30 Kasım 2009 Pazartesi

OLYMPIAKOS 2-0 PANATHINAIKOS



Karaiskakis yanıyor

Maç aşağıda enfes görüntüler veren Olympiakos'un taraftar grubu Gate 7'nin stadyuma gelen PAO otobüsünün önünü kesmesi sebebi ile 1,5 saat kadar geç başladı. Saha dışı ve saha içinde oldukça olaylı bir maç oldu anlayacağınız. Ayrıntıları aktarırız.

Dk.45 Konstantinos Mitroglou: 1-0
Dk.54 Konstantinos Mitroglou: 2-0



















JOAQUIM MARIA PUYAL



















Hazır La Liga mevsimi iken hatırlayalım.

İsmini çok kişinin bildiğini sanmıyorum yukarıdaki adamın. Ama sesini duyan, aşina olan çoktur. Hele bir de internet üzerindeki videolardan Messi'nin Maradonavari çalımlarla attığı golü veya 12 Mart 1997'deki 5-4'lük efsane Barcelona-Atletico Madrid maçını görmüş olanlar bilirler. Katalan radyosunun değişmez ismi ve dünya futbol tarihinin gördüğü en iyi maç spikerlerinden Joaquim Maria Puyal.

1949 doğumlu Puyal. 1967 yılında Katalan radyosunda maç sunmaya başladığından beri Katalan dilini kullanmaya özen gösteriyor ve halen bu dilde maç sunan ender spikerlerden bir tansi. Bu yüzden de yerel dilin yok olmaması için verdiği emeklerden ötürü Barcelona kentinde oldukça saygı gören ve ödüller almış bir isim. Puyal gençliğinden beri maç spikerliğine ilgi duyan bir isim. 1967 yılında Katalan radyosuna ayak basarak görev yapmaya başlıyor. Daha sonra radyonun o yıllardaki sahibi Manuel Tarín Iglesias Puyal'a maç spikerliği için söz veriyor ve bu sözünü tuttuğunda 40 yıllık bir efsanenin de temelini atmış oluyor. Spikerlik kariyerine Barcelona-Cordoba maçı ile başlayan Puyal 1968-76 yılları arasında tam 500 maç aktarıyor radyo dinleyicilerine. Daha o yıllarda, maçları aktarmadığı sırada elinde sözlükle Katalan futbol terimlerini araştırdığı ve tekniğini sürekli geliştirdiği söylenir. Sonunda 5 Eylül 1976 tarihinde ilk kez Barcelona'nın bir maçını tamamen Katalan dilinde aktarıyor dinleyicilere. Daha sonra arkasına Katalunya'nın ünlü finans kurumu "La Caixa"yı da alarak bir radyo klasiği haline gelen "Futbol en català" programını yapmaya başlıyor (burada belirteyim, işim gereği zaman zaman La Caixa Bankası'nın Barcelona'daki merkezinden gelen ve Katalan dilinde olan mektupları görme fırsatım oluyordu, iş yerindeki İspanyollar bile zaman zaman bazı kelimeleri anlayamıyordu).

























Puyal Katalan diline yaptığı hizmetler, rdyo ve TV programları sebebi ile 1977-92 arasında 4 adet ödül de kazanmış bir isim (1978, 1979, 1986 Ulusl Radyo Ödülleri ve 2004'te kariyeri boyunca radyo yayınlarına yaptığı hizmetlerden dolayı verilen üstün başarı ödülü). Onun sunduğu maçlar ve stili İspanya'da yetişen bir çok spor spikeri için adeta bir okul olmuş durumda. Kariyeri boyunca 1500'ü Katalan 500'ü Kastilyan dilinde olmak üzere 2000 adet maçı anlatmış Puyal. Sadece 2 maç vereceğim. Yukarıda bahsettiklerimiz. Tarihi Copa Del Rey maçı ve Messi'nin solosu. Onun stili ve sonradan etkilediği onca spiker hakkında fikir sahibi olacaksınız. Hele Barca maçı. Şu maçı efsane yapan Puyal'ın sesidir biraz da bana sorarsanız. Jon Kabira ve Ercan Taner'i de severiz ama Joaquim Maria Puyal ustanın yeri ayrı. Yalnız bu adam radyo spikeri, gol diyene kadar insan ruhunu teslim eder.

HEM PENALTI HEM GOL



Cumartesi günü Heerenveen'in içeride RKC'yi 3-1 mağlup ettiği maçta Viktor Elm'in ev sahibi adına kaydettiği ilk gol. İlker Yasin'e selam...Adam tutmak lafında mecaz falan bırakmamış RKC defansı.

29 Kasım 2009 Pazar

YILDIZIN PARLADIĞI AN


















Öncelikle maça geçmeden söyleyeyim, Hollanda'da televizyondan izlediğim maçlar arasında bu kadar yanlı bir spikerin sunduğu bir başkasını izlememiştim. Zira maç sırasında içimden ya bu adamın lisede aşık olduğu kızı Cruijff ayartmış, ya Fiorentin Perez'in uzaktan akrabası ya da oğlu Real Madrid altyapısında oynuyor diye geçirdim. Real Madrid'in ceza alanı çevresinde buluştuğu her topta sesini yükselten, Marcelo'nun ilk yarıda Valdes'in burnunun dibinden vurduğu ve Puyol'un yatarak önlediği topa"yazık oldu" diyen sonra da "tabii Real için yazık oldu demek istiyorum" diye kazı çeviren, Real Madrid'in son adamdan geçmeyen ara paslarına "ah neredeyse" diye hayıflanan, Henry'nin aleyhine her kararda "e tabii artık o elden sonra senin lehine zor karar verirler" diyen, ilk yarı boyunca Casillas'ın serbest vuruşları yavaş kullanmasına tepki gösteren Barcelona seyircilerine "boşuna nefeslerini tüketiyorlar" diye bulaşan ve bana göre zirve noktası olarak da, ilk yarının sonuna doğru "kaç gündür Barcelona'nın süper futbolundan bahsediliyor ama bu "şovenist" futbolu Real şu ana kadar önledi ve kesinlikle daha iyi oynayan taraftı" diyen bir adamdan bahsediyoruz. Bir ara "Kaka buraya üçlü çektir Bernabeu'ya diye bağıracak" sandım.

Maça gelelim. Aslında derinlemesine analizler yapılacak, iki takım teknik direktörünün satranç oynadıkları bir maç olmadı. İki teknik adam da ellerindeki ilk akla gelen silahlarını kullanıp, rakibe üstünlük sağlamak için ekstra bir şeyler yapmak zorunda hissetmediler kendilerini. Guardiola her zamanki baş döndüren pas trafiğine güveniyordu, Pellegrini de elindeki yıldızlara. Sadece Şili'li teknik adam Xabi Alonso ve Lassana Diarra'ya normalde yapmadıkları kadar fazla bir orta saha presi görevi vermişti. Bu onların hücuma yaptığı katkıyı azaltacaktı ama zaten Nou Camp deplasmanında Pellegrini'nin bu katkıya ihtiyacı yoktu, zira Kaka ve Ronaldo'nun ayaklarına güveniyordu. İlk yarının özeti Lassana Diarra ve Xabi Alonso'nun bütün mesailerini Xavi-Iniesta ikilisini etkisiz hale getirme operasyonu olarak yapılabilir. Bu mesainin sonucu Real adına pozitif olunca da ortadaki ikili sürekli sağa bakmak zorunda kaldılar. Orada da ilk yarı rakip sahada çok kötü oynayan bir Dani Alves vardı. Bu yüzden bir futbol takımının atak geliştirebileceği 3 bölgeden (orta, sağ ve sol) ikisi devre dışı kalmış oldu. Sol tarafta da Henry ofsayta düşmek ve rakip defansı faulle bozmaktan başka bir şey yapmayınca hücum anlamında Katalanlar oldukça etkisiz gözüktüler. Hatta açıkça itiraf edelim Hiddink'in geçen yıl binbir planla hücum varyasyonlarını önlediği Chelsea maçından da kötüydüler. Bu kısır futbola ilk yarının kısır adamı Dani Alves'in 40 metreden Ibrahimovic'in ayağına oturttuğu top çare oldu. İlginç olan Dani Alves'in o ortasının maç içinde Barca için bir tür "yıldızın parladığı an" olması. Alves o dakikaya kadar etkisizdi, o dakikadan sonra da etkisiz oldu. Ibrahimovic sahada görünmedi zaten gol sonrası. Tabii bunda takımın atmaktan çok korumayı düşünmesinin etkisi de var. Hele eksik kalmışken. Şimdi de oraya gelelim.

