25 Haziran 2012 Pazartesi

TOP 10 GURBETÇİ KLİŞESİ





















Hollanda'ya temelli olarak gelişimin ilk günü daha bavulumu eve atar atmaz beni kolumdan tutup düğüne götürdüler. Düğüne dediğim de bildiğin Türk düğünü. Simli, takım elbiseli ufaklıklı, limonatalı düğün işte. Ayrıntısını merak eden şuradaki düğün klişelerine kaysın ufaktan. Neyse tabii "İstanbul'dan gelmiş damat" imajımız olduğu için nesli tükenmeye yüz tutan kaplumbağa gibi bakıyorlar etraftan. Hepsinde "nasılsın enişte, beğendin mi Hollanda'yı ehehehe" diye başlayan sonra da "enişte o güzelim İstanbul bırakılıp buraya gelinir mi ya?" diye devam eden birkaç dakika sonra da siz sesinizi çıkarmadıkça "enişte sen bizim yengenin dırdırından bıkıp kaçarsın yaaaa zuhahuha" şeklinde iyice cıvıklaşan gurbetçi ve apaçiliğin doruğundaki gençlerle muhattap oluyorsun. Tabii bu muhabbete, geldiğin yerdeki arkadaşlarına yaptığın "evlilik nedir ki, birliktelik bağlamında kanuniliğin meşruiyet kazanmasından başka bir şey değil mi?" dersen olmaz daha ilk günden muhallebi çocuğu diye fişlenirsin. Bir de düğün dönüşü arabada Ferdi baba açıldığında "kardeş Van Halen yok muydu, biz Hollanda diye şeettik" çıkış yaparsan tabutun hazırlanır. 5 sene oluyor aralık ayında buraya geleli. "Gurbetçi" deyip geçmemek lazım. Fena halde 2 kültür arasında sıkışmış ve ne Batı Avrupa'ya tam olarak entegre olmuş, ne de Türkiye'nin 80 sonrası dışa açılmasını yaşayabilmiş ailelerin çocukları acaip bir topluluğu oluşturuyor. Bu topluluktan da elbette absürdlükler çıkıyor.

1-Gurbetçi's Dirt: Bugün bırakın treni, uçağı, yarın bir gün ışınlanmayı icat edip bütün evlere bir tane Scotty koysalar yine rota değişmez. Gurbetçi aile babası yaz tatili geldiğinde araba arayışlarına başlar. Bir kere bir gurbetçi için "tatil" diye bir şey yoktur. Onun adı "izin"dir. Hayır çalışanlar için değil çalışmayanlar için, öğrenciler için de aynı söz kullanılır. "Bu sene izine ne zaman gidiyonuz?" diye size sorulan soruya "dayı ben çalışmıyom daha, okuyom" diye cevap vermek ayıplanma sebebidir. İkinci olarak memlekete giderken arabanın bagajını, varsa arka koltuğunu ve yetmezse arabanın üstünü doldurmak şarttır. Milli takım formaları da giyildi mi start-finish düzlüğü için her şey hazırdır. Yine az kişinin bildiği bir gerçek olarak tatil zamanları gurbetçilerin sınır kapılarında yığılmasının sebebi, birçok ailenin Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan gibi çok güvenli olmayan ülkelerden geçerken hazırlıksız yakalanmamak için beraber yola çıkmasıdır. Hatta önden gidenler bu iş için kurulmuş forumlara girip "Avusturya'da depoyu doldurun Bulgarı hızlı geçin, Roştokta tünelde çalışma var" şeklinde arkadan geleceklere mesaj verir.Her sene "izin"den dönüldüğünde yoldan, Balkanlardaki polislerin rüşvetçiliğinden, Yugoslavya'daki (!) (20 sene oldu be kardeşim öğrenin şu ülkelerin adını) benzinin kalitesizliğinden yakınılır. İzleyen yaz yine aynı şekilde yollara düşülür.

