurallari ve cekinme ihtimali olan yasal duzenlemelerle kendisini baglayan‚ bunun disinda tribunun butunlugu ve asgari musterekleriyle ilgilenmeyen bir profildi.
Ikisinin de kontrol edilemedigi anlar olacakti suphesiz ama tartiya kondugu zaman; musteri gibi davranarak‚ hakki zannetigi seyi yani galibiyeti gormediginde ara sira alabildigine cirkinlesecek olan ikinci profil‚ her zaman icin birincisinden daha evlaydi Aziz Yildirim´in gozunde.
Cunku "musteri zihniyeti"‚ detayli propaganda ve yonlendirme ile kanalize edilebilirdi.
Kendisine "tribuncu" diyen insanlar ise bir anda‚ Fenerbahce´nin aleyhine calistigina inandiklari bir insan / bir kurum hakkinda pankart acabilirlerdi‚ acmislardi. Icra Makaminin kararina aykiri da olsa‚ "Deger" dedikleri‚ tribun ve kulup teamullerine dair‚ cekinmeden fikir belirtebilirlerdi‚ belirtmislerdi. Icazet istemezlerdi‚ gobekten bagli olmadiklari icin kontrol edilemezlerdi.
Aziz Yildirim, bu "istemedigi" kitlenin, daha dogrusu zihniyetin kolayca ortadan kaldirilamayacagini gorunce, baska bir sey denedi. Yipratma.
Almanlarin Ikinci Dunya Savasi'ndaki taktigi "Big Lie" imis. Bir suredir ortada maruz kalinanin adi nedir, bilemiyorum ama Aziz Yildirim'in tribunde hosuna gitmeyen insanlarla ilgili yaptigi ile buyuk parallelikler iceren ilkeleri var bu "Big Lie"in?
1. Hiç bir zaman kitlenin olayı unutmamasını sağla.
Kendi kitlesine, makul taraftarin "sadece" kendileri oldugu mesajini vermekten cekinmedi hic bir zaman. Kendilerinin tersi olan her yapinin yokolmasi gerektigini soyledi. Bu ugurda stada "In-Out" tanimi yapan pankartlar bile asildi.
2. Hiç bir zaman hata veya yanlışı kabul etme.
Aziz Yildirim'in "Bu konuda hata yaptim" dedigini duyamazsiniz. Liderlik titri tasiyan bir insanin bunu uluorta yapmasi beklenemez belki. Ama isin ilginc yani su ki; kendisinin "Her sekilde arkasinda" oldugunu soyleyen insanlar da onun en ufak bir hatasini kabul etmiyorlar. "Hatasiz Kul Olmaz" sarkisindan tutun, Ismet Pasa'nin "Ben de hata yaptim ama ayni hatayi iki kez yapmadim" itirafina kadar her yerde vucut bulmus kacinilmaz bir gercegi inkar etme gudusu olustu. Hem de cok agir bir sekilde...
3. Hiç bir zaman düşman tarafında da iyiler olabileceğini söyleme.
Tribunde istemedikleri kisilerin makul olarak degerlendirilebilecek tek bir hareketi bile oldugunu kabul etmeyen bir resmi gorus var yonetim katinda. Her turlu diyalog cabasinin, surekli red edilmesi ve diyalogun sadece istendigi zaman, o da monolog seklinde kurulmasi bunun en buyuk kaniti.
4. Hiç bir zaman başka seçeneklerin olabileceğini kabul etme.
Bu da bir onceki maddedeki "Diyalogsuzluk" kapisina cikan bir husus.
5. Düşmana konsantre ol, kötü giden her şeyden onu sorumlu tut.
Tribunde olan biteni, takimlarin kotu gidisiyle iliskilendirmek gibi bir adet olustu. Mac icerisindeki en ufak gerginlikte, sahadaki hakemlerin ve guvenlik guclerinin bile uyariya gerek duymadigi anlarda tribune mudahaleler geldi. "Bakin bunlar hep dert yaratiyor. Siz bunlarin yaptigini yapmazsaniz, makul ve makbul olursunuz" mesaji verildi.
6. Bunları yeterince yaparsan, insanlar eninde sonunda inanır.
Insanlar inandi.
Bunca yazidan cikmasi gereken sonuc su aslinda:
Kimse hatasiz degil. Ne Baskan, ne tribunler...
