30 Eylül 2008 Salı

GELECEĞİN MABEDLERİ ep. I

















Bugün yeni bir inceleme serisine başlıyoruz. İnşası devam eden ve önümüzdeki süre zarfında görücüye çıkacak olan stadları inceleyeceğiz. Dolayısıyla genel serilerin aksine 10 tane ile sınırlandırmak istemedik. Çünkü kulüpler, maç günü gelirlerinin ve genel anlamdaki stad gelirlerinin (forma satışı, park yeri, konserler, diğer aktivitelerden elde edilen kiralar, lokantalar vb.) kulüplerin bütçelerinde çok önemli birgelir kalemi olduğunu anladığından beri yenilemelere girişmiş durumdalar. İlginç olan son 1-2 yılda bu yenilemenin sırf yukarıdaki tesisleri düzenlemek için yapılıp, kapasite artırımının olmadığı projelere de rastlamamız. Dolayısı ile "büyütme" yerine "yenileme" kelimesini kullanmak daha doğru olacak ya da restorasyon.



















Fransa Lig takımlarından Lill OSC ile başlıyoruz.Lille'in hikayesi biraz Galatasaray'ınkine benziyor. Fransız ekip 1975-2004 yılları arasında maçlarını 22,000 kişilik Stade Grimonprez-Jooris'te oynuyordu. Yenileme çalışmaları sebebiyle 18,200 kişilik Stadium Lille-Metropole'e geçtiler. Ancak 32.000 kişilik Stade Grimonprez-Jooris II projesi Lille il meclisi tarafından reddedilince yapılan tüm stad projeleri, hazırlıklar ve stad çizimleri maketleri rafa kaldırıldı. Bambaşka bir plana geçtiler. Yeni stad projesinin ismi Stade Borne de l'Espoir. Kentin Villeneuve d'Ascq adındaki bölgede inşa edilecek. 2011 yılında tamamlanacak ve kapasite 55,000'e yükseltilecek. Belediye başkanı Martine Aubry'nin tanıttığı proje tabi ki günümüz modasına uyarak sadece stadı değil etrafındaki restaurantları, alışveriş merkezini, otelleri, spor merkezlerini içeren bir kompleks. 700 milyon euro gibi oldukça yüksek bir rakama malolacak. Örneğin Aslantepe projesinin 160-200 milyon euro arasında olduğu düşünülürse rakamın yüksekliği de anlaşılacaktır. 2016 Avrupa Şampiyonası'nın adaylarından olan Fransa, stadı turnuvanın ev sahipliğini kazanmak için verilecek mücadelede koz olarak kullanmayı düşünüyor.





















Herkese iyi bayramlar

PİRELER BERBER İKEN, HULL CITY ARSENAL'İ YENER İKEN





















Hoffenheim ve Hull City. İkisini de bir kenara yazın dedik ayrı ayrı yazdığımız iki yazıyla. Avrupa futboluna bu sezon damga vurmaya ve mütevazi, alçakgönüllü kadroları ile harikalar yaratmaya devam ediyorlar. Hoffenheim'ın sürpriz özelliği ile beraber kadrosunun çok çok kötü olduğu söylenemez. Hull City ise daha önce bahsettiğimiz gibi tam bir "Tutunamayanlar Karması". Kariyerinde başarısızlık, istikrarsızlık, emeklilik sinyalleri yer alan ne kadar adam varsa KC Stadyumu'nda. Geçtiğimiz hafta sonu Arsenal'i Emirates Stadı'nda 2-1 mağlup ettiler. Tam 93 yıllık bir ruhu uyandırdılar. Hull Arsenal'i son kez mağlup ettiğinde yıl 1915'ti. İki takım da ikinci ligde mücadele ediyordu. Bira 3 peniydi, Atatürk daha Samsun'a çıkmamıştı. Böyle bir tarihi yeniden uyandırdı Hull City. Groningen, Hoffenheim, Hull City, Bursaspor, Villarreal, Toulouse...Bu takımlara günüzüm futbolunda şiddetle ihtiyacımız var. Yoksa filler tepişirken çimenlerin ezilişini izlemekten öteye gitmeyecek bu eşsiz oyun.