2-Gurbetçi'yle Yemekteyiz: Traş makinesiyle kesilen döner, lahmacuna sıkılan ketçap-sarımsak sosu ve hatta lahmacunun içine konulan döner, çakma Güllüoğlu baklavası ve niceleri. Gurbetçi damak tadı dedin mi duracaksın. Bu konuda devam eden bir serimiz de var sitede. Bu damak tadının önemli aktivitelerinden birisi yöresel yemeklerden yurt dışına pek açılmamış olanların festivallerde, fuarlarda satıldığı andır. Bir anda tezgahın önü Mumya filminde yerden çıkan böceklerin saldırısına uğramış gibi olur. Özellikle Künefe, Tulumba tatlısı, pişmaniye gibi tatlıların satıldığı yerler talan edilir. Maalesef o ülkenin yerlisi de dürümü, lahmacunu, baklavayı ülkede yapıldığı gibi bildiğinden Hatay künefesini beğenmez ama Fırıncı İsmet'in (nam-ı diğer "Bakkerij İsmet") künefesini Müseccel Marka zanneder. Yaratılan bu ortam yüzünden 2 senedir şu şirkette "Fırat bana Türkten 1 tane Turkish pizza alsana, ama sadece Turkish pizza" diyen hatunlara lahmacunu getirdiğimde "ama bunun içinde et var, ben Turkish pizza dedim, içinde et olsun demedim" dediklerinde Enthiran filmindeki android robot gibi dalmamak için kendimi zor tutuyorum.

3-Gurbetçi's Bugün Ne Giysem: Üstü Emine Beder altı Asia Carrera. Kısaca böyle tanımlayabilirim. Biz yıllarca ülkede başını kapatan insanlarınn, başla kalmadıklarını tepeden tırnağa ilgi çekici elbiseler giymediklerini biliyoruz. O yüzden buraya geldiğinizde yaşadığınız şok büyük olabiliyor. Kafada bir başörtüsü, altta dizüstü etek, altına tayt ve deri çizme. Burada bir acaiplik var ama anlamadım. Türklerin yanısıra özellikle Arap ülkelerinden gelen kadınlarda bu daha da zirveye çıkmış durumda. Tabii isteyen istediğini giysin lafımız yok da madem alt tarafı arza açıyorsun, üstteki bu muhafazakarlık neden? Erkek tarafı. Oraya hiç girmeyeyim. Will Smith'in zamanında The Fresh Prince of Bel-Air'de giydiği ayakkabılar, üzerine "twisted to fit" kot pantolon, beyaz desenli gömlek, kot mont ya da Marty McFly'ın Geleceğe Dönüş'te giydiği havalı mont...Gemiden mi kaçtın evlat? Gurbetçinin saç stili....yok intiharlara sebebiyet vereyelim.

4-Gurbetçi's Sprache: Und wenn du das verstanden hast, sen de bizdensin. Dass video passt einfach super gut in şimdiki Almanya'daki situatsyon. Ondan sonra da bana boos oluyorsunuz. Bizim garıya da azıcık leren yap dedik ama hiç, devletin oplaydingi var, ona bile gitmiyor. Hem siz diyonuz türkçe öğrenin ama biliyonuz mu ben iki dil öğrencem amoğğa goyim ich wohne in deutschland dann sollte ich türkisch lernen wie einer in den kommentaren meint ist voll schwer. Seneye de abitur yapıp hepinizin anasını Sibel Kekilli.