Euro 2004 çeyrek final maçında Hollanda Portekiz ile oynuyordu. Maçın 45. dakikasında Portekiz'li Costinha bir Hollanda atağını elle kesti. Sarı kartı vardı o sırada. Oyundan atıldı. Göz göre göre kendisini attırmıştı. O günden bu yana, topu elle keserek bu derece takımına ihanet eden bir adam görmemiştim. Guardiola'nın Sergio Busquets'e karttan sonra gösterdiği tepkiyi hepimiz gördük ki haklıydı genç teknik adam. Maçın sonrasını çok fazla konuşmamak lazım. Bir taraf yüklendi diğer taraf mümkün olduğunca oyunu yavaşlatıp galibiyeti korumaya çalıştı. Son 3-4 dakikada da Xabi Alonso'nun Messi'ye yaptığı ve Hamza Yerlikaya'yı andıran güreş hamlesiyle beraber Real Madrid oyuncuları zihnen oyundan koptular. Maç da bitti zaten birkaç dakika sonra. Akıllarda da Iker Casillas'ın maç boyu kendi defansına çektiği fırçalar kaldı.

Real Madrid'in oyuncuları iki gruba bölüp, yetenekleri kısıtlı olanlarla önlerim, yüksek olanlarla da sonuca giderim planı Barcelona gibi oturmuş bir takım (gününde olmasa bile) karşısına çıkınca çok varlık gösteremiyor doğal olarak. Bundan daha iyisini üretmek zorundalar. O da zaten Barcelona gibi kadro istikrarı ve oturmuş, ezberlenmiş bir oyun planı ile oluyor. E bu yüzden sezon başında bunca yıldız transferine rağmen Katalanları halen bir adım önde görüyorduk. İspanya'nın krallık tahtından henüz inmediler. İkinci yarıdaki maça kadar köprünün altından akan suların mahiyetini göreceğiz.

CRVENA ZVEZDA 1-2 PARTIZAN



Dk. 4 Lamina Diarra: 0-1
Dk. 44 Srđa Knežević (K.K.): 1-1
Dk. 49 Srđa Knežević kırmızı kart
Dk. 61 Cleverson Gabriel Cordova: 1-2

Seyirci: 30.000











27 Kasım 2009 Cuma

HANIM BU HAFTA SONU BEN YOKUM
















Fena bir hafta sonu yaşayacağız. Sizin de senede birkaç kez cuma akşamından başlayıp, pazar gecesine kadar elinizde içecek, yanınızda abur cuburla yatak kıçınızın şeklini alana kadar oturduğunuz ve "22 adamın bir topun peşinde mantıksızca koştuğu" bu oyuna kendinizi kaptırdığınız haftalar varsa işte bu hafta o haftalardan biridir söyleyeyim. Bursa dolaylarında başlayıp, Barcelona semalarında bitireceğimiz müthiş bir maç serisi. Tabi isteyen Arjantin Ligi'ne devam edip pazarı pazartesine bağlayan gece San Lorenzo Boca Juniors maçını da izleyebilir. Ama TSİ makul saatlerde maratona girişmek isteyen önce Turkcell Süper Lig ile başlayacak. Bursaspor, Galatasaray'ı konuk ediyor. Bursa galibiyeti Galatasaray'ın şampiyonluk şansına büyük bir darbe vurabilir ki bence galibiyete daha yakın taraf ev sahibi. Galatasaray oradan 3 puan çıkarırsa büyük iş başarmış olur ama bu aynı zamanda Bursaspor'un bu seneki zirve takibinin, büyük takımlar ile yaptıkları maçlarda hüsrana dönüşmesi anlamına gelir. Sonuçta seyir zevki yüksek bir maç olacak orası kesin. Haftaya başlamak için de ideal. Bursaspor ve Galatasaraylılar kadar Beşiktaş ve Fenerbahçeliler de takip edecekler büyük ihtimalle.

Cumartesi günü akşama ısınmak isteyen Werder Bremen-Wolfsburg maçını 16:30'dan itibaren takip edebilirler. Lider Bremen ve Mesut eğer çizgiyi sürdürürlerse Armin Veh'in Wolfsburg günlerinin sonuna iyice yaklaşmış oluruz orası kesin. Maç 18:30'da bittiğinde 1 saatlik bir ara zamanı. 19:30'da Aston Villa-Tottenham Hotspur'u konuk ediyor Villa Park'ta. Geçen haftaki 9 şovundan sonra Spurs'ün ne yapacağını göreceğiz. o maç da 21:30'da bitiyor. Fenerbahçe taraftarları Kasımpaşa maçına gidecekler. Evde kalanlar ve o maçı izlemeyecekler olanların adresi PSG-Auxerre maçı olabilir. Ancak bu maç 22:15'e kadar takip edilebilir zira o satte kameralar Lizbon'a dönüyor ister istemez. Portekiz'in en büyük derbisinde Sporting Lizbon-Benfica karşı karşıya. Estadio Jose Alvalade'de müthiş tribün görüntülerine şahit olabiliriz. Günü bu maçla kapatıyoruz.

Pazar sabahı mesaiye Zenit Petersburg-Spartak Moskova maçı ile başlamak mümkün. Şampiyonlar Ligi mücadelesinin hala sürdğü Rus Ligi'nde Fatih Tekke'yi de görmek için bir fırsat. Ancak çok takılmayın zira TSİ 15:30'da Everton Goodison Park'ta Liverpool'ı konuk ediyor. Merseyside derbisi gözler önünde olacak. Çok anlatmaya gerek yok bu maçı. Merseyside derbisi işte. O bitiyor Londra derbisi başlıyor. Gerçi ev sahibi kuzey, deplasman batı Londra takımı ama olsun. Arsenal-Chelsea. Onun bitişine yakın kameraları Yunanistan'a çevirmek en iyisi. Olympiakos-Panathinaikos Pire'de karşı karşıya. Bu sezon Olympiakos'u uzun süre zorlayabilen PAO, Henk Ten Cate'nın rüştüğün ispatlayacağı maç için Zico karşısına çıkıyor. Haftayı İspanya'da kapatıyoruz. Barcelona-Real Madrid. Onun için de söylenecek bir şey yok. Sivaspor-Beşiktaş maçını atlmayalım ama Beşiktaş'lılar dışında o maçı izleyecek çok insan olacağını sanmıyorum.

Cuma akşamı başlayan maratonu 10 maçı izleyerek, Pazar akşamı 22:00'de bitirmek mümkün. Eşler, sevgililer bu hafta bizi affetsin...İzindeyiz...

