Apar topar provalar başlar. Koca bir deste Yorum şarkıları sözleri dağıtılır. Bir yandan Orhan Şallıel’in koro için yazdığı notalardan bir yandan da Grup Yorum tarafından hazırlanmış mp3’lerden çalışmaya başlanır. Biz daha doğru düzgün çalışamadan ikinci prova gelir çatar. Yorum üyeleri çalışmaya katılır. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, korsana karşı olmadıklarını kendileri açıkça söyledi ve hatta tüm mp3’lerini indirebileceğimiz bir web adresi bile verdiler :)
Grup Yorum ile ilgili tüm koroda bıraktıkları izlenim, ne kadar mütevazi, yardımsever ve can insanlar olduklarıydı. Prova yaptığımız yere kadar akşamın bir saatinde gelip şarkıları bizimle tek tek çalışmaları, bu sırada gösterdikleri sabır ve yardımseverlik, molalarda -55.000 kişiyi toplayan grup onlar değilmiş gibi- bizimle kaynaşıp sohbet etmeleri özellikle grubu tanımayan koro üyeleri arasında unutulmaz bir izlenim bırakmalarına sebep oldu. (Ne yalan söyleyeyim, ben de bu kadar tevazu beklemiyordum.) Sanatın insanoğlunun kendini ifadesi için yalnızca bir araç olduğunu, sanatçının ya da hiç kimsenin hiçbir sebepten ötürü diğer insanlardan daha üstün olamayacağının bilincinde olanlar için şaşırtıcı olmayacak bu tevazu, daha önce “assolist kaprisi”nin doruklarında müzisyenlerin arkasında söylemiş koristler için tapılası bir hal olabiliyor…
Zaten konserde sahnede yer alan yüzden fazla müzisyeni tek tek sayıp kendi isimlerini zikretmemeleri ve sürekli vurguladıkları Grup Yorum kolektivizmi ile tevazuları tam anlamıyla bir tutarlılık örneğiydi.
Konser sahneden nasıl görünüyordu bir bakalım:
*Konserin 2. kısmı için sahneye çıktığımızda, tüm seyircileri ellerinde maytaplarla bulduk. Binlerce ateş böceği gibi görünüyorları... büyüleyiciydi...
Saat 18:45’te yapılacağı belirtilen soundcheck için Mecidiyeköy’den taksiye atladım. Daha önce izlediğim tek stadyum konseri Metallica olduğundan, bir analitik mantık hatası yapıp, izleyici olarak hesaba katabildiğim kalabalık ve trafiği, konser katılımcısı olarak yapamamıştım. Sonuçta daha Barbaros Bulvarı’ndan başlayan trafik nedeniyle sounchecke geç kaldım. Bereket, içeriye girmiş arkadaşlar souncheck olmayacağını haber verdiler.
Her neyse, İnönü Stadyumu’na vardığımda sadece stadın önü değil yollar bile insan kaynıyordu. Beşiktaş taraftarı 1 Mayıs 2010’da Taksim Meydanı’nda olduğu gibi yine düşmüştü yollara ve Gündoğdu’yu söyleyerek stada doğru ilerliyordu. Çoluklu çocuklu binlerce insan kah merdivenlere oturmuş köfte ekmek yiyerek konseri bekliyor, kah kuyruklarda içeri girmeye çalışıyordu. Gerçekle yüzleşmeye başladıkça, 35.000 kişinin (beklenen sayı buydu) önünde söylemeyi tam da tahayyül edememiş olduğumu fark ettim. Sahne arkasına girdikten sonra sürekli dolan tribünleri, saha içini gördükçe heyecanım da bana ilk göründüğünden farklı bir şekle girmeye başladı. Kalbim çarpmaya başladı… O an net kavrayamasam da, şimdi sakin kafayla düşününce fark ediyorum ki Türkiye’li solcuların bir çoğunun yaşadığını düşündüğüm yalnızlık hissi nedeniyle, oraya toplanması beklenen binlerce insanın beni mutlu edeceğini, umut aşılayacağını hesaba katamamış, sıradan bir konser gibi düşünmüştüm. Yüreğimde filizlenen bu coşku, Devrim Yürüyüşümüz Sürecek’teki yaylılar ve vokal eşliğimizle gittikçe arttı ve en son İsmail’in Uğurlama’yı söylemeye başlaması ile kopan alkışla doruğa ulaştı…
Yukarıda bahsettiğim, grubun mütevazı tavırları, bir an için Grup Yorum simgesinin ihtişamını bana unutturmuş olmalı. 15 yaşımdan bana kalan, gitarda ilk çaldığım şarkılardan, Bolu’nun Anıt Parkı’nda devasa Atatürk heykelinin hemen arkasında konuşlanıp, küçük solcular olarak içip içip bağıra bağıra söylediğimiz Haziran’da Ölmek Zor’lar, Sıyrılıp Gelen’ler yavaş yavaş içimi gıcıklasa da, konserin ülkenin içi buruk solcularına ne ifade edeceğini tam kavrayamamışım. Oysa 55.000 kişi bunu alkışlarıyla, zafer işaretleriyle, muhtemelen Taksim’den Tophane’ye, Beşiktaş’tan Nişantaşı’na kadar yankılanan sloganlarıyla, şarkılara yaptıkları ve bizim sesimizi bastıracak denli güçlü eşliklerle, bir futbol sahasını dolduracak kadar çok insanın halay çekmesiyle öyle bir hatırlattılar ki, konserin