Acıtan şarkı...Zor şarkı...Harika şarkı....Videosu da öyle
27 Şubat 2014 Perşembe
3 KALECİ HADİSESİ

1930 Dünya Kupasında mücadele eden ABD'nin kadrosunda sadece 1 kaleci bulunuyordu. Yarı finalde elendiler. 1934 yılında 3 kaleci uygulaması kupaya getirildi. Birçok takım kalecilerini turnuva devam ederken değiştirdi ama maç içinde kaleci değişikliğinin yaşandığı ilk turnuva 1974'tü. Zaire (bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Yugoslavya ile oynadıkları grup maçında ilk 20 dakikada 3 gol yeyince Mwamba Kazadi yerini Tubilandu Dimbi'ye bıraktı. Dimbi de helalinden bir 6 tane daha yedi ve maç 9-0 bitti. Örneğin 1990'da kupaya katılan 24 takım toplam 27 kaleci kullandılar. 1998'de 32 takım toplam 36 kaleci kullandı. Bugüne kadar kupaya katılan 75 farklı takım için kadroya aldığı 3 kaleciyi de aynı turnuva içinde kullanan takım sayısı sadece 4.
Bunu ilk yapan takım 1978 Dünya Kupası'nda Fransa oldu. Fransa'nın kalesini turnuva başında Jean-Paul Bertrand-Demanes koruyordu. Ancak Bertrand-Demanes, grubun ikinci maçında Arjantin karşısında bir şutu kurtarmaya çalışırken kafasını kale direğine vurduğu için yerini 31 yaşındaki Dominique Baratelli'ye bıraktı. O da Arjantin'in maçı kazandığı golü kalesinde görünce, grubun üçüncü maçında, Macaristan formayı Dominique Dropsy aldı. Dropsy ilk milli maçından sonra formayı 16 kez daha giyerken Baratelli ve Bertrand-Demanes bir daha milli takımda oynayamadılar.
4 yıl sonra komşu Belçika 3 kalecisini de kullandı. Bugünlerde bir televizyon yıldızı olan Jean-Marie Pfaff grup maçlarında kaleyi korudu. Ancak ardından takımın kaldığı otelin havuzunda boğulma numarası yapıp (neden yaptıysa artık) ortalığı ayağa kaldırınca teknik direktör Guy Thys onu ceza olarak yedeğe çekti. 2. tur grup maçlarında kaleyi Theo Custers korumaya başladı. Ancak ilk maçında Polonya forveti Boniek'ten 3 gol yeyince grubun son maçında kaleyi Jacky Munaron korudu. Polonya karşısındaki o performansı 32 yaşındaki Custers'ın son milli maçı olmuştur.
1982'de 3 kalecisini de kullanan bir başka takım Çekoslovakya'dır. Çekler turnuvaya kaleye Zdenek Hruska'yı koyarak başlamış ve Hruska ilk Kuveyt maçında oynamıştır. Ancak ikinci grup maçında İngiltere karşısında kaleye Stanislav Seman geçmiş, 75 dakika sonrası 2 gol yiyerek ve parmağını kırarak oyundan alınmış ve kaleye maçı ve sonraki Fransa maçını da oynayıp bitirecek olan Karel Stromsik geçmiştir.
3 kalecisini de kullanan son ülke 1994 Dünya Kupası'ndaki rezil performansın sahibi Yunanistan'dır. Yunanistan kupaya yenilgisiz ve elemelerde oynadığı 5 maçta sadece 2 gol yiyen Antonis Minou ile başlamıştır. Minou ilk maçında Arjantin'den 4 gol yer. 25 yaşındaki AEK kalecisi Elias Atmatsidis kaleye geçer ama tarife bozulmaz. Bulgarlar da Yunanistan'a 4 gol sallar. Bu sefer grubun ve onlar için turnuvanın son maçında 24 yaşındaki Christos Karkamanis kaleyi korur. Nijerya insaflı davranır. Maç "sadece" 2-0 biter. 3 kaleci toplamda 10 gol yiyerek Atina'ya döner.
Avrupa şampiyonalarına gelince karşımıza sadece bir örnek çıkıyor. Euro 2000'de Portekiz grup maçlarının sonuncusuna geldiğinde zaten gruptan çıkmış olduğundan Vitor Baia yerine Pedro Espinha ile maça başladı. Sergio Conceiçao'nun 3 golüyle 3-0 öne geçen Portekiz (bu aynı zamanda Avrupa şampiyonası tarihindeki son mükemmel hat-tricktir, aralıksız 3 gol ve sol ayak, sağ ayak ve kafa ile 1'er tane) son dakikada oyuna Espinha'nın yerine Quim'i almıştır. Örneğin 1992'de hiçbir takım 2. kaleciyi bile kullanmamıştır. Bugüne kadar kupada mücadele eden 80 takımdan sadece 12'si ikinci kaleciyi kullanmıştır.