Not: canoğlanın eklediklerini de koyalım. Yarın TSİ 17:45'te Belgrad derbisi Red Star-Partizan, 21.45'de de Genoa derbisi Genoa-Sampdoria mevcut...E daha da güzel oldu. Bir de bu maçların Türkiye'de yayınlanmayanlarını izlemek isteyen veya yurt dışından Türk televizyonlarının yayınlarını alamayanlar için iki site vereyim çok talep geliyor. Özellikle ilki gayet işlevseldir..

http://www.myp2p.eu/competition.php?competitionid=&part=sports&discipline=football
http://www.atdhe.net/index.html

26 Kasım 2009 Perşembe

KÜLTÜR ŞOKU



















Bir Bulgar, bir Endonezyalı, bir Bosnalı diye söze girsek ardından bir fıkra beklenir. Oysa bahsedeceğimiz bir müzik grubu. Üstelik üyesi müzisyenler bu ülkelerle sınırlı da değil. ABDlisi ve Kanadalısı da var. Bremen mızıkacılarının insan versiyonu ya da nam-ı diğer Kultur Shock. Şarkılarını ilk dinlediğinizde oluşacak psikolojik travma daha iyi özetlenemezdi sanırım: Kültür şoku. Horon havası ile rockın güzel bir karışımı ile yapılmış, aynı zamanda İstanbul’u anlatan bir şarkı hayal edin, edebilirseniz tabi. İşte böyle bir şey Kultur Shock.

20. yy’ın kutsal rock toprakları Seattle’dan çıkan Kultur Shock, Gypsy Punk dedikleri Çingene müziği ile punkın karışımı bir tarzla anılsa da aslında pek de ilgisi yok. Muhtemelen Seattle’dan çıkıp Doğu Avrupa müziğini batı müziği formlarından biriyle karıştıran ve bu tarzda en popüler olan grup Gogol Bordello olduğundan, Kultur Shock’a da gypsy punk deyip kolaya kaçmışlar. Oysa albümleri dinlediğinizde Doğu Avrupa Çingenelerinin tarzından (örneğin Goran Bregovic ya da bildiğimiz Trakya müziği) Anadolu türkülerine, Orta-Doğu’nun oryantaline kadar pek çok tarzı yine kendine özgü bir rock yorumu ile kaynaştığını görürsünüz. Bu anlamda yaptıkları müziğin özgün olduğunu iddia etmek yersiz olmaz.



1996 yılında Seattle’da, ecnebicede jam session dedikleri, çoğunlukla cazcı müzisyenlerin toplanıp doğaçlama yaptıkları müzik partilerinden birinde tesadüfen bir araya geliyor grubun birkaç üyesi. Ortaya çıkan şey hoşlarına gidiyor ve sonuçta Kultur Shock doğuyor. Kurulduktan kısa süre sonra da Joan Baez’in turunda alt grup olarak sahne alıyorlar. Bu arada Seattle’ın nimetlerinden de faydalanıyorlar. Bakın kimler keşfediyor ve bize kadar ulaştırıyor bu nadide grubu: Nirvana üyesi Krist Novoselic ve Dead Kenedys üyesi Jello Biafra Kultur Shock’u Faith No More üyesi Bill Gould’a tavsiye ediyorlar. O da plak şirketi KoolArrow Records’tan albüm çıkarmaları için teklifte bulunuyor gruba. Sonuçta ortaya FUCC the INS (2002), Kultura- Diktatura (2004) ve We Came to Take Your Jobs Away (2006) albümleri çıkıyor.

Albüm isminden bile anlaşıldığı üzere zengin kuzey-batı dünyasına göç edip yokolan doğululardan yeterince ders almış olmalı ki dünya halkları, kaybolmaktansa yumuşak bir geçişle hem o dünyanın olumlu toplumsal yönlerini alıp hem de kimliklerini yaşatıyorlar: We Came to Take Your Jobs Away (Mesleklerinizi elinizden almaya geldik). “Özgürlükler Ülkesi”nin tüm lağımcıları, hasta bakıcıları, garsonları, ispanikleri, siyahları! Birleşin!



















İşte Emigrant’s Song’dan bir kısım söz:
You know I am an imigrant and I would like to say hello(Bilirsin, ben bir göçmenim ve merhaba demek istiyorum)
To the black, to the white, to the straight and to gay and lesbians, to all!(Siyahlara, beyazlara, geylere ve lezbiyenlere)

look at me, I'm free, I'm dance (Bana bakın, özgürüm ve dansediyorum)
I'm Bosnian imigrant and I'm free (Bosnalı bir göçmenim ve özgürüm)
Can't touch me! (Bana dokunamazsınız)
Bite me! (Beni ısıramazsınız)


Bu kadar karma bir tarzda müzik yapıp da enstrümanların zayıf olması beklenemez sanırım. Eh, bir oda orkestrası kadar enstrüman kullanıyorlar. Ayrıca gruptaki ABDli ve Kanadalı müzisyenler, doğunun kıvrak ritmlerine şaşırtıcı derecede iyi adapte olmuşlar ve sanki bu topraklardanmış gibi çalıyorlar.

• Gino Yevdjevich (Bosnia) - vocals, trumpet, tarabuka
• Paris Hurley (Arizona, USA) - violin, vocal
• Guy Davis (Jakarta, Indonesia) - bass
• Val Kiossovski (Sofia, Bulgaria) - guitar, vocal
• Chris Stromquist (New York, USA) - drums
• Matty Noble (Seattle, USA) - violin
• Amy Denio (Detroit, Michigan) - clarinet, saxophone, vocal

Bir şarkılarında dedikleri gibi kendi müziğini yok eden tek grup 29 Kasım Pazar, saat 21:30’da Taksim Jolly Joker’de konser veriyor. Bol göbek atmalı bir konser olacağı kesin…

By Gand

WE HAVE A HERO



Fragmanı bile heyecanlandırmaya yetiyor...Çok az kaldı...

FUTBOLUN 10 SİNDERELLA HİKAYESİ














Alaves, Galatasaray, Metalist Kharkiv, Casino Salzburg, Zenit Petersburg gibi takımlar geçtiğimiz 10 yıl içerisinde Avrupa'daki performansları ile kulüp tarihinin en iyi Avrupa arenası derecelerine imza attılar. Bu başarılardan sonra da hala aynı seviyeye gelmiş, hatta yanına yaklaşmış dahi değiller. Bu performansların lig versiyonları da olur genelde. Kendi liglerinin başında hiçbir iddiası olmayan ve hesaba katılmayan bir takım gelir, şampiyon olur ve herkesi şok eder. Ancak daha sonrasında bunun gerisi gelmez. Futbolcuların ve teknik kadronun görevden ayrılması, aynı performansın tekrarlanamaması, yönetimin mevcut başarı sonucu bunu paraya çevirme isteğinin başarıyı tekrarlama isteğine ağır basması veya hiçbir sebep olmadan o sene şampiyonluğu kaybeden büyük takımların izleyen sene kendilerine gelmesi gibi sebepler o şampiyonluğu kulüp tarihinin ilk ve teki olarak bırakırlar ve efsane olarak anılırlar, uğruna hikayeler anlatılır. Bu yazı onları ele alacak bir Top 10. Belirtelim, kıstasımız ülke futbolunda hakikaten dev takım hüviyetinden çok uzak olanların kazandığı tek şampiyonluklar ve sonrasında da bu "ufak takım" damgasının hiç değişmemesi. Yani, örneğin 1998'de tarihinin tek şampiyonluğunu kazanan Lens'i listeye almadık zira Lens Fransız futbolunun önde gelen takımlarından birisi haline geldi. Sampdoria da listede yer almıyor benzer sebeplerle, zaten o şampiyonluğu bambaşka bir yazıda anlatacağız yakında. Bir de çok fazla tek şampiyonluğun bulunduğu ülkelerden uzak durduk. Örneğin Almanya gibi. Geçelim listeye.