Aziz Yildirim, Fenerbahce'yi belki de herseyden cok seviyor. Bu tutkunun hem kendisine, hem de Fenerbahce'ye zarar getirdigi zamanlar oldugunu defalarca, kendisi soyledi. Aziz Yildirim'in, yaptiklarini kendisi icin degil, Fenerbahce icin yaptigina dair belki de en buyuk kanitlardan birini ben kendi gozlerimle gordum. Stadin icerisini gezen 70'li yaslarinda bir vatandas, gezisi bittikten sonra sans eseri Aziz Yildirim'i gordugunde, "Hersey mukemmel ama bir tek sey eksik" demisti. Baskanin gulerek sordugu "Nedir o?" sorusuna "Sizin heykeliniz de olmali" diye cevap aldiginda Aziz Yildirim'in sinirden degisen yuzu ve adami adeta iterek "Git isine be adam. Biz bunlari Fenerbahce icin yaptik" demesi aklimdan cikmaz.
Ama bu vb. ornekler, her ne kadar pur-i pak bir tutkunun kaniti olsa da "Yanlisa, 'Yanlis' denmesine" engel olmamali. Zira Aziz Yildirim, gidecegi yolu gozune kestirdiginde, yontemde de karar kilan ve "Durmak yok" diyen bir adam. Bildigi her konuda basarili oldugu da kesin. Bilmediklerini de ehillerine birakiyor ekseriyetle. Ama tribunler bilmedigi bir konuydu ve ehillere birakmadi.
Fenerbahce bir gelenekse, tribunler bu gelenegin en koklu rituellerindendir. Bu kadar karmasik bir yapinin bir gunde Aziz Yildirim'in istedigi kivama gelmesi mumkun olmazdi ve; baslangicini ve sahikasini meshur Bursaspor maciyla yapan "Madem benimle olmuyor, o zaman size, dilinizden anlayan insanlar gonderecegim" hareketiyle bir dinamit patladi.
2007 Sezonu'nda Fenerbahce-Galatasaray Bayan Voleybol Maci... Misafir (?) olarak sonradan gelen 50-60 kisi. Mac boyu gerginlik. Disari cikip cikip, giren insanlar. Emniyet yetkililerinin, salona gide gele asina olduklari yuzlere yaklasip "Bunlar bir seyler yapacaklar. Aman cocuklar siz mudahil olmayin. Bir sey de yapamiyoruz simdilik. Misafirlermis" sozleri.
2007 Sezonu'nda Fenerbahce-Besiktas Bayan Basketbol Maci... Polise rica-minnet iceri aldirilan misafirler (?). Oyle misafirler ki yaslari 12-17 arasinda degisen altyapi oyuncularina cok agir sarkintilik edip, hemen hepsini aglatiyorlar. Altyapi oyuncularindan birisi gidip polise "Abi neden bir sey yapmiyorsunuz?" diye sordugunda aldigi cevap "Onlar Misafir". Oyle misafirler ki mac sonunda, pankart toplayacagiz bahanesiyle sahaya inip, sevinen oyuncularin geride biraktigi esyalari pankartin arasina sararak goturmeye calisiyorlar. Ve bunlar sikayet edildiginde misafirleri, misafir edenlerden alinan cevap ne olsa begenirsiniz? "Onlar iyi cocuklar"
2008 Sezonu'nda Fenerbahce-Halk Bankasi Erkek Voleybol Maci... Saha icinde bir misafir (?). Ana avrat sulale sovuyor Halk Bankalilara. Sonra zorlukla tribune geri gonderiliyor. Misafir edenler karsiliyor ve diyorlar ki "Sen karisma. Bize soyle"
2008 Sezonu'nda Fenerbahce-Galatasaray Bayan Voleybol Maci... Tribunde bir misafir (?). Galatasarayli Bayan Oyunculara durmadan ve dayandigi demirin altindaki insanlari yikarcasina tukurukle yedi ced sulale kufurler ediyor. Misafir edenler "Yapma artik. Gel yerine otur" diyorlar. Oturuyor misafir.
O zaman sormak geliyor insanin icinden... Mesela taa Gaziantep'e kadar giden insanlar, bu yukaridakilerden hicbirini yapmadiklari halde neden kovularak gonderildiler gerisin geri? Bu sayilanlardan hicbirini yapmayanlar neden polis tarafindan alindi salonlarda? Neden tehdit edildiler? Neden hedef gosterildiler? Nedendi bu cifte standart? Herkes mi o istenmeyen grubun mensubuydu? Bir macta "S.ktirin gidin" diye salondan adeta kovulan aileler de mi tribuncuydu? Kurunun yaninda yasi da cayir cayir yakmak hep cozum muydu? Pire var diye yorgana gaz dokup yakmak?