Bunun dışında 3 kalecisinin tümünü kullanan bir takımın olmaması, FIFA'ya net bir mesaj olabilir. Belki de teknik adamlar, aday kadrolardan eleyecekleri futboolcular konusunda zorlanmazlar. Kimbilir, bu turnuvada Portekiz 3. kalecisi yerine Fernandez'i görebilirdik.
22 Şubat 2014 Cumartesi
ÇAKMA LEEDS'Lİ WEBB

Andre Santos'un, Robin van Persie'nin Manchester United formasıyla Arsenal karşısında sahaya çıktığı ilk maçta onun formasını alması hadise oldu biliyorsunuz. Bu maç sonu forma değiştirme hikayelerinin en güzellerinden birisine Fotospor imza atmıştır. 1994 Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda Galatasaray ve Beşiktaş Ankara 19 Mayıs Stadyumu'nda karşılaşmış, Beşiktaş maçı, uzatmalarda Metin Tekin ve Sergen Yalçın'ın 2 füzesi ile 3-1 almıştır. Maç sonunda Mehmet Özdilek Galatasaraylı futbolcularla forma değiştirmiş, hatta kupa törenine Galatasaray forması ile katılmıştır. Maçtan sonraki birkaç günde Beşiktaş yönetimi ile yeni sözleşme konusunda anlaşamayan Mehmet için Fotospor, Galatasaray forması ve elinde kupa olduğu haldeki fotoğrafını gazeteye basıp "Şifo, Cimbomda" manşetini atmıştır. Chelsea'nin 70'li yıllardaki oyuncularından David Webb'in de böyle bir hikayesi var.
Chelsea 1954-55 sezonunda İngiltere 1. Ligi'nin şampiyonu olur ve 1964-65 sezonunda Lig Kupası'nı evine götürür (ilk başarının tekrarı için 50, ikincisinin tekrarı için 32 yıl beklemek zorunda kalacaklardır). 1969-70 sezonunun sonunda da FA Cup finali için Wembley Stadyumu'nda. Don Revie'nin "Dirty Leeds" efsanesinin karşısına çıkarlar. Maç 2-2 biter ve 18 gün sonra Old Trafford'da tekrarı oynanır. Bu maçın da normal süresi berabere biter. 1-1'lik skor sonucu geçilen uzatmaların 104. dakikasında Webb, Chelsea'yi, ceza sahası içine taç atışından gelen bir topa kafa vurarak (resimde) 2-1 öne geçirir. Maç bu şekilde biter ve Maviler kupayı kazanır. Maç sonunda Webb, Leeds futbolcuları ile formasını değiştirir ve hikayenin hoş yanı da orada gerçekleşir. Kupa töreni için Chelsea'li futbolcular ile birlikte yerini alan Webb'in üzerindeki Leeds forması sebebiyle yanlış takıma karıştığı zannedilir ve madalyası verilmez. Takım arkadaşları araya girer ve sonunda Webb, kupayı getiren golü atmasına rağmen madalyasız kalmaktan kurtulur.
19 Şubat 2014 Çarşamba
BİR İNTİKAM SİLAHI OLARAK TAVUK BUTU
David Beckham'ın Şubat 2003'te FA Cup 3. turunda Arsenal'e kaybetmeleri sonrası Sir Alex tarafından başına doğru uçuşa geçen krampon sebebiyle sahip olduğu dikişler meşhurdur İngiliz futbol tarihinde.Teknik adamların soyunma odasındaki çıldırışları sonrası oluşan sakatlıkların hikayesi çoktur. Sampdoria ile 1990-91 sezonunda Serie A şampiyonluğu yaşamış İtalyan futbolcu Ivano Bonetti, Bologna, Brescia ve Torino takımlarında oynadıktan sonra 1995-96 sezonunda Grimsby Town'a imza attı. Bu öyle sansasyonel yaratan bir transferdi ki, kendisini transfer edebilmek için gererekli olan 100 bin poundun 50 bini taraftarlarca karşılanmış, kalan 50 bin poundu ise Bonetti kendisi ödemişti. Grimsby o sırada bugünkü Championship'te yani 2. ligde mücadele ediyordu (bugün 5. ligdeler). 10 Şubat 1996'da takım Luton Town önündeydi. 1 ay önce FA Cup'ta 7-1 mağlup ettikleri takıma bu sefer Luton'da 3-2 mağlup oldular. İngiliz basınının aktardığına göre maç sonrası Grimsby'nin menajer-oyuncusu Brian Laws (en son Scunthorpe United'ın başındaydı), soyunma odasında taraftarların sevgilisi Bonetti'ye (nereden geldiği belli olmayan) bir tabak dolusu chicken wings fırlatmış ve oyuncunun yanak kemiği kırılmıştı. Yukarıda hadise sonrası kulüp başkanı Bill Carr ile basına verdikleri demeç görülüyor.
Olaydan yıllar sonra o günkü maçta takımının 2 golünü atan Jamie Forrester söz konusu olayın, Bonetti'nin maç sonrası, ev sahibi ekibin soyunma odasına gönderdiği sandviçleri yerken, Laws'ın "biz burada kaybettik, sen soktuğumun sandviçini yiyorsun" diye çileden çıkması ve sandviç tepsisini Bonetti'ye fırlatmasıyla gerçekleştiğini açıklamıştı.
Grimsby sezonu 17. sırada bitirdi. Laws bavulu toplayıp Darlington'da futbol oynamaya başladı. Bonetti de sezon sonu John Aldridge'i menajer-futbolcu olarak atayan Tranmere Rovers'a transfer oldu.2002 yılında İskoçya'nın Dundee kulübünde bir başka menajer-oyuncu olarak kariyerine nokta koydu.
15 Şubat 2014 Cumartesi
FLYING DUTCHMAN'IN SEYİR DEFTERİ-70
1921-22 sezonunda Birmingham City İngiltere federasyon kupasında mücadele edememiştir. Bunun sebebi ne sakatlıklar, ne maddi yetersizlikler ne de boykottur. Birmingham'ın hem genel sekreteri hem de menajeri olan Frank Richards, federasyona katılım için gerekli başvuru formunu yollamayı unutmuştur. Bu hatasını sonradan fark eden Richards, federasyona başvuru yapmış, ancak bütün çabalarına rağmen derdini anlatamamış ve Birmingham böylece kupaya katılamamıştır.
Seyir Defteri
ROBSON'A KAFA TUTAN KOMŞU ÇOCUĞU

1994 yılında Bobby Robson bir Porto antrenmanından sonra evine dönerken arabasının önüne komşusunun 16 yaşındaki oğlu André atlar. Robson genci yakından tanımaktadır ve arabasını durdurup çocukla konuşmaya başlar. Çocuk iyi derecede İngilizce bilmektedir zira Portekizli olmasına rağmen büyükannesi Margaret Kendall bir İngilizdir. Genç André, Robson'ın, takımın forveti Domingos Paciência'yı (bugünkü Kayserispor hocası) neden yedekte beklettiğini anlamamıştır ve 61 yaşındaki teknik adamla taktik tartışması yapmaya başlar. Robson, ondan çok etkilenir, genci yanına alır ve onu Porto antrenmanlarına götürmeye başlar. Tercümanı Jose Mourinho'ya genci emanet eder ve "öğret şuna bir şeyler" der. Yıllar geçer. Bir 2011 ilkbahar gecesi. Yıllar önce o gencin, Robson'a ilk onbir için tavsiye verdiği oyuncu Domingos Paciência, Braga'nın başında Avrupa Ligi finalindedir. Karşısındaki takım, toplam 12 yıl formasını giydiği Porto'dur. O Porto'nun başında ise 33 yaşında, genç bir teknik adam vardır. Villas-Boas...Genç adam, 17 yıl önce, Robson'ın arabasının önünü kesip, ondan Paciência adına hesap soran, komşu çocuğu André'den başkası değildir...
Futbol böyle güzel bir oyundur işte...
12 Şubat 2014 Çarşamba
SANAT TARİHİNDE GİZEMLİ YOLCULUK I: BERNINI ETKİSİ

Bugünden itibaren kuş sütünün bile eksik olmadığı blogda, sanat tarihi üzerine bir yolculuğa çıkacağız ve mümkün oldukça tozlu yapraklardaki ilginç hikayeleri anlatacağız. Seriyi Black Pearl üstlendi, klavyesine sağlık şimdiden...
17. yüzyılda Rönesans döneminde yasamis İtalyan heykeltraş, ressam, mimar ve oyun yazarı Gian Lorenzo Bernini daha çocuk yaşta heykeller yapmaya başlayarak, direk olarak Papa'nın dikkatini çekmiştir. Kurnaz bir adam olan Bernini'nin arası hem dini liderlerle hem de politik liderlerle çok iyiydi. Entrika ve oyunlarla asıl mesleği mimarlık olmamasına rağmen ve aslen mimar olan Francesco Borromini, Vatikan baş mimarı olacakken bu mevkiye kendisini oturtmuş ve Borrominin yaptığı eserlerin övgüsünü kendisi toplamıştır. Bu da Borromini'nin "ne haliniz varsa görün" diyerek Vatikan'dan ayrılmasına sebep olmuştur.

Anlatacağımız hikaye ise hakkını yemeyelim, onun yetenekli olduğu alandan. Müthiş bir heykeltraş olan Bernini'ye milletin başına illet bir adam olarak tanınan kardinal Scipione Borghese kendi heykelini yapma emri vermiştir. Bernini inanılmaz yetenekleriyle heykeli Borghese'ye benzetmeyi başarmış ve Borghese'nin üzerindeki kumaştan gözlerinin detaylarına kadar olağanüstü bir sanat eseri yaratmıştır. Ancak tam heykel bitecekken, artık ayağını kaydırdığı Borromini'nin ahı mı tutmuştur bilinmez, heykelin kafası çatlamıştır. Üstelik de Borghese’nin verdiği son tarihe 2 hafta kalmışken!
Bir mükemmeliyetçi olan Bernini sinir küpüne döndüyse de olan olmuştur. Çaresiz, çatlamış olan heykeli, zaten başa bela bir adam olan Borghese’ye sunmaya karar verir. Heykeli salonun ortasına koydurtur ve üzerini gizem yaratmak icin örter. Borghese odasına girdiği anda heykelin uzerindeki bezi kaldırır ve müşterisinin tavrını merak eder. Borghese donup kalır, ancak usta heykeltraşla arasi iyi olduğundan hemen köpürmeye başlamaz. Ancak şaşkına dönmüştür, çünkü heykelin kafasında gözle görülen bir çatlak vardır. Bernini, Borghese’nin şasırdığını anladığı noktada salonun köşesine gider ve bir başka heykelin üzerinde duran bezi çekip alır.

Bernini, bu örnek olayda da görüldüğü gibi insanları kolayca etkileyebilen bir sanatçıydı. Kendisi çalışmalarında drama ve teatral zenginliği korumayı hedeflemiştir. Aynı zamanda bir oyun yazarı da olan İtalyan ustanın yazdığı bir oyunun sahnelenmesi sırasında aktörlerden biri yanan bir meşaleyi etrafa sallamış ve sırf mizansen yaratmak için sahnenin etrafındaki kumaşlar ateşe verilmiştir.
Not: Bu hikaye Dan Brown’un Melekler ve Şeytanlar kitabında geçmemektedir.
by Black Pearl
8 Şubat 2014 Cumartesi
SİSTEKİ MELODİLER vol.9 OPETH

Eylül 2008'de başlayan ve son maddesini Mart 2012'de yazdığımız, blogun bir başka uzun soluklu serisine hoşgeldiniz. Opeth aslında herhangi bir serinin 9. sırasına bırakıulması gereken grup değildir, ama yine de hiç yazmamak ayıp olurdu. "Opeth demek, İsveç progressive death metal türünün babası demektir" lafı herhalde yanlış olmaz. Her ne kadar karizmatik ve eğlenceli abimiz Mikael Åkerfeldt, grubun brutal vokalle çıkardığı albümlere üvey evlat muamelesi yapmış olsa ve Heritage'la beraber iyice progressive rock sularına girse de Morningrise gibi, Deliverance gibi, Damnation gibi albümlerin hayranlarını elbette kendisinden uzaklaştırmayacak. Opeth, aslında hayatımın son 15 yılında, yakın arkadaşlarımın sayesinde sürekli melodileri çalınan ama oturup adam gibi albümlerini dinlemediğim bir gruptu. Halbuki kendilerine 2 kez de canlı olarak şahitlik yapmışlığım vardır, birisi Maslak'ta rahmetli Dio'nun headliner olduğu Rock the Nations festivalinde, diğeri de 2008 Wacken Open Air'de. O konserler sırasında dikkatimi çeken Åkerfeldt'in vokal çeşitliliği ve sahnedeki "put your fucking hands in the aiiiiir" türündeki ergen triplerinden uzak, tamamen sakin ve ağırbaşlı,bir o kadar da esprili tavrıydı. Gruba bu köşede yer vermemizin sebebi budur.
Opeth'in melankolik, o ağır havayı estiren şarkılarından bahsedildiğinde aklıma 2 şarkı gelir hep. Birisi Watershed albümünün ilk şarkısı Coil'dir. Opeth'in o zamanlar, grubun bateristi Martin Axenrot'la beraber olan Nathalie Lorichs'in vokal desteğiyle yarattığı bu eser harika bir baladdır. Çok kısa, içinde çok fazla söz barındırmayan ama akustik gitar tınıları ve şarkının 2 bölümüne yayılmış 2 farklı vokal ile Opeth melankolinin dibine vurmuştur. Aşağıdaki sözler de bunu kanıtlar niteliktedir.
Opeth'in melankolik, o ağır havayı estiren şarkılarından bahsedildiğinde aklıma 2 şarkı gelir hep. Birisi Watershed albümünün ilk şarkısı Coil'dir. Opeth'in o zamanlar, grubun bateristi Martin Axenrot'la beraber olan Nathalie Lorichs'in vokal desteğiyle yarattığı bu eser harika bir baladdır. Çok kısa, içinde çok fazla söz barındırmayan ama akustik gitar tınıları ve şarkının 2 bölümüne yayılmış 2 farklı vokal ile Opeth melankolinin dibine vurmuştur. Aşağıdaki sözler de bunu kanıtlar niteliktedir.
When I get out of here
When I leave you behind
I'll find that the years passed us by
Opeth'in bir başka harika albüm açılış şarkısı da Ghost Reveries'ten Ghost of Perdition. 10 dakikalık bir progressive metal şaheseri olan bu eser, adeta giriş-gelişme-sonuç kısımları olan bir kompozisyona benzemekle beraber özellikle şarkının soft vokal tarzıyla icra edilen kısımları enfestir. Sakin bir 10 saniye ile başlayıp birdenbire patlayan Ghost of Perdition, ilk dakikanın ardından bir hikayeye başlar, 3. dakikada dingin bir yolculuğua çıkarır, 4. dakikada Åkerfeldt yine vokal tarzını değiştirir, sonlara doğru karamsar bir alternatif rock şarkısına bürünen eser, başladığı gibi kısa bir patlama ve dinginlikle kapanır.
Opeth'in aynen Ghost Reveries'te kullandığı şarkılar içindeki iniş çıkışlar birçok eserinde yer alır. Yine Watershed'de yer alan Porcelain Heart da böyle bir şarkıdır. Opeth, metal gruplarında sıkça görüldüğü üzere çok fazla klip de çekmez ki çektiklerinden birisi bu şarkıdır. Bu derece komplike ve enstrümental kaliteyi tepede tutmayı kendisine hedef edinen bir grubun çok az sayıda söz barındıran şarkılarının bu derece dinlenilir olması da ilginç bir durumdur. Topu topu 12 dizeden oluşan, Damnation albümündeki Closure için ne denebilir ki? Bu şarkının en önemli özelliği başındaki o sisli havayı, sonundaki "haydi kurtları döküyoruz" havasına bırakmasıdır. Åkerfeldt adeta deneyselliğin dibine vurmuştur.
Opeth, öyle albümleri 1 kere dinlenip üzerinde yorum yapılacak değil, her şarkısı, her dinlendiğinde yeni bir şeyler keşfedilen, 20 dinleme sonrasında arka planda duyulan bir enstrümanın dahi insana daha önceki dinlemelerde hissetmediği şeyleri hissettiren şarkıların mimaridir. Evet tarzlarında geçen yıllar içinde değişiklik olmuştur ama bu grubu aşağılamak için bir sebep olarak kullanılmamalıdır.
Sisteki Melodiler vol.1 Anathema
Sisteki Melodiler vol.2 Marillion
Sisteki Melodiler vol.3 The Cranberries
Sisteki Melodiler vol.4 Dire Straits
Sisteki Melodiler vol.5 Hagalaz Rundedance & Of the Wand and Moon
Sisteki Melodiler vol.6 Bob Dylan
Sisteki Melodiler vol.7 Sting
Sisteki Melodiler vol.8 Enya
Opeth, öyle albümleri 1 kere dinlenip üzerinde yorum yapılacak değil, her şarkısı, her dinlendiğinde yeni bir şeyler keşfedilen, 20 dinleme sonrasında arka planda duyulan bir enstrümanın dahi insana daha önceki dinlemelerde hissetmediği şeyleri hissettiren şarkıların mimaridir. Evet tarzlarında geçen yıllar içinde değişiklik olmuştur ama bu grubu aşağılamak için bir sebep olarak kullanılmamalıdır.
Sisteki Melodiler vol.1 Anathema
Sisteki Melodiler vol.2 Marillion
Sisteki Melodiler vol.3 The Cranberries
Sisteki Melodiler vol.4 Dire Straits
Sisteki Melodiler vol.5 Hagalaz Rundedance & Of the Wand and Moon
Sisteki Melodiler vol.6 Bob Dylan
Sisteki Melodiler vol.7 Sting
Sisteki Melodiler vol.8 Enya
5 Şubat 2014 Çarşamba
EL ORFANATO SETİ

Başlamadan önce şunu belirtelim, burada kıstas olarak alınan kupalara, ülke içi çeşitli isimlerdeki süper kupalar (Charity Shield, Cumhurbaşkanlığı Kupası gibi), Avrupa Süper Kupası ve alt lig şampiyonlukları dahil değil. Yani sadece Lig, kupa ve kıtasal turnuva şampiyonlukları dahil. E tabii ufak çaptaki ligler de dahil değil. İrlanda, Galler, Ermenistan, Malta gibi...Dolayısıyla Victor Valdes'le başlarsak kupa sayısı 11'e iniyor. Oldukça az kaldığını göreceksiniz. Örneğin hiçbir zaman İngiliz milli takımı görmemiş Steve Bruce, 3 Premier Lig, 3 FA Cup, 2 Lig Kupası ve 1 Avrupa Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğu yaşadı. Bunlardan sadece 1 FA Cup'ı Norwich City forması ile kazanmıştı. Kalan kupaların tümü Manchester United formasıyla kazanılmıştı.
Liverpool'ın 70'lerin sonu 80'lerin başındaki efsane döneminde forma giyen Jimmy Case de 9 kupa kaldırdı bu anlamda. 4 lig, 1 Lig Kupası, 3 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ve 1 UEFA Kupası şampiyonluğu. Takım arkadaşı Craig Johnston da aynı sayıda şampiyonluk yaşadı. İngiltere futbolunda kendini kabul ettirmiş ilk Avustralyalı olarak kabul edilen Johnston, Güney Afrika doğumluydu. 5 lig, 2 Lig Kupası, 1 FA Cup ve 1 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğu yaşadı. İngiltere pasaportunu kazanmasına rağmen hiçbir zaman İngiltere milli takımı formasını giymedi.
1972-85 yılları arasında Bayern Munich forması giymiş olan Alman futbolcu Bermd Dürnberger de hiçbir zaman milli takım formasını giymedi. Dürnberger, 5 Bundesliga, 2 Almanya Kupası, 3 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ve 1 Kıtalararası kupa şampiyonluğu (toplamda 11) yaşamıştı. Bu rakamı eşitleyen bir başka isim de, Victor Valdes gibi bir kaleci olan Hollandalı Heinz Stuy'dur. Stuy, 1970'lerin başında Cruijff'un önderliğinde fırtına gibi esen Ajax takımının kalesinde 4 Eredivisie, 3 Hollanda Kupası, 3 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ve 1 Kıtalaarası kupa şampiyonluğu sahibiydi. Hiçbir zaman Hollanda milli takım formasını giyemedi.
Listenin tepesinde ise bir İskoç ve Alman var. Glasgow Rangers'da 1988-97 arası forma giydiği dönemde 6 lig, 3 FA Cup 3 de Lig Kupası, toplamda 12 şampiyonluk yaşamış defans oyuncusu John "Bomber" Brown belki bu kupaları, İskoçya'da kupa kazanması son derece doğal olan Rangers'la kazanmış olabilir ama buna rağmen 1 kez bile İskoç milli takımı forması giymemesi hayret vericidir.
Tepedeki diğer isim ise Alman olmasına rağmen İskoçya'daki kariyerine borçlu listedeki yerini. Alman kaleci Stefan Klos (resimde), Borussia Dortmund ile 2 Bundesliga ve 1 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadıktan sonra Glasgow Rangers'a transfer oldu ve burada da 4 Premier Lig, 3 FA Cup ve 2 Lig Kupası şampiyonluğu kazandı ve toplamda 12'ye ulaştı ama hiçbir zaman Alman milli takımı formasını giymedi. Sebebi Bülent Akın'dan gol yemesi olabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)