1-Boavista FC (2000-01): Ne diyelim ki bu takım için. Mafalda acıklı hikayelerini yazdı burada bir süre önce. Sadce 10 yıl önce Jaime Pacheco'nun yönetiminde Portekiz'in zirvesindeydiler. Tarihlerindeki o tek şampiyonluktan sonra bugün üçüncü ligdeler. Elpidio Silva, Carlos Duda, Bolivya'lı yaşayan efsane Erwin Sanchez, Rui Oscar, Duda Ventura'lı kadrodan bugün eser yok haliyle. İzleyen yılki lig ikinciliğinden sonra altıncılık koltuğundan yukarısını göremediler. Bir daha görecekler mi merak ediyorum.

2-Hellas Verona FC (1984-85): Blackburn'ün İngiltere'deki devriminden 10 yıl önce İtalya'da da zirve sallanmıştı. Bu şampiyonluğun efsanevi niteliği daha fazladır zira Verona'nın müzesinde başka hiçbir üst düzey kupa yoktur. Hans Peter Briegel, blogda daha önce hikayesine yer verdiğimiz Preben Elkjær Larsen, Giuseppe Galderisi, Antonio Di Gennaro, Pietro Fanna gibi isimlerin taşıdığı takım 15-13-2 gibi bir lig performansı ile mutlu sona ulaşmıştır. İlginç olan bu sezonun hakemlerin maçlara bir komisyon tarafından atandığı değil, kura ile belirlendiği bir sezon olmasıdır. Nitekim izleyen sezon eski uygulamaya geri dönülmüş ve Juventus şampiyonluğu kucaklamıştır. Yorum sizin...

3-RC Strasbourg (1978-79): 1970'li yıllarda, altyapısından yetiştirdiği bir dolu genç oyuncu ile Fransız futbolunda dikkat çekici bir takım haline gelen Strasbourg 1977'de ikinci lig şampiyonu olur. İzleyen yıl aldıkları üçüncülük Fransa'da büyük sürpriz olarak değerlendirilir ama takımın daha sürprizleri bitmemiştir. Takım 1978-79 sezonunda hiçbir iç saha maçını kaybetmez ve ligin başında aldığı liderliği kimseye bırakmaz. Dropsy, Novi, Marx, Deutschmann, Piasecki ve Raymond Domenech'li kadro kulüp tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğu kazanır. O güne kadar müzesinde sadece 2 Fransa Kupası bulunan kulüp de masal dönemini yaşar. Sonrasında ise bugüne kadar 3 kez küme düşerler ki şu anda halen Ligue 2'de mücadele ediyorlar.

4-Grazer AK (2003-04): Bundan daha uygun bir Sinderella hikayesi olamaz herhalde. Grazer AK 1902'de kurulmuş bir ekipti. Şampiyonluk için tam 102 yıl beklediler. 2003-04 sezonunda Walter Schahner yönetiminde, Libor Sionko, Mario Bazina, Mario Tokic, Emanuel Pogatetz gibi isimlerin bulunduğu kadro takımı tarihinin en büyük başarısına taşıdı hatta o sezon kupayı da kazanarak duble yaptıular. Sonrası? 2006-07 sezonundaki iflas, izleyen sezon amatör lige düşürülmeleri ve bugün halen üçüncü ligde mücadele ediyor oluşları. Boavista'nın kaderi ile aynı.

















5-Blackburn Rovers (1994-95): Lancashire kulübü tarihinin en son kupasını 1928 yılında kazanmıştı. O FA Cup'tan sonra aldıkları ilk kupa 67 yıl sonra gelen lig şampiyonluğu oldu. Tamam 1 sene önce ligi ikinci sırada bitirmişlerdi ama yine de kimse Kenny Dalglish'in ekibinin Premier Lig'in bugüne kadarki 4 şampiyonundan birisi olacağını düşünmüyordu. Diğer 3 takım (Manu, Chelsea, Arsenal), bugün sadece İngiltere'nin değil Avrupa'nın en büyük takımları arasındalar. Blackburn ise düzenli olarak kümede kalma mücadelesinde ve o lig şampiyonluğu müzedeki tek örnek. SAS ekibi (Alan Shearer ve Chris Sutton), Henning Berg, Tim Sherwood, Jason Wilcox, David Batty, Tim Flowers'lı kadro hala hafızalarda.

6-Spartak-Alania Vladikavkaz (1995): Tarihinde birçok kez isim değiştiren ve bugün de Alania Vladikavkaz ismiyle ikinci ligde mücadele eden Vladikavkaz takımı Rus Ligi'ndeki Moskova hegemonyasına dur demiş ilk takımdır. 1992-2001 yılları arasında Spartak Moskova'nın kazandığı 9 şampiyonluğun üstüste olmasına engel koyan 300.000 nufuslu bu kentin takımı, bugün Dynamo Kiev'in başında olan, UEFA Kupası'nı da kazanmış Valery Gazzev yönetiminde 1995 yılında mutlu sona ulaşmıştır ki bu kulüp tarihinin halen tek şampiyonluğudur.

7-PFC Lokomotiv Plovdiv (2003-04): Bulgar ligi tarihinde Plovdiv'in iki önde gelen takımı Botev ve Lokomotiv'in toplam 3 şampiyonluğu vardır ki bunlardan Lokomotov'inki kulüp tarihinde unutulmayacak bir şampiyonluktur. Bu başarı öncesi müzesinde sadece 1 Bulgar Kupası olan takım, Ermeni asıllı teknik adam Eduard Eranosyan yönetiminde Türk asıllı oyuncu Özgür Nesim'in de kadroda bulunduğu son derece mütevazi bir ekiple Bulgaristan şampiyonluğuna ulaşmıştır. Şirinler lakaplı kulübün daha sonraki en iyi performansı üçüncülüktür ve geçtiğimiz sezon onbirinci olmuştur.


















8-Dundee United (1982-83): İskoç futbolunda Glasgow'un iki devinin zincirinin kırıldığı 80'li yılların başları. Dundee takımı daha önce kulüp tarihinde İskoç kupaları kazanmıştır ama hiçbir şampiyonluğu yoktur. Efsane menajerleri Jim McLean'in yönetiminde şampiyonluğa ulaşan ekip sonrasındaki 4-5 yılda Avrupa'da da fırtına gibi eser. 1986-87'de UEFA Kupası'nı kazanır ama bu onlrın İskoçya'daki fırtınasının sonu olur. 1994-95'te küme düşerler ama kısa süre sonra geri gelirler. Bugün o günlere dönmeleri çok zor görünüyor.

9-Larissa (1987-88)
: Selanik ve Atina şehirleri dışına şampiyonluğu ilk çıkaran ve halen bu anlamda tek olan kulüp Larissa'dır. Son yıllarda yaptığı transfer hamleleri ile 88'i geri getirmeye çalışan Yunan ekibi bir yıl sonraki Şampiyonlar Kupası'nda ilk turda Neuchatel Xamax'a elenmiş ve Galatasaray'ın karşısına çıkmaktan kurtulmuştur. Michalis Ziogas, Jiorgos Mitsimbonas, Vassilis Karapialis, gibi isimlerin zafere taşıdığı Larissa 1996'da küme düşmüş, üçüncü lige kadar geriledikten sonra 2005'te Süper Lig'e geri dönmüştür.
















