Evet döndük. Hafta içine çok dalmayacağım. Şampiyonlar Ligi finali notlarını 442'ye söz vermiştik gitmeden. Tüm ayrıntılarıyla bir "Oradaydım" yazısı hazırlıyorum. Temmuz'da dergide bulabilirsiniz. E sonrasında da biraz bir şeyler oldu tabi. Haftasonunu orada geçirdiğimiz için buradaki gündemden uzak kaldık. Yine de sezonun kapanışını güzel yapmak lazım, bozmayalım.
* Kısaca haftaiçinden bahsedelim yine de. Maçın başlama düdüğünden az evvel, Hasan'la
"abi bundan sonra maç izlemeyelim, zirvede bırakalım" diye sözleştik. Yine de dayanamıyoruz o ayrı. Ama zirveydi hakikaten. Öncesi, sonrası, maç sırası. Oynanan futbolu hatırlamıyorum heyecandan. Mazlumun tarafıyız ya, manchesterlıydık hesapta. Meraklandırıcı bir bilgi verelim, ben böyle taraftar görmedim. Olağanüstüydüler. Maç günü deneyiminde de üst noktayı gördüm. Bundan sonra kaçırmamak için elimden geleni yapacağıma tekrar and içiyorum.
* Perşembe, cuma günü sokaklar sırf Barsalı doluydu.
(İtalyanlar Barçelona diyor, İspanyollar Barselona. Onu da not düşelim.) Bizim kızların yorumuna göre de İspanyol erkekleri İtalyan erkeklerini dövermiş. Daha yakışıklıymışlar. Oranın kızları ise tırt.
* Roma çok tarihi be. Turistten başka bir şey görmüyorsun. Amerikalıların da nerede olduğunu gördük. Hepsi İtalya'ya toplanmış.
* Floransa'ya geçtik sonra. Şehre girmeden ilk ziyaret Artemio Franchi'ye tabi. Stat kapalıydı, içeri giremedik, etrafını tavaf ettik. Mağazanın da öğlen arasına denk geldik. Öğlen arası dediysek iki buçuk saat sürüyor, beklenecek gibi değil. Neyse ki şehir içinde bulduk bir mağaza da aldık üç beş şey. Floransa güzel şehir, ama o da çok turistik yahu. İtalyan göremiyorsun içeride. Fatih Terim'in bu şehrin idolü olması daha bir
"vay anasını" dedirtiyor. Şehir hakikaten takıma aşık. Şehre girerken reklam panolarında üzerinde Prandelli'nin resminin olduğu bir ilan görüyoruz. Anlamıyoruz tabi üzerinde ne yazıyor ama var yine bir olay belli.
* Dönüş yolunda önce Pisa'ya uğruyoruz. Aslında giderken hedefimiz Pisa-Brescia maçını izlemek. Ama zamanı iyi idare edemedik. Bir de Siena'nın çok şahane bir memleket olduğunu öğrenince, maçı feda ettik. Ancak maç oynanırken yine de stat etrafına uğrayıp, fotoğrafımızı çektik. Gelgelelim esas şoku akşam Rai Uno'yu izlerken yaşadık. Normalinde küme düşme ihtimali çok düşük olan Pisa'nın kendi evinde vurulduğunu öğrendik. Haftaya Rimini 50, Pisa 48, Modena 48, Cittadella 47, Ancona 46 puanla girmiş. Pisa'nın rakibi Brescia ise playoff'u garantilemiş. Gelgelelim, Modena ve Cittadella maçlarını kazanınca, 18. sıra için iki takım başbaşa kalmış: Pisa ve Ancona. 90. dakikalar oynanırken durum: Modena 51, Ascoli 51, Cittadella 50, Rimini 50, Pisa 49, Ancona 47 puandaymış. Ancona 90'da atmış, Pisa 90+4'te yemiş. Böylelike de Pisa küme düşüyor (
Teşekkürler Adsız Düzeltici). Bir takıma daha uğursuz geldik anasını satayım.