başlamasından 24 saat sonra bile hala kafamı toparlamakta zorlanıyorum. Aslında kim olursanız olun, böyle bir kitle ile tek bir ses şarkı söylemek, onların alkışını almak, onları heyecanlandırmak, umutlandırmak insanı büyüleyecek bir şey. Yine de bu konseri, diğer stad konserlerinden ayıran önemli bir fark vardı: Sadece müzik ve eğlence için değil, orada toplanmış onbinlerin on yıllardır farklı yoğunluklarda (kiminin açıkça, örgütlü ve sistematik, kimilerininse özgür tutsaklar, beyaz yakalılar, mavi yakalılar olarak kendi küçük dünyamızda) yürüttüğü haklı ve zorlu bir mücadelenin yarattığı yorgunluk kadar coşkunun da, hep beraber dışavurumu için bir araya gelinmiş olmasıydı. Orta Doğu ile Avrupa arasında sıkışmış, yeryüzünün en verimli ve muhtemelen de bu nedenle en kanlı topraklarında, yüzyıllarca kul olarak yaşamış bir toplumun çocukları, imparatorluk torunları olmalarına rağmen, tüm insanların eşit olduğu bir dünya hayaline inanacak kadar cesur insanların gövde gösterisiydi…
Konserden hemen sonra erkek vokalist ile teşekkürleşip el sıkışırken “Çok güzeldi, emeğinize sağlık, inanılmazdı, konuşamıyorum!” demesi, akşamın büyüsünün en güzel tarifiydi…

Beni en çok gururlandıran, 25. Yıl kutlamasına Grup Yorum ve sanatçı dostlarının, danslarla, gösterilerle, konuşmalarla, sloganlarla, maytaplarla böylesine güzel bir gösteri ile hazırlanmış olmalarıydı.
Tuncel Kurtiz’in stadı inletecek bir coşkuyla, yüreklerimizi titrerek okuduğu “Geçit Yok” şiiri, Suavi’nin “Mümkün olanın sınırlarına, ancak imkansızı deneyenler ulaşabilir.” diyerek yaptığı, hafızalarımızı tazeleyen, yüreğimize kocaman bir umut bırakan güzel konuşması, “Şişli Meydanı’nda Üç Kız” ve “Defol Amerika”da eşlik eden sanatçılarla, Özgür Tutsaklar adına sahneye çıkıp konuşanlar… her biri, bu gövde gösterisinde, hayallerin günah olduğu bu ülkede içine kapanan gerçekçi hayalperestler için nasıl bir birlik duygusu, umut uyandırdı… tarifi zor…
Kolektivizmi anlatan bir dansla açılan konserde, Gecekondu Gökdelen şarkısında sahneye gelen dansçıların sunduğu tiyatral gösteri, Umudun Zeybeği’ndeki gösterişli oyun ve muhtemelen saymayı unuttuğum diğer gösteriler, sahneden kısıtlı görüş açımla beni bile bu kadar heyecanlandırmışken izleyici tarafında yarattığı coşkuyu tahmin bile edemiyorum.
Yine söylemeden geçemeyeceğim, ülkemin çok popüler şarkıcılarının Harbiye Açık Hava gibi çok büyük konserlere nasıl bir lakayıtlık içinde, çok az prova ile, sadece sahne tecrübesi ve arkalarında çalan iyi müzisyenlere duydukları güvenle, bir görevi gerçekleştirircesine, heyecansız hazırlandığını gördükten sonra, Grup Yorum ve dostlarının disiplini, heyecanı bende sadece saygı uyandırmakla kalmadı, etik değerleri kaybetmemenin yüceliğini bir kez daha hatırlattı. Tabi, Grup Yorum’unki olması gereken, lakayıtların tavrı -yazık ki- koyun sürüleri kadar şuursuz pop dinleyicisine tam da koyun muamelesi yapmaktır… bunlar benim naçizane görüşlerim…
Durgun ve hüzünlü şarkılarla açılan konserin ilk ve ikinci yarısında halay potborileri seyircileri de bizi de öyle bir coşturdu ki, durduğumuz yerde kollarımızla çektiğimiz halayla seyircilerin coşkusunu paylaşmak çok keyifliydi. Unutulmaz anlardan biri de, Sen Olacağız’da “Sen rahat uyu yoldaş, işte burada” diyerek sağ ellerimizi yüreğimize koymamızdı. Amatör bir müzisyen olarak, dinleyicilerin coşkusunu sadece ses performansı ile paylaşmanın yetmediğini, beden diliyle de coşkuyu ifade etmenin nasıl büyük bir ihtiyaç olabileceğini böylece tecrübe etmiş oldum…
Bize Chavez’in selamını getiren Venezuela’lı Ali Primera eşliğinde söylediğimiz, Che için yazılmış iki güzel şarkı (Victor Jara’nın El Aparecido’su ve Carlos Puebla’nın Hasta Siempre’si), Güney Amerika’ya şen bir selamdı adeta. Yasemin Göksu’nun Bir Görüş Kabininde performansı unutulmazdı… Güzel sesli insan çoktur. Bir çok insan şarkı söyleyebilir. Ama yorumculuk, sözleri hissederek ve hissettirerek söylemek, herkesin harcı değildir. Yasemin Göksu’nun performansı, iyi yorumculuğun net bir örneğiydi.
Bu konserin DVD’sinin yayınlanacağını belirtmeden geçmeyelim. Böylesi bir coşkunun ölümsüzleşmesi, çok sevindirici.
İşte böyle…
By Gand