10-Club Atlético Lanús (2007): Avrupa dışına çıktık liste sonunda. 1915'te kurulan kulüp 1978'de kapanma tehlikesini, taraftarların yaptığı 2 milyon dolarlık yardımla atlatmıştı. Bundan 29 yıl sonra tarihlerinin ilk ve tek şampiyonluğna Apertura 2007'i kazanarak ulaştılar. 15 golün altına imza koyan Jose Sand, Cristian Fabbiani, Claudio Graf, Sebastian Leto gibi isimlerin tümünü yuvadan uçuran bu şampiyonluk teknik direktör Ramon Cabrero'nun da kariyerindeki tek Arjantin Ligi şampiyonluğudur.

EFSANEYE GEÇMİŞ OLSUN

























Müziğini dinleyen dinlemeyen herkesin önünde saygı duruşuna geçmesi lazım olan bir adamdır Ronnie James Dio. Erkek vokal tarihinde vokal gücü-cüsse oranı en yüksek olan adamlardan birisidir tahminim. Heavy metal tarihinin birçok dönüm noktasında onun adını görürsünüz. Holy Diver gibi bu müzik türünün gidişini değiştiren efsanelikte bir albümün altına imza atmış Dio aynı zamanda bugün 2 yaşındaki bebekten 80 yaşında dedenin kullandığı şeytanın boynuzu hareketinin de öncüsüdür. Aslında Dio bu hareketi, küçükken büyükannesinin yabancılara yaptığı bir hareket olan malocchio yani Şeytan Gözleri hareketinden almıştır ki heavy-metal camiasında da maloik olarak da bilinir. Hatta Evil Eyes adında bir şarkısı da vardır ustanın. Münzevi adamdır Dio bu camianın adamlarında görülmemiş şekilde, 2 evlilik yapmıştır ki ikinci eşi Wendy Galaxiola bugün hala menajerliğini yürütmekte. Ronald James Padavona bugün 67 yaşında. Halen sahnelerde boy gösteriyor ancak Galaxiola'dan dün üzücü bir açıklama geldi. Efsanede mide kanseri başlangıcının saptandığını açıkladı. Doktorlar hemen tedaviye başlamışlar ve söylediğine göre süreç tamamlanır tamamlanmaz Dio sahnelere dönecek. Geçmiş olsun diyelim biz de buradan, daha onu çok izleyeceğiz sahnelerde. Benzer bir dert kısa süre önce Epica'nın elf ırkından gelen vokali Simone Simmons'da da vardı. Simmons MRSA isimli bulaşıcı bir hastalıktan muzdaripti ve hala tam anlamıyla kurtulmuş değil.

Bir haber de Joe Satriani/Coldplay cephesinden vereyim. Mart ayında yazmıştık hadiseyi. Joe Satriani Coldplay'in tüm dünyada satış rekorları kıran "Viva La Vida or Death and All His Friends"in hit single'ı ve çıkış şarkısı "Viva La Vida"da, kendisinin 2004 yılında piyasaya sürdüğü "Is There Love In Space" albümünde yer alan "If I Could Fly" şarkısından bazı bölümleri kullandığı sebebiyle dava açmıştı. Ayrıntısı burada. İnternet üzerinde birçok müzik otoritesi ve öğretmeninin yaptığı analizler de şarkının nakarat bölümünün nerede ise aynen kopyalandığını gösteriyordu. Ancak Kaliforniya Mahkemesi iki tarafın avukatlarının dava öncesi bir anlaşmaya vardığını gerekçe göstererek dosyayı reddetti. Tabii bu anlaşma neyi içeriyor bunu bilmiyoruz ama muhtemelen Coldplay Satriani'ye telif hakkı için belli bir miktar ödedi. Konu hakkında bilgisi olan varsa yoruma düşsün lütfen.

Son bir not. Within Temptation'ın daha önce haberini verdiğimiz akustik albümü piyasaya sürüldü. Albümde bir de (videosunu pek beğenmediğim) Utopia isimli yeni bir şarkı mevcut. Bayiinizden ısrarla isteyiniz. Grup tarihinin en iyi şarkılarından birisi olan Towards the End ile açılıyor, o yeter diyeyim...

ARIZA MAKUKULA

























Kayserispor'un bu sezon attığı 21 golün 10'u ona ait. 13 hafta geride kaldı ligde. İlk haftada oynanan Gençlerbirliği maçında sarı kırmızılı formayı giymedi Kongo asıllı golcü. Takımının Ankaraspor ile oynayacağı maç Ankaraspor hakkındaki karar sebebiyle 3-0 lehlerine tescil edildi. Yani aslında 11 maçta forma giydi ve 11 maçta 10 gole ulaştı. Bu neredeyse maç başına 1 gol ortalaması demek. 1997-98 sezonunda 33 golle gol kralı olan Hakan Şükür'den sonra (bir önceki sezon da 38 golle olmuştu) 1 gol ortalamasına en fazla yaklaşan adam 2004-05 sezonunda Trabzonspor forması ile 31 gol atan Fatih Tekke'ydi. Son 4 yılda 20 golün üzerine çıkan tek adam yine bir Kayserili Gökhan Ünal'dı. Makukula böyle giderse Gökhan'ın değil Fatih'in derecesini zorlayacak. Attığı 10 golde Cangele'nin payını teslim etmek gerekiyor ona müthiş asistler yaptı. Ancak Portekizli'nin ceza sahası içinde pozisyon alma konusundaki üstün yeteneği, topla buluştuğu anda bir Afrika kökenli için bile fazla sayılabilecek soğukkanlı hareketleri ve son vuruş becerisi onu tipik kara kıta forvetlerinden ayrı bir yere koyuyor. Fenerbahçe dışında kalan 3 büyük takımın tümünün ağlarını havalandırdı. Kalan 4 haftada bundan önceki rakiplerine görece daha dişlerine göre rakiplerle oynayacakları düşünülürse Makukula devreyi 15 gol seviyesinde bitirebilir.

Bu özelliklere sahip bir adamın 28 yaşında ve 11 farkılı kulüpte oynamış olması son derece ilginç. Portekiz, İngiltere, İspanya, Fransa liglerinde forma giymiş oyuncunun kariyerindeki zirve dönemi 2001-02 sezonunda formasını giydiği Salamanca ile İspanya ikinci liginde attığı 20 gol. Sonraki kariyeri büyük takımlara transfer oluşu, isteneni veremeyip kiralanması ve kiralandığı takımda iyi performans gösterip bir başka büyüğe gidişi şeklinde. Salamanca'daki performansı onu Fransa Ligi takımlarından Nantes'a getirdi ama, Nantes bir sezon sonra onu Real Valladolid'e kiraladı. Orada 18 maçta 8 golün altına imza koyunca Sevilla'ya transfer oldu. Ama orada da kaderi kiralanmak oldu. Önce Gimnastic sonra da ülkesi takımlarından Maritimo'ya kiralandı. İkincisinde 13 maçta 10 gole imza koyunca Benfica onun için Sevilla'ya tam 3,5 milyon euro ödedi. Ama kaderi aynıydı. Geçtiğimiz yıl ocak ayında Bolton'a kiralandı. Pek varlık gösteremeyince Benfica'ya döndü. Kirada parlama sırası yine gelmişti, piyango Kayseri'ye vurdu. Valladolid ve Maritimo'daki performansını artırarak devam ettiriyor. Eğer seri bozulmazsa bir büyük takım onu renklerine bağlayacak bu sezon sonu. Kayserispor'un bildiğim kadarı ile kira sözleşmesi 1+3 yıl şeklinde. Bu sezonun sonunda Kayserispor onun için 2,5 milyon euroyu öderse Makukula'nın bonservisini de almış olacak.