* Siena da güzel yer bak. Şehrin ortasında böyle oval bir meydan var. Orada at yarışları yapıyorlarmış temmuzda bir de ağustosta. Kum döküp koşturuyorlarmış, herkese de izletiyorlarmış. Hakikaten çok süper bir yerdi, bayıldık. Yaşayabileceğim şehirler listesine bir köşesinden girer kesinlikle. Yalnız buranın stadına vakit ayıramadık, Roma gecelerine dönmek gerekliydi. Saat 1'de ancak ulaşabildik başkente.
* Pazar günü Vatikan'da papayı dinledikten sonra, pizzamızı yeyip tekrar Olimpico yollarına düştük. Maç başladıktan 5 dakika sonra stat etrafında olabildik ancak. Olduk olmasına da bilet gişesi stadın 2 kilometre ötesinde. Biletix tarzı ve ondan kat kat daha saçma bir sistemde sıra bekleyerek 30 dakikada bilet alabildik. Elimize bilet geçtiğinde maçta dakika 35'i gösteriyordu yani. Girene kadar da ilk yarı bitti. İçeri girdik, hadi ona da eyvallah. Ama skorbordlarda reklam dönüyor sürekli. 15 dakika skoru öğrenemedik resmen. Ara ara da diğer maçlardan skorlar veriyor tabela. Torino'nun rakibi yeniyor, Roma taraftarı da "Serebi" (Serie B de böyle okunuyormuş, aklınızda bulunsun) diye bağırıyor. 73'te Vucinic de golü atınca Torinolular iyice bozuldu. Ortalık gerildi falan. Kafa kesme hareketleri, sınıra yürüyen apaçiler falan bir hoş oldu ortalık, bizim de hoşumuza gitti tabi. Sonra Totti'nin penaltısı geldi. Torino'da Ventola'nın golü bile işe yaramadı, nitekim onların kümede kalabilmesi için Bologna'nın puan kaybetmesi de gerekiyordu. Kaptan Rosina hüngür hüngür ağladı, bizim de içimiz kıyıldı.
* Biz oralarda Calcio sevdalarındayken, Türkiye'de de her şeye nokta koyuldu tabi. Biz telefonla öğrenebildik, biraderin mesajlarıyla. Beşiktaş'a şampiyonluğu hayırlı uğurlu olsun. Fenerbahçe Trabzon'a kelek yapmış yine, Galatasaray da Sivas'a. Konya küme düşmüş, Gençler direkten dönmüş. Şahane goller atılmış. Güzel bir son hafta olmuş kısaca. Görmedim hiçbir şeyi, size bir şey anlatmaya çalışmayayım saçma olur.
* Ama Beşiktaş'ın şampiyonluğuyla ilgili birkaç kelam edelim. Açık konuşmakta beis görmüyorum, Sivas'ın şampiyon olmasını tercih ederdim. Bunu da yazıyordum epeydir. Takımın adının Sivas olmasından ziyade üç takımın sabitlendiği şampiyonluğu başka birinin kazanması önemliydi benim için. Fakat bu iş sadece istemekle olmuyor. Dirençli ve dirayetli olmak gerekli. Beşiktaş'ta da bu vardı. İlk yarıyı 6. bitirip sezonu şampiyon tamamlamak önemli bir kere. Daha da önemlisi son haftaları firesiz geçmek. Hatta üstüne Fenerbahçe maçı gibi yıkıcı bir maça rağmen, işin üstesinden gelebilmek ve son 6 haftada 15 puan alabilmek büyük başarı. Rakiplerinin geçtiği o yıkım köprüsünden hiç geçmedi Beşiktaş. 20. haftadan beri üstüste iki maç puan kaybetmemişler mesela. Bu sezonki ligde en önemli olan şey buydu galiba. Trabzonspor'u içeride 3 hafta kazanamamak yıktı örneğin. Sivas'ı da 30-31. haftadaki mağlubiyetler. Fenerbahçe-Galatasaray'a zaten hiç girmiyorum bile.
* Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim edelim. Şampiyonluğun baş mimarı kesinlikle Mustafa Denizli'dir. 19. haftada liglerin ikinci yarısı başlarken varsayalım Beşiktaş'ın değil de Galatasaray ya da Fenerbahçe'nin başına Denizli gelseydi, kim şampiyon olurdu? Bu sorunun cevabı Denizli'nin başarısını ve işbilirliğini gösteriyor biraz da.
Delgado'dan faydalanamayan, uzun süre en önemli forveti Nobre'nin sakat olduğu bir dönemde, takımı zor deplasmanlardan üçer puanla çıkaran Denizli'yi tekrar tebrik ediyoruz. Zaten tarihe geçmiştir artık kendisi. O başarıyı tekrarlamak da epey zor olacaktır.
* Beşiktaş taraftarlarını da tebrik edelim. Köyiçi siyah-beyaza bulanmıştı, dün geçerken gördüm. Sanırım Beşiktaşlılar'ın en çok canını sıkan, güreştikleri rakiplerinin Sivas olması. Can sıkan demeyelim de şöyle demek daha doğru belki. Kızdırmayı seven taraftarlar için, karşıdaki Galatasaraylı ya da Fenerbahçeli adamın sezonu zaten bir ay önce bitirmiş olması çok sinir bozucu. Bunun dışında Beşiktaş tarihi için çok önemli ve belki de dönüm noktası olabilecek bir şampiyonluk bu. Üstelik çifte kupayla kapatılan bu sezonun ardından, son 5-6 yılda yapılan yanlışlıkları düzeltme adına daha doğru adımlar atılırsa, 2010'larda eski Beşiktaş'lara yakın takımlar görebiliriz.
* Hadi burada geçelim, yeni bir yazı yazmaya gerek yok. Konya-Eskişehirspor maçından önce bilet fiyatlarıyla ilgili
şöyle bir yazı yazmıştım. Dediğimiz çıktı. Eskişehirspor taraftarlarından aldığım bilgiye göre, tahminen 800 kişilermiş. Bilete de 30 TL vermişler. Toplamda
24.000 TL para ödemiş Eskişehirspor taraftarı Konya'ya. Konyaspor'a verilen cezayı söylüyorum sıkı durun:
10.000 TL! Federasyon duy sesimizi!
* Emirhan gol atmış, sesimizi duydu galiba.
* Purovic'in üçüncü golü harika! Güiza'nın Alex'in golündeki pası çok başarılı. Erdal Kılıçarslan, İbrahim Toraman ve Uğur Daşdemir'in golleri de çok güzel. Fransa'da çok güzel goller olmuş öyle bir duyum aldım. İtalya'da İbovic'in golü güzel, manyak o adam zaten alıştık.
* Şimdi yan masadan yine bir uyarı aldık, Palermo-Sampdoria maçı da tam notlukmuş.
Buyrun izleyin. Kaleci Fiorello için tarihi bir maç olmuş. İki golde asisti var rakibe, bir asistini ise Palermolular değerlendirememiş. Eleman 19 yaşında bu yılki üçüncü maçını oynamış ama yok yani böyle kalecilik olmaz. Neyse arkadaşları uğramış didinmiş de maç 2-2 bitmiş.
* Sezonu kapıyoruz. En iyileri seçelim.
Yılın futbolcusu Ernst olabilir, çok değiştirdi Beşiktaş'ı.
Ara transferler açısından bereketli bir yıl olduğunu da ekleyelim. Beşiktaş'a
Yusuf ve Ernst, Sivas'a
Kamanan ve Murat Erdoğan epey faydalı oldu.
Yılın teknik direktörü Denizli'dir açık ara, ama Bülent'in de hakkını vermek lazım.
Yılın direnişi Kocaelispor'dan,
yılın olayı ise gençlere dönüş süreci. Sercan Yıldırım, Mustafa Pektemek, Volkan Şen, Soner Aydoğdu, Özer Hurmacı, Ediz Bahtiyaroğlu, Ufuk Ceylan, Eren Güngör, İsmail Köybaşı, Murat Ceylan, Abdullah Durak öne çıkan isimler, umut verici.
* Avrupa'da yılın sürprizi bence Lyon'un şampiyonluğu kaybetmesi. Barcelona, Inter, ManUnited, Porto alıştıkları işi yaptılar. Tabi Almanya ve Hollanda'daki sürpriz şampiyonları da es geçmeyelim. AZ Alkmaar zaten sezon başından beri işi sıkı tutarak götürdü kupayı ama yine de sezon başında kaçımız düşünürdük ki onların şampiyon olacağını. Wolfsburg'unki tam bir peri hikayesi zaten. Magath farkı.
* Evet notlara ara veriyoruz, yeni sezon başlayana kadar. Futbolsuz geçmez günler ama düzenli yazacak şey bulmak zor. Yeni sezonla beraber devam ederiz artık. O değil de şampiyonlar ligi finali çok güzeldi ya!
by tunchay
8 yorum:
Güzel yazı için teşekkürler. Aklıma takılan şu oldu.
''Şimdi Pisa önümüzdeki iki hafta play-out maçları oynayacak Avellino'yla.''
Bu konudan emin misiniz? Çünkü tüm kaynaklarda son 3'ün düştüğü, onun üstündeki iki takımın play-out oynadığı yazıyor. Pisa da sondan 3. olarak düştü görünüyor. Teşekkürler.
Doğru diyorsun. Baktığım kaynakta 18. ile 19. playout oynayacak deyince ligi 20 takımlı gibi düşünüp şaşırmıştım hatta :) lig 22 takımlı tabi, hemen düzeltelim yukarıda.
Lyon delisiyim,kimse Lyon yazısı yazmıyor die sızlanıyordum.kaç vakittir beklediğim Lyon yazıları okudum bu sebeple medyada,ohh,çok iyi oldu,dimikki tüm futbol medyası Lyon'un şampiyonluğunu kaybetmesini bekliyormuş,döktürdüler Lyon yazılarını..arada düşmek de iyidir,iyi :)
denizli'nin tarihe geçeceinden bahsediyorduk, şimdi de geçtiğinden (3 büyüklerle şampiyonluk yaşama açısından). yalnız aklıma takıldı, zaten üç büyükleri birden çalıştıran kaç hoca var ki lig tarihinde.
Palermo maçında aleni şike var hata değil onlar.
üç büyükleri birden çalıştıran hoca olmadı hiç, denizli hepsini farklı zamanlarda çalıştırdı :)))
turhan dogru diyorsun da, aslına bakarsan bu iki dedigin de birbirinden bagimsiz olamaz ki. yani diger iki takimin ikisini sampiyon yapamayan hocaya ücüncü takımda kolay kolay görev verilmez. bu tip hocalarda başarıya garanti gözüyle bakildigi icin sonuca da daha yakın oluyorlar. Ornegin Daum'un Galatasaray ile, Lucescu'nun Fenerbahce ile anılmasının bir sebebi de bu. Garantili çözüm :)
ne demek sezona başlayana kadar... halı saha sezonunu kim açacak peki, kim yazacak ocakbaşı akşamlarını... işyerlerinde bile sırayla tatil oluyor, blogda da aynısı olsun:)
fenerbahçe'nin bu sene en sevindiğim maçlarından biri oldu, hiçbir şüpheye yer vermeden, hiç kimseyi dinlemeden, kendi başını kestiği gibi dikerek bitirdi... züğürt tesellisidir belki ama yine de fenerbahçeli olmakla bir kez daha gurur duydum!
Yorum Gönder