5-Gurbetçi's Chocolate Factory: Bizim ailenin ve hatta sülalenin yurt dışında akrabası yoktu. Annemin dayısı Almanya'da yaşarmış bir kere telefonda konuşmuşluğum vardı, karaciğerinden hastaydı sonra rahmetli oldu gitti adam.  Onun Türkiye'ye gelişlerinde getirdiği çikolatalar dillere destandı. Alman çikolatası bu Alman. O yıllarda elinde Alman çikolatası ile sokağa çıkıp arkadaşlara zırnık koklatmamak üzerine alacağın tepki  karizmanın tavana vurmasından, topluca dayak yemene ve çikolatayı kaptırmana kadar geniş bir yelpazede değişirdi. O ana kadar peşinde koşulan Çokonat, Ülker Çikolatalı Gofret, Rulokat ve nicesinin pabucu dama atılır, o üzerinde ne yazdığını hiç anlayamadığımız mavi ambalajlı çikolatayı tadan Rummenigge'nin bacanağı olmuş gibi havalanırdı. Yıllar geçti, yolumuz Almanya'ya düştü, o bize zamanında yutturulan çikolatanın Almanların ucuzluk marketi ALDI'dan alındığını gördük ve yıkıldık. Lanet olsun Rummenigge'ne de çikolatana da...Nasıl koydu Burruchaga...


6-Gurbetçi's Ağlama Duvarı: Dün Hollanda'da bir alışveriş merkezindeyim. Çekiliş yapılıyor ve talihlilere hediyeler veriliyor. Daha birkaç hediye dağıtıldı ki arkalardan beklenen ses geldi "hepsi Hollandalı bunların yavvv, oyun yapmış bunlar, la Süelyman, hepsi Hollandalı ya bunların, bir tane de Marokan var". Böyle bir topluluk var Hollanda'da. Ayağını taşa çarpsa, ayrımcılıktan biliyor. Tamam Wilders gibi manyaklar yüzünden Avrupa'daki "yabancılaştırma" hastalığının sonu gelecek gibi değil ama işi her ters giden gurbetçinin bunu ayrımcılığa bağlaması da kabak tadı veriyor. Adam karısını dövüyor, "neden karımı dövdüm?" diye kendine sormuyor da, karısını dövdüğü için kendisine kelepçe takan zenci polise sinirlenip, "elin Arabından daha aşağı mıyız biz" diyor. E sana Le Pen müstehak...Bana da Le Pen'in torunu müstehak olsa mutlu olurum...Böyle ırkçıya can kurban....

7-Gurbetçi's All Star: Bu madde herhalde en fazla bilineni. İlk karşılaşmam yıllar önce Karl-heinz Feldkamp zamanında Frankfurt'ta oynadığımız Eintracht Frankfurt-Galatasaray maçıydı. "Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu Türklerin ayak sesleriiiieee, Türklerle kimsee başa çıkamaaaaz" diye giden tezahürat sırasında tribünde Trabzon, Fener ve Beşiktaş bayraklarını gördüğümde "noluyoruz ulan?" diye kendi kendime sormuştum.  Gurbetçi için herhangi bir Türk takımının yaşadığı ülkenin takımıyla eşleşmesi bir kendini ispatlama, Türkün gücünü kanıtlama aracıdır. Avrupalı da bunu bildiğinden Fenerbahçe kendi ülke takımına mağlup olduğunda gidip Galatasaraylı ile dalga geçer. Bu sene Trabzon Şampiyonlar Ligi'nden elendiğinde iş yerinde bir Alman gelip bana "ne o elendiniz Şampiyonlar Ligi'nden" demişti de adamın suratına "Lukaaaaaaas ver ulan kupamıııııı" diye bağırınca korkarak kaçmıştı.

8-Gurbetçi's Like a Satellite: Cırtlak hatun Lena, "Like a Satellite" şarkısını Almanya'daki gurbetçilerin balkonlarından esinlenerek yaptı sanıyordum başta. Zira Batı Avrupa'da herhangi bir mahalleye gidip balkonlara baktığınızda kimin göçmen kimin yerli olduğu bellidir. Türkler anten anlamında çağ atlamış zaman zaman bir balkona 2,3 ve hatta 4 uydu takacak kadar ileri gitmiştir. Hatta Jodie Foster'ın Contact filmindeki dev uydu sahnelerinin Essen'daki Türk mahallesinde çektiği söylenir. Bu uyduları almayla da bitmez. İşin içine bir dolu elektronik kurnazlık girer. İstanbul'dan eşe dosta kart aldırılır, kartın şifresi kırdırılır, eşin dostun üyeliği kullanılır, adaptör , alıcı falan derken binbir türlü zahmete girilir. Sebep, 5 euro daha az vereyim. Peki bu kadar uğraştan sonra açıp neyi izliyorsun. Samanyolu TV-Beşinci Boyut...You did it just the other day...

9-Gurbetçi's Dernek Fetişizmi: Solingen 8. Geleneksel Geredeliler gününe tüm Geredeliler davetlidir. Ben merak ediyorum bu günün ilk 7 versiyonunda kaç kişi vardı? Türkiye'de bildiğiniz gibi İlyas Salman'ın tası tarağı satıp Münih'e gelmesi gibi (gerçi orası da Münih değildi ya) bazen bir köyün tamamen kalkıp Avrupa'nın bir şehre gelmesi meşhurdur. Bu yüzden de bu adamların kendi aralarında günler düzenlemesi kaçınılmazdır. Her geleneksel günde de bölgenin belediye başkanı, ticaret odası başkanı gelip Türk göçmenler ve yerel halkın işbirliğinden bahseder, plaketler verilir. Ancak bu işin boku çıkmıştır. Bazı derneklerin isimlerini yazıyorum. Almanya'da Yaşayan Bartınlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Yurtdışı Ömerhacılılar Frankfurt Kültür ve Dayanışma Derneği, Hollanda Saraykentliler Derneği, Belçika Tezverenli Genç İşadamları Derneği, Paris Danaköylü Şakirtler Derneği

10-Anti Gurbetçi: 9 madde boyunca yazdığımız tipin tam karşıtı var bu numarada da. Hani Kapıkule'den dışarı adımını attığında kimi çevirip "birader Nietzche" dese "Böyle Buyurdu Zerdüşt dönem ödevimdi ayıpsın" diyecek bir toplulukla karşılaşacağını zanneden tipler var ya onlar işte. Ülkeden dışarı çıktığında paçalarından sızan entellektüel bilgi sebebiyle kendini kendi insanından uzak tutan tipler. Bu maddeyi onlara ayırdım. Bu tiplerin kendilerine geldiği an işleri bir Hollandalı terziye veya berbere düştüğü anda belli olur. Ya da pazar günü bütün marketler kapalı olduğundan kıçını silecek tuvalet kağıdı bile kalmadığında yolu Türk marketine düşenlerde. Zira hem elbisesi, hem saçı, hem de götü kullanılmaz hale gelince yolu mecbur Altın Makas Terzi'ye düşer. İçeride Hollandalıların da olduğunu görünce daha da muammalara sürüklenir. Türkiye'de ne kadar Kezban ve Kamil varsa Avrupa'da da o kadar olduğunu anlaması belli bir süre alır. Bu süreyi atlatma dönemi aşağı yukarı 2-3 yıldır.



9 yorum:

Arrow Cave dedi ki...

mükemmel bir yazı,her pikseliyle..;DD

varol döken dedi ki...

bir gurbet sevdası olarak kaldı bloglar...

varol döken dedi ki...

o resimdekilerden hangisi barış özbek?

varol döken dedi ki...

gurbetçi's crew eksik kalmış. lütfen bloga biraz daha özenelim. ondan sonra bloglar neden bitti!

yasince dedi ki...

bu klişelerden kitap olur aga,düşün bunu

solo dedi ki...

Zannımca yazar 10. madde de kendini anlatmıştır :)

solo dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Hatce dedi ki...

Undutchables'in turk versiyonu. Yaziyi okurken sesli guldum:)

Arif dedi ki...

okurken adeta bizim almancılar lan, tanıyorum ben bunları dedim.sesli güldüm :)