Portekiz milli takımı ile (aslında Kongo milli takımında oynamak istemesine rağmen buna 23 yaşında karar verdiğinden ve o sırada 21 yaş altı Portekiz milli takımında oynadığından isteği gerçekleşmedi) çıktığı ilk maçta gol atmış bir oyuncu olan Makukula bu golün devamını getiremedi. Milli takıma seçilişi Maritimo'daki üstün performansıyla gelmişti, sonraki Benfica ve Bolton döneminde gerisi gelmedi. Kimbilir Kayserispor'la sezon sonu 30 gol barajını zorlarsa 2010 dünya kupası için Portekiz kadrosunu zorlayabilir. Tabii önünde Liedson, Hugo Almeida gibi rakipler olacağından işi kolay değil.

PLAY-OFF MAĞDURU





















Mısır-Cezayir maçları öyle bir havada geçti ki öncesi de sonrası da hadiseli oldu. Bu konuda ilgili yazıları, metnin sonunda bulabilirsiniz. Cezayir'in Dünya Kupası bileti alması sonucu mağlup taraf kazan kaldırdı tabii. Kahire'deki grup mücadelesi öncesi Cezayir'li futbolculara havalimanından otele, otelden de stadyuma kadar havada uçan kaldırım taşları ile eşlik eden ve sahaya Cezayirlilerin birkaçını, imam sarığı gibi bir kılıkla çıkaran Mısır, baraj maçını kaybedince çok afedersiniz çareyi mızıkmakta buldu. "Maç sonrası Cezayirli taraftarlar bizimkileri fena dövdüler" diye bütün uluslararası organizasyonlara 2 yıl boyunca katılmama tehditini savurdular. E zaten iki yıl boyunca katılma ihtimalleri olan tek uluslararası organizasyon Angola'da ocak ayında başlayacak Afrika Uluslar Kupası. Paşa paşa oynayacaklar göreceğiz. Ben ise Kahire'deki maçta dönen o kadar hadiseden sonra nasıl hala böyle bir şeyi ortaya attıkları. Hem de o maçta mağdur olanlar bizzat sahadaki futbolculardı. Mısır'ın bu altı boş blöfünün altında bir taraftar kavgası yatıyor. Dolayısıyla ülke futbolu ufak bir hezeyan içerisinde, bu hezeyanın son meyvesini de aldık dün.

Zamanında bir Güney Koreli Ahn Jung-Hwan vardı bilirsiniz. 2002 Dünya Kupası ikinci tur maçında, İtalya'yı kupadan eleyen Altın Golü atınca, o sırada kiralık olarak forma giydiği Perugia kulübünün başkanı Luciano Gaucci "ben İtalyan futboluna zarar vermiş bir adama daha fazla para ödemem" diyerek kapıyı göstermiş, ancak sonra tükürdüğünü yalayıp bonservisini almaya kalkınca, futbolcu, "bu iş oyuncak değil, onu karakterime laf atarken düşüncektiniz" diye red cevabını yapıştırmıştı. Mısır'ın Al Ahly kulübü de Perugia'nın yolundan gidiyor. Kulüp daha bu yılın haziran ayında, 19 yaşındaki Cezayirli futbolcu Amir Sayoud'u 5 yıllığına renklerine bağlamıştı. Sayoud yabancı sınırına takıldığı için çok fazla forma giyemedi henüz. Bundan sonra da giyemeyecek, zira aldığı ölüm tehditleri ve Mısır'da şu anda Cezayirlilere duyulan öfke sebebi ile Kahire'ye gitmemeyi düşnüyor. 19 yaşında bir genç daha, onu da anlamak lazım. Belçika ikinci ligi takımlarından Lierse onu kadrosuna katmak istiyor. Afrika Kupası'nda Mısır ve Cezayir bir daha karşılaşırlarsa sonu neye bağlanır bilemiyorum.

GEMİCİ DÜĞÜMÜ

















Manchester United dün akşam İstanbul'un 3 büyük kulübünden, kendi evinde ceza sahası dışından gol yeme halkasını tamamladı. Maç bittiğinde Fergie soyunma odasına giderken sahadakileri tek tek kesiyordu hangisine krampon fırlatsam diye. Bu adamlardan bazıları formayı uzun süre görmeyebilir. Aslında oyun açısından büyük bir sükse yaptığını söyleyemeyiz Beşiktaş'ın, hatta maç boyu gelişen organize tek bir atakları var, onda da Fink cumartesi akşamındakinden çok daha rahat bir pozisyonda, Allah ne verdiyse abanmak yerine usulca köşeye bırakmayı seçince teknik kapasitesinin onu neden o mevkide oynattığının cevabını verdi bize. Ama istatistiki açıdan bir hayli isim yaptı Kara Kartal. Şampiyonlar Ligi'nde 23 maç sonra Old Trafford'da Manu'yu mağlup ettiler ve Bayern'in 28 maçlık rekorunun bir süre daha korunmasını sağladılar. Ayrıca Kırmızı Şeytanlar'ın kulüp tarihinde, onları bir Avrupa maçında, evlerinde mağlup eden sekizinci takım oldular. İdeal United onbirinden sadece Nemanja Vidic'in, geçtiğimiz hafta sonundaki onbirden 3 kişinin sahada olduğu bir takımı mağlup etmek bu unvanların önemini azaltmıyor elbet. Matteo Ferrari Türkiye'deki iyi oyunlarına devam ediyor, onu da not düşelim.

Ancak kafamı karıştıran 2 hadise vardı maçta. 2 adam. Batuhan Karadeniz ve Erhan Güven. Erhan Güven'in maça girer girmez, o heyecanı ile kendini kontrol edemeyip, oldukça sakin olan rakip sol kanadı faul yaparak durdurmaya çalışması, gol atmaya mecali olmayan ev sahibinin iki tehlikeli frikik kazanmasına sebep oldu. Bu düzeltilecek bir alışkanlık. Peki ya Batuhan!!!...1 sene önce Antalya 17 yaş altı turnuvasında penaltı öncesi takım arkadaşlarına orta sahada dua okutan, maç içinde arkadaşlarına küfürler yağdıran, temdit penaltılarına kalan maçta atacağı köşeyi kaleciye gösterip onunla dalga geçen ama sonra kaleci topu kurtarınca rezil olan ve daha o yaşta beni geleceği hakkında endişelendiren bir adamdı. 18 ay geçmiş neredeyse, değişen hiçbir şey yok. Oyuna giriyor ve 15 saniye sonra göz göre göre sarı karta davetiye çıkarıyor. Sonra da Şampiyonlar Ligi seviyesine gelmiş kurnazlıkta bir hakemi "düdüğü duymadım" diyerek kandırmaya çalışıyor. Acımasız olabilirim belki ama ben Batuhan Karadeniz'den Türk futboluna bir fayda geleceğini düşünmüyorum. Bir gün gelir laflarımızı yersek bizzat sosunu biz hazırlarız.

İlginç bir hale geldi grup. Beşiktaş aynı puana geleceği takımın galibiyetini isteyecek, o derece ilginç. Beşiktaş İstanbul'da CSKA Moskova'ya mağlup olursa veya maç berabere biterse Avrupa defterini kapatıyorlar. Eğer kazanırlarsa ve Wolfsburg da kendi evinde United'a mağlup olursa Wolfsburg, CSKA Moskova ve Beşiktaş aynı puana geliyorlar. Bu durumda üç takımın arasındaki puan durumuna bakılıyor. Beşiktaş'ın (galip gelmesi halinde) 4, CSKA Moskova'nın 6, Wolfsburg'un 7 puana ulaşma durumu var üçlü puan durumunda. Dolayısıyla Beşiktaş grubu dördüncü bitiriyor. Ancak Wolfsburg, Manchester United'dan puan veya puanlar alabilirse Beşiktaş CSKA ile başabaş kalıyor ve orada da grup üçüncüsü olmak için 1-0 veya iki ve daha farklı galibiyetlere ihtiyaç duyar hale geliyor. Zira 2-1 (ikili averajlar da eşit olur, genel averaja bakılır ve CSKA Moskova üçüncülüğe yerleşir), 3-2, 4-3 ve daha gollü galibiyetler Beşiktaş'a yaramıyor. Kısaca Beşiktaş 2 veya daha farklı kazanacak (ya da 1-0) ve Wolfsburg'un puan almasını bekleyecek.














Peki diğer gruplar. A grubunda Bordeaux ikinci turu gördü. Juventus veya Bayern'den birisinin Avrupa Ligi'ne gelmesi ise kesinleşti. B grubundan CSKA Moskova veya Beşiktaş gelecek yukarıda bahsettik. C grubunda işler karışık. FC Zurich deplasmanında Milan kazanırsa işi bitiriyor. Kazanamazsa ve Olympique Marsilya Real Madrid'i içerde mağlup ederse Milan üçüncülüğe iniyor. Yok Milan kazanırsa, Marsilya da Real Madrid'e 3 fark atabilirse bu sefer Real Madrid üçüncülüğe iniyor. Marsilya kazanamazsa Real-Milan elele çıkıyorlar. D grubunda Porto ve Chelsea'nin biletleri cebinde. Üçüncülük koltuğu Atletico Madrid'in bir sürpriz olmazsa, tabii APOEL'in hala şansı bitmiş değil. E grubunda da Olympique Lyon ve Fiorentina'nın koltukları hazır. Liverpool Kupa 2'ye inmiş durumda.

Geldik müthiş hesapların döndüğü F grubuna. Dört takımın da dört basamakta yer alma şansı var öyle diyeyim. Birkaç örnek verelim. Inter ve Barcelona kazanırlarsa veya berabere kalırlarsa ikinci turu görüyorlar. Barcelona, Dynamo Kiev deplasmanında ne sonuç alırsa alsın, Rubin Kazan Inter deplasmanında kazanırsa veya 2-2 ve daha gollü berabere kalırsa Inter üçüncülüğe iniyor. Rubin Kazan Ukrayna'daki maçın sonucuna göre birinci veya ikinci oluyor. Inter kazanıp Barcelona mağlup olursa, bu mağlubiyetin 3 farklı olması lazım ki Barca üçüncülüğe insin, Kiev takımı ikincilik koltuğuna otursun. İtalya'daki maç berabere sonuçlanırsa da, bir Dynamo Kiev galibiyeti onları ikinciliğe oturtur. Peki fantazimiz ne? Şu skorlar. Dynamo Kiev 3-0 Barcelona ve Inter 0-1 Rubin Kazan. Bu skorlarla sıralama Rubin Kazan, Dynamo Kiev, Barcelona, Inter oluyor ki düşünün şenliği.

G grubunda grup üçüncüsünü VfB Stuttgart-Unirea Urziceni maçı belirleyecek. Romen takımına Almanya deplasmanında beraberlik yetiyor. Sevilla gruptan çıkmayı garantiledi. H grubundan da ya Olympiakos ya da Standard Liege Avrupa Ligi'nin yolunu tutacaklar. Olympiakos'a içerde Arsenal'den alacağı 1 puan yetiyor. Kaybederlerse ve Standard Liege içeride AZ'i mağlup ederse ikili averajda Yunan ekibini alta itiyorlar.

Yani son maçlarda dünyayı tersine döndürecek kadar gariplikler yaşanırsa, Avrupa Ligi'ne Juventus, Beşiktaş veya CSKA Moskova, Milan, Atletico Madrid, Liverpool, Barcelona, VfB Stuttgart ve Olympiakos gibi bir listeyi gönderebiliriz. Ondan sonra da Platini'nin hayali geçekleşir, Kupa 2 ratingleri Kupa 1'e yaklaşır.

25 Kasım 2009 Çarşamba

STRANGE CM HAPPENINGS vol.36




















Bu hafta iki tane olaya yer verdik, çünkü ikisinin de hikayesini tek resimle anlatamayız. İlki Albay07'den. CM/FM fena halde hayata benzer. Kanıt mı? Hollanda Kupası mücadelesi. Maçın skoru ortada. Aceto zamanında 6-6 biten bir Hollanda kupası maçı için "Avrupa'da hangi ülke deseler, ilk tercihimi Hollanda lehinde kullanırdım" demişti. Buyurun...




















Dikkat ederseniz Hatert'in kaleyi tutan şutu 14, De Spartaan'ın da 11. Yani attıklarını vurmuşlar, başka bir deyişle kaleciler geleni almış....



















İkinci hadise, Münis Emin Yıldız'dan. Kendi klavyesinden aktaralım. Türkiye'nin başındayım ve Dünya Kupası elemeleri sırasında hazırlık maçı oynuyoruz, rakip Norveç..Maç başlayana kadar hiç bir gariplik dikkatimi çekmiyor, fakat maç başladığında Galatasaray'dan öğrencim olan Per Clijan Skjelbred'i kalede görmemle kopuyorum. Daha sonra maç içerisinde mahallede oynadığımız gibi kaleci-oyuncu tarzı birkaç oyuncu sırayla kaleye geçiyor. Aday kadroya da bir tane kaleci çağrılmamış.





































Strange CM Happenings

TAŞ...GEDİK...









Raymond Domenech Fransa'nın başına gelmiş XVI. Louis'den* sonraki en kötü adamdır
.

Eric Cantona

*1754-93 yılları arasında yaşamış, Fransa tarihinin giyotinle idam edilen ilk ve tek kralı.

HEEEYT TAŞ KESİL ULEEEAAAN



Geçtiğimiz hafta 2009 Plaj Futbolu Dünya Kupası ile ilgili bir yazı yazmıştık. Pazar günü Brezilya İsviçre'yi 10-5 mağlup ederek 15. kez düzenlenen kupayı 13. kez müzesine götürdü. Bizim derdimiz ise yarı finaldeki İsviçre-Uruguay maçından. İsviçre'nin 7-4 kazandığı maçta, kaleci Nico Jung'un, Uruguay'lı Oli'yle yaşadığı pozisyon. Henry'nin elinin, bunun yanında lafı bile olmaz. Tatar Ramazan geldi aklıma

MAYMUN KAFESİNİN KRALI

























Alman Bild gazetesinin başlığıydı yukarıdaki hafta sonunda. "Kral Mesut Werder'i şampiyonluğa taşıyor". Biz onun Türk milli takımını reddetmesi sebebiyle, yaşadığı her ufak tefek başarısızlıkta "bizim tarafı seçmezsen böyle olur" deme fırsatı arayalım o ülkenin en çok satan gazetesi tarafından, Bundesliga'nın, an itibarı ile en iyi oyuncusu ilan edildi. E onların da ilan etmesine gerek yok, düz mantıkla Bundesliga liderinin en iyi oyuncusu olursanız, otomatikman ligin en iyi takımının en iyi oyuncusu oluyorsunuz. Ha bu düz mantığın dışında zaten cumartesi günü Freiburg deplasmanında 6-0 galip gelen Werder Bremen'in tüm ataklarında başroldeydi Mesut. 33.dakikada atılan ilk gol öncesi ceza sahası içindeki her pozisyonda vardı, zaten 33'te de golü atan Hugo Almeida'ya, sıfır noktasına yakın bir yerden adrese teslim ortayı kesen de oydu. Üçüncü golde kaleye direk vurmak için yaptığı çalımlarda biraz bocaladı ama arkadan gelen Almeida sert bir vuruşlar topu ağlara gönderdi. Dördüncü golün altında bizzat imzası vardı, penaltı ile gelen beşinci golde ceza sahası içinde gol vuruşu yapacakken indirilen adamdı, altıncı golde de ilk gole benzer şekilde Rosenberg'e adrese teslim bir orta kesti. Marin'in frikikten attığı takımının ikinci golü dışındaki tüm gollerde doğrudan payı vardı anlayacağınız. Bu sezon Werder Bremen'i yonadığı 12 maçta 6 gol attı ve 9 golün de asistini yaptı. Bremen'in bu sezon 29 golü var. Takım içni önemini anlamışsınızdır.

Mesut'un en önemli özelliği, defansın arasına çok iyi boş koşular yapabilmesi ve önüne aldığı topları çok etkili kullanabilmesi. Rakip sahada boş alan bulduğunda kanatlara da deplase olabilen bir adam. Zaten oyun kurucu pozisyonunun en sevdiği pozisyon olduğu kendisinin de itiraf ettiği bir gerçek. Bu anlamda hem forvetin arkasında rakip defansın takip etmesi zor bir oyuncu hem de kendi takımını önde oynadığı ve rakip defansın risk almaya başladığı anlarda öldürücü bir silah. Freiburg maçındaki goller bunun çok net bir örneğidir. Ancak bu karakterinin tek olumsuz yanı, maçların dengede veya Bremen mağlubiyeti ile gittiği maçlarda, kalabalık defansın arasında istediği toplarla buluşamaması. Daha çok boş alanların adamı Mesut. Geçtiğimiz yılki Shakhtar Donetsk ile oynanan UEFA Kupası finalinde sıkıntı yaşamıştı örneğin.

Alman basını onun için "son sokak futbolcusu" deyimini kullanıyor. Yani yeteneğini kulüplerin altyapılarında değil sokaklarda top oynayarak kazanan bir adam. Olaf Thon, Mehmet Schol, ailesinin durumu pek iyi olmayan Sebastien Deisler, Lukas Podolski, Bernd Schneider için de geçmişte bu sıfat kullanılmıştı. Mesut da yeteneğini, doğduğu kent Gelsenkirchen sokaklarında, Türk, Bosnalı, Polonyalı arkadaşlarıyla oynadığı ve maymun kafesi anlamına gelen, kalelerin olmadığı ve 5'e 5 mücadele edilen Affenkäfig oyununa borçlu. "Her oyunun sonunda kaybeden yemek ısmarlardı ve bu yüzden oyunu çok ciddiye alırdık, top tekniğimi ve hakimiyetimi Türk tarafımdan, disiplin ve oyuna sürekli konsantre olma özelliğimi de Almanya'da aldığım eğitimden kazandım" diyor kendisi. Michael Ballack ve Philipp Lahm onda, bugün Alman milli takımında hiçbir oyuncuda varolmayan bir top tekniği olduğunu ve Alman milli takımının geleceğinin onda yattığını söylüyorlar. Mesut bugünlerde kendisinde eksiklik gördüğü fiziğini geliştirmek için özel bir diyetisyen kontrolünde birkaç kilo almak için çalışmalar da yapıyor.
















Bundan 18 ay önce babasının Schalke yönetimi ile yaşadığı problemler sebebi ile "kukla" ifadeleri kullanılıyordu onun için (Mesut'un babası, Lincoln'ün gidişinden sonra oğluna şans verilmek yerine aynı yaşlardaki Rakitic'in transfer edilip onun mevkiisine yerleştirilmesine içerlemişti). Schalke direktörü Andreas Müller Alman basınına, Mesut'un takımdaki forma savaşından korktuğu için sorun çıkardığını iddia etti ve kulüp onu 4.8 milyon euro gibi, böyle bir yetenek için ucuz sayılabilecek bir rakama Werder Bremen'e sattı. Şimdi genel direktör Klaus Allofs onun 2011'e kadar olan kontratını uzatmak içni çareler arıyor. Arsene Wenger çoktan onun için devreye girdi. Msut'un menajeri Reza Fazeli de bu bağlantıyı doğruladı. Ayrıca Bayern Munich'in de Ribery'nin takımdan ayrılma ihtimaline karşı Mesut'u takibe aldığı da biliniyor.

Mesut geçtiğimiz günlerde Alman basınına verdiği röportajda, "Almanya ile dünya kupasına gideceğim, Türkiye'nin orada olmamasına üzüldüm ama umarım Türk seyirciler beni izleyerek biraz gurur duyabilirler" şeklinde bir dilekte bulundu...Maalesef iyimser bir dilek olarak kalacak bu...Çoğunluk onu hep ülkesine ihanet eden adam olarak algılayacak. Her ne kadar o, her milli maç öncesi Almanya Milli Marşı çalındığında, içinden Kuran-ı Kerim'den ayetler okuduğunu ve dua ettiğini belirtse de....

DE HEL VAN '63

























Kitlelerin afyonu futbolu bir kenara bırakırsak, Hollanda'nın bisikletle beraber en sevilen sporu buz pateni ve hatta sürat patenidir. Aslında bisikletin Hollanda'nın otomobilden de fazla kullanılan, tipik ulaşım aracı olmasının spora pozitif katkısı çok fazla olmamıştır zira, örneğin bu sporun en büyük organizasyonu olan Tour de France'ı en son kazanan Hollandalı 1980'de zafere ulaşan Joop Zoetemelk'tir (yani Joop Tatlısüt). Ancak sürat pateninde durum öyle değil. Nehirler ve göller donduğunda, oluşan ilgiden kiralayacak paten bulamadığınız bu ülk Kış Olimpiyatları tarihinde 24 altın madalya ile en fazla altın madalya kazanan üçüncü, tüm madalyalar hesaba katıldığında da 75 madalya ile, 79 madalyalı Norveç'in ardından en fazla madalya kazanan ikinci ülke konumundadır. Yukarıda söylediğimiz gibi insanlar, aralık, ocak aylarında sular buza dönüştüğünde kendilerini gece yarılarına kadar sokağa atarlar. Herhangi bir ücret vermeleri de gerekmez, zira açık arazidir. Çocuklar da daha 3-4 yaşlarından başlayarak düşe kalka bu işi öğrenirler. İşte bu sporun Hollanda'da yapılan en büyük organizasyonlarından birisi Hollanda'nın kuzeyindeki Friesland eyaletinde yapılan "Elfstedentocht" yani "11 şehir maratonu" adındaki, Leeuwarden'da başlayıp 11 şehrin geçildiği, yine Leeuwarden'de biten tam 200 km süren paten yarışıdır. Bu yarış her sene yapılmaz zira, yarış bölgesi her sene buz tutmaz. 15 santimetrelik kalınlık bu yarışın yapılma şartıdır. Bu yüzden bugüne kadar, ilki 1908 sonuncusu 1997 yılında olmak üzere sadece 15 kez düzenlenmiştir. Tamamen amatör yarışmacıların da katılabileceği maratonda 1997 yılında 16.000 patenci yarışmıştır.



















İşte yukarıda afişini koyduğumuz ve yakında gösterime girecek film, bu organizasyonun 1963'teki efsane yarışını anlatıyor. O yıl Friesland'da hava şartları o kadar kötüdür ki katılan yarışmacıların sadece % 1'i yarışı bitirirler. 9294 kişi start anında çıkar ama sadece 69'u bitiş çizgisini geçebilir. Hava sıcaklığı - 18 derecedir ve rüzgarın hızı çok şiddetlidir. Rinier Paping bu efsane yarışı kazanır. Filmin çekimleri için Friesland'daki Dokkum kasabasına bir buz pisti inşa edildi. Film gösterime Türkiye'de girmeyecek büyük ihtimalle, ancak herhangi bir link imkanımız olursa buradan veririz. Fragmanı burada. 17 Aralıkta gösterimde.