Bunlari yazanlara, anlatanlara "Uyduruyorsunuz" deniyor. Iyi seyler, intibalar oldugu zaman "Oluyor bunlar" ama en ufak elestiride "Iftira bunlar". Ortasi yok mu bunun? Var. Ama "2T"yi prensip edinmis toplumlarda kolay degil ortasini bulmak. "Tebaa" olmak ve "Temenna" aliskanligi, gozleri karartiyor genellikle. Mesela "Elestiri gereklidir" cumlesi gorunuste dustur edinilmistir ama bu teoriyi pratiklestirdiginizde Padisah'dan once "Bostancibasi" diye haykiranlari gorursunuz karsinizda. Aziz Yildirim'in belki de en buyuk sanssizligi kocaman bir tebaasi olmasidir. Karsisinda kendini temennaya zorunlu addedenlerin olmasidir. Oysa ki Fenerbahce kendine ithaf ettigi hakli Cumhuriyet sifatinin icerisinde, baska ve eski bir cagda kalan "Tebaa"liga ihtiyac duymaz. Fenerbahceli kimseye "Temenna" etmez. Aslinda kabahat Aziz Yildirim'da degil. Ona "Sen hatasizsin" diyenlerde...
Bugun Fenerbahce Tribunleri ve Baskani arasindaki gerginlik gecici bir sureligine giderilmis gibi gozukse ve bunun surekliligi umulsa da bir risk her zaman var. Ve bu risk, Aziz Yildirim ihtiyac duydugu seyin monolog hakimiyetindeki bir "Ayak Divani" degil, diyalog esasli bir "Meclis" oldugunu dusunmeye baslayana kadar devam edecek.
olayın özü esasen bir kişiyi kayıtsız şartsız hatasız kabul edip etmemekle ilgili. ben de daha dün düşündüğüm bu konu hakkında bir örnek vermek isterim, yaşananlardan çok genel futbol seyircisi profilinin değişimiyle ilgili olarak.
ben 14 yıldır ankarada yaşayan bir edremitliyim, ne yazık ki küçüklüğümden beri körfez epey doldu ve yazın yüzbinlerce insan tatilini geçirmek için oralara gidiyor. bunu engellemek doğru değil şüphesiz, belki çoğu yerlinin de işine gelen bir durumdur. ama güneye nazaran daha az olsa da coğrafi koşullardan dolayı etkisi daha net hissedilen bir şey de var sonuçta: muhtemelen benim çoluğum çocuğum baba memleketinde denize girecek yer bulamayacak, balık tutamayacak, arkadaşlarıyla takılamayacak. daha doğrusu bunu yapmak ancak otellerin plajlarında, parayı dökerek mümkün olacak. hayatı deniz olan insanlar değil de parayı bastıran ve deniz kültürü zerre olmayan, denizi gördüğünde hemen hiçbir duygu fırtınası yaşamayan, denizden uzak yaşamanın ne demek olduğundan bihaber, hatta deniz kenarındaki tatilini havuz başında geçirenler yararlanacak denizlerden. onlar yararlanmasın, ben deniz kenarında yetiştim, benim tapulu malım olsun diyemem ama benim değer verdiğim bir şeyin bu denli hoyratça kullanılmasını da içime sindiremem. hani ilk aşkınızın sizden sonra bir öküzle çıktığını düşünmeniz gibi. asla ona sizin verdiğiniz değeri vereceğini düşünemezsiniz.
fenerbahçeli değilim, hatta fenerbahçe ile ilgili olan hiçbir şeye sempati ile bakmayacak kadar da ters kutupta olan bir galatasaraylıyım. ancak fenerbahçeli olup da stadyumdaki durumdan rahatsızlık duyan (her iki taraftakiler için de) kişileri anlamayacak kadar da kör gözlü değilim. benim dışardan gördüğüm aziz yıldırım'a olan mevcut yaklaşım böyle olduğu müddetçe çıkacak hiçbir sonuç uzun vadede fener taraftarının işine gelmeyecektir.
Yorum Gönder