JEFF MURDOCK ANAYASASI part IV



Sentence Of Death


Ölüm cezası, işkence, hapis cezası ve benzer cezalandırma şekillerinden ibaret değildir. Ölüm cezası 5 kelimeden oluşur ve sevgiliniz tarafından size verilmiş kurtuluşu olmayan en büyük cezadır. "Bu ilişki nereye doğru gidiyor? (Where is this relationship going)".

Jeff Murdock Anayasası

MURRAY'E SODA




















Şahsen Andy Murray'i gördüğüm andan itibaren sevmedim. Rakibine saygı duymayan bir tavır, sürekli tahrik edici hareketler, küstah bir oyun karakteri. West Ham taraftarı kendisi. Ben şahsen yakıştıramadığımı söylemeliyim. Hafta sonu stada teşrif edince tribünler ayaklanmış tabi. "Who on earth Rafael Nadal (Rafael Nadal da kim oluyor)" diye bir de ucunun nereye varacağını bilmeyecekleri tezahüratlar yapmışlar. Nadal 5 Grand Slam şampiyonu tenisçi oluyor. Andy Murray kim oluyor? Grand Slam'lerde en iyi derecesi final olan bir tenisçi. Ha bahsettikleri spor dalı futbolsa bilemem. Öyle sırta formayı geçirip 3 top sektirme ile futbolcu olunmuyor. Hem daha Nadal'ın marifetlerini görmedik. Bir gün Bernabeu tribünlerinden sahaya inerse orada da Murray'ın ağzını açık bırakır onu bilirim. Şimdi blogun tenis konularının değişmez muhalifi "erkut" gelip "Murray Nadal'dan daha iyidir Dutchman çekerim kulağını" diyecek biliyorum. Ama durum budur.

KAPTAN

























Nev-i şahsına münhasır bir kaptan John Terry. Chelsea'deki ilk yıllarında kiralık lisesine giren bir oyuncuydu. Bugün sadece mavilerin değil tüm dünyanın en kaliteli savunma oyuncularından, en karakterli kaptanlarından ve en önde gelen bayrak oyuncularından birisi. İngiltere'de profesyonellik genel olarak futbolcuların ruhuna ve yaşamına üst düzeyde yansıyor. Hayat disiplini, antrenman saatlerine saygı, görev bilinci bu oyuncuların çok uzun yıllar istikrarlı biçimde takımlarına hizmet etmelerine yardımcı oluyor. Türkiye'de disiplinsiz, kumar düşkünü olarak tanımlanıyordu Tugay Kerimoğlu.Adada geçirdiği 8 yıl onu İngilizlerin gıpta ettiği bir profesyonel yaptı. Gitmeden önce Galatasaray'daki yeri tartışılırdı. Geçtiğimiz cumartesi Blackburn deplasmanda Newcastle'ı mağlup ederken 38 yaşında ilk onbirdeydi. Bunda bulunduğu ülke futbol kültürünün büyük etkisi var. Tugay kariyerine Türkiye'de devam etse idi şu anda büyük bir ihtimal Lig Tv'de maç yorumluyordu. Doğru olanı seçti.

Ülkenin yarattığı profesyonelliklerden bir örnek daha. Başta bahsettiğimiz adamdan. John Terry'den. Şimdi şöyle düşünün. Türkiye'de herhangi bir takım kaptanının kendisine 90 dakika boyunca küfür edilen bir maçtan sonra gidip o küfür edenlerin elini sıktığını, onlarla fotoğraf çektirdiğini ve ağırbaşlılığı ve karizması ile ders verdiğini. John Terry hafta sonundaki Stoke City maçından sonra bunu yaptı işte. Maç boyunca kendisini sürekli sözle taciz eden Stoke taraftarları, Terry TV kameralarına röportaj verirken de bu tavırlarına devam ettikleri sırada takım kazağını çıkarıp taraftarlara attı, sonra da yanlarına gidip imza dağıtarak fotoğraf çektirdi. Stoke taraftarları böyle bir davranış karşısında (muhtemelen utanarak) Terry'i alkışlayarak uğurladılar. Terry böylece bir kaptanın gerektiğinde nasıl tansiyonu düşürebildiğinin de örneğini verdi. Örnek olması dileğiyle.

29 Eylül 2008 Pazartesi

EZELİ REKABET-25



















































Ezeli rekabet

SPİKER SOSLU SAYGI

















Geçtiğimiz yıl Old Trafford'da oynanan Manchester derbisinden önce stadda "Busby Babes" için yapılan saygı duruşunu unutmuyorum. Ezeli rakip City taraftarları dahil stadda çıt çıkmamıştı. Bizler de evimizde bu atmosferi hissetmiştik çünkü Sky spikeri gıkını bile çıkarmamış ve sadece bu saygı tablosunu izlemişti. Maçın içinde de bu genel duygusal tabloya eşlik etti. Fazla konuşmadı.Maçı sundu ve gitti. Çünkü o gün Düşler Tiyatrosu'nda ruhların sahnelediği bir oyun vardı. Bozmadı.

Dün Ali Sami Yen Stadı'nda da özel bir gündü. Türk futbolunda oldukça zor olan ezeli rakibin taraftarlarının bile saygısını kazanmış, Galatasaray tribün grubu ultrAslan'ın fikir adamı ve genel koordinatörü Alpaslan Dikmen aramızdan ayrıldı. Sami Yen tribünleri ona büyük bir sevgi gösterisinde bulundular. Maç öncesi bir saygı duruşunda olması gereken tablo belki de ilk defa Türkiye'de tam olarak yapıldı. Maçın başındaki alkış, sessizlik, 10 dakika süren aralıksız tezahürat, gollerde Dikmen'in isminin haykırılması. Her şey çok özeldi dün Mecidiyeköy'e. Bir şey dışında. Lig TV spikeri ve yorumcu Mustafa Denizli bu sessizliği izlemediler. Dinlemediler. Bastırmaya çalıştılar. Galatasaray tribünlerinin her golden sonra merhuma yaptığı göndermeyi "işte Galatasaray taraftarlarının sevinci" diye aktardılar. Galatasaray tribünlerinin 10 dakikalık korosunu "takımlarına delice desteklerini sürdürüyor" diye aktardılar. Eğer maçın heyecanına kapılmayı bırakıp biraz dinlemeye çalışsalardı güzel tabloyu göreceklerdi. Yapmadılar. Konuştular da konuştular. Busby Babes'in sessizliğine ortak olan Sky Tv spikerinin yaptığını yapamadılar. Dikmen için oluşan sessizliği bozdular.

O sessizliğe katılıp atmosfere bizleri ortak etmek zor olmamalıydı.

Dikmen ebedi istirahatında rahat uyusun.

SANAL ALEMİ DE YAKTIN


















Malum son yıllarda internet üzerinde oynanan ve genel olarak "Fantasy League" olarak adlandırılan menajerlik oyunlarının her gün bir yenisi çıkıyor. Bu serinin en eskilerinden olan Premier Lig'in resmi sitesi üzerinden oynanan "Fantasy Premier League" en fazla üyeye sahip olanlardan birisi. Oyunun 1,5 milyonun üstünde katılımcısı bulunuyor. Bilmeyenler için söyleyelim, bu tür oyunların genel mantığı şu. 100 milyonluk bir bütçe ile (euro veya pound) oyuna başlayıp, o ligin takımlarından rastgele 11 oyuncu ve 3 tane de yedek seçiyorsunuz. Tabi bütçenize göre. Seçtiğiniz yuncuların kend iliglerindeki performanslarına göre de sıralamadaki yeriniz belirleniyor. Ben sezon başı bir takım kurarım, 38. hafta gider bakarım, ne müdahale ederim ne de başka bir şy yaparım. Zira bu tür oyunlardan fazla zevk almam. Defans hattımda Pascal Chimbonda oynuyor. Kulübeden çıkıp "Pascal uzun top değil,geriden oyunu tek paslarla kurun" diyemedikten sonra ne anlamışım ben o menajerlikten.

Michael Owen da oyunun müptelalarındanmış anlaşılan. Kurmuş takımı. Hadi milli takımın o kadar kalesini korumuştur diye David James'i de tutmuş kaleye koymuş. Anlayacağınız kendi kalecisi Given' güvenememiş. İrlandalının sopası yok tabi David James Manchester City ile Chelsea'den iki maçta 10 gol yiyince Owen'ın takımı sanal alemde de dibe demir atmış. City maçı öncesi James'e SMS atmış Owen, aman gol yeme seni kaleye koydum diye. 6 golü yiyince geri yollamış SMS'i "Michael beni takımdan çıkar" diye. Owen da çıkarmıştır büyük ihtimal. James de evinde inzivaya çekilmiş. 6 gol yediği maç gecesi "04:30'a kadar ayaktaydım, evde köpeklerim bile bana yüz vermez oldu" diyor. Türkiye'den söz konusu lige katılan oyunculara tavsiyem. Yok yakınken James'i süresiz kadro dışına alınız.

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY....


















Cumartesi günkü Sivasspor-Fenerbahçe maçının maçının 80. dakikaları civarıydı. Alex De Souza 2 eliyle arkadaşlarına ileriye çıkın çağrısı yapıyordu. Yıllardır Alex'i izliyorum, ilk defa böyle bir hareket yaptığına şahit oluyorum. Fenerbahçe'de olan bitenin bir göstergesi adeta o hareket. Dünyada takım içi liderlik pozisyonuna oturacak en son adamlardır Brezilyalılar. Sorumluluk alma karakterleri yoktur. Çok güzel bir vücudun üzerine oturan, çok meşhur bir modacının göz kamaştıran kreasyonu gibidirler. Güzel vücuda otururlar ama kötü vücutta da dünyanın en kötü elbisesi olurlar. Alex o gece bir elbise olmaktan çok vücudu değiştirme yoluna gitti. Çünkü iyi gitmeyen bir şeyler olduğunu o da görmüştü.

Fenerbahçe taktği gereği (tamamen İspanya milli takımının bir kopyası olarak) 4 kişilik bir savunma, 2 kişilik bir defansi orta saha hattı, önünde 2 kanat ve Alex'ten oluşan 3 kişilik bir orta saha hattı ve onların yaklaşık 40 metre önünde Guiza'dan oluşan bir forvet hattıyla oynuyor. Sorun Guiza'da değil, defanstaki dörtlüde olmadığı gibi. Sorun ortadaki 5 adamın Alex dışında kalan dörtlüsünde. Özellikle ortasındaki ikilide.Fenerbahçe'de Guiza'nın durumu neyse İspanya milli takımında da Torres'in durumu oydu. İlk bakıldığında o da Guiza gibi 40 metrelik bir alanda kaderine terkedilmiş gibi duruyordu ama arkasında Xavi ve Inıesta gibi iki son derece dinamik ismin desteği ve David Villa, David Silva ve Cesc Fabregas'ın yardımları vardı. Bu 5 adamın bir tanesini Alex'le eşleştirebilirsiniz ama diğer dördünü Fenerbahçe'nin 2 kenar dörtlüsü ve Selçuk-Maldonado ikilisi ile eşleştiremiyorsunuz. Problem de burada. Xavi ve Inıesta İspanya'nın neredeyse her tehlikeli atağında rakip ceza sahası içinde gol kovalıyorlardı ve dip çizgiye inerek penaltı noktasına çıkardıkları toplardan İspanya bir çok pozisyon yakaladı. Maldonado ve Selçuk Fenerbahçe maçlarında rakip ceza sahasına bir elin parmaklarından daha fazla sayıda gitmiyorlar. Hal böyle olunca da Guiza 40 metrelik bir alanda yapayalnız kalıyor. Sol, sağ, ve ileri geri yönlerinde tüm bir maçı kendini yorarak geçiriyor ve maçın son 15 dakikasında fizik olarak da oldukça zorlanıyor. Maç sonunda yüzüne bitkinlikten de gelen bir bezginlik var İspanyol oyuncunun. Onu Torres'in yedeği olarak kullanan Aragones'in bunu görememesi ilginç bir durum. Alex görebiliyorken. Orta sahanın ortasında duran ve hiçbir şey yapmaya nbir dolu oyuncuyu ileriye çağırmasının sebebi bu.

Fenerbahçe'nin bu orta saha gereksiz kalabalığının hücuma veremediği desteği savunmaya vemesi gibi bir durum da söz konusu değil. Geçtiğimiz yıl Avupa'nın en büyük kupasında ilk sekize giren son 5 sezonun 3 tanesinde zirveye çıkmış bir takımın deplasmanda ligin en tehlikeli ekiplerinden birine karşı 1-0 önde iken henüz maçın 60. dakikaları civarı üstüste dörde üç, üçe iki gibi defans zaaflarıyla yakalanmasının hiçbir açıklaması yok. Evet Fenerbahç aynen İspanya gibi 4-5-1 oynuyor ama İspanya bu 3 mevkinin en gerideki ve en ilerideki adamı arasındaki mesafeyi 50 metreye düşürebilmişken Fenerbahçe 80 metrede tutmaya devam ediyor. defans 40 metrelik bir boşluk orta saha 40 metrelik bir boşluk ve Guiza şeklinde.

Aragones'in 34 yıllık teknik direktörlük kariyerinde tam 9 farklı takım var. Neredeyse hiç ara vermeden çalışmış İspanyol teknik adam. Kulüpler bzında kazandığı bir şampiyonluk var. 1977 yılında Atletico Madrid'le kazandığı La Liga şampiyonluğu (İspanya Kral Kupası'nı değerlendirme dışı tutuyorum). Son olarak da İspanya milli takımını 44 yıl sonra ilk kez bir uluslararası turnuvada zirveye çıkardı. Yıl 2008. 1977 yılındaki futbolun artık kırıntısı bile yok bugün. Onun 2008 yılındaki şampiyonluğunu baz alacağız. O da bunu yapıyor. Ama oyuncu kaliteleri arasında çok büyük bir fark olması halinde aynı sistemi her takım denemeniz çok zordur. Hollanda'nın Robben-Sneijder-Van der Vaart destekli Van Nistelrooy'u ileri uca koyan sistemini Isaac Promise türü forvet oyuncuları ile uygulayamazsınız çünkü ayağına hakim birebirde etkili bitirici isimlere ihtiyacınız vardır. Aragones'in İspanya'yı Kadıköy'e getirmesi için halen 4 tane oyuncuya ihtiyacı var. Bunlar gelene kadar taktiğini değiştirmek zorunda. Tabi bazı alışkanlıklarını da. Kazım-Burak değişikliği gibi. Bunu İspanya'da da yapıyordu elbette. Xavi-Iniesta ikilisi oyundan çıkıp Cazorla-Xabi Alonso ikilisi giriyordu. Tabi yukarıda bahsettiğimiz şey burada da geçerli. Ne Kazım bir Xavi ne de Burak bir Xabi Alonso.

Fenerbahçe yine de Avrupa Kupası maçlarında ligdeki kadar zorlanmayacaktır. Galatasaray'ın Lucescu zamanında Avrupa'da PSV Eindhoven'ı mağlup ederek Şampiyonlar Ligi 2. tur gruplarına kalmasının ardından hafta sonu Bursaspor'dan 5 gol yemesinin sebebi de buydu. Avrupa'daki prestij ve repütasyon takımların birbirlerine karşı çok daha temkinli olmasına yol açıyor ama Anadolu deplasmanlarında bu kural geçerli değil. Dolayısıyla ilginç gelecek ama Fenerbahçe'nin deplasmanda oynayacağı Arsenal maçında dahi Anadolu deplasmanları kadar zorlanacağını zannetmiyorum. Zamanın ne göstereceğini göreceğiz.

PİLATES BİZİ BOZAR

























Bizde biliyorsunuz futbolcuların sakatlıkları uzun sürüp Türk doktorlarının çareleri tükenirse Almanya'ya Hans Muller Wohlfarht'a tedaviye giderler, o da daha önce blogda bahsettiğimiz gibi hindi kanı, horoz ibiği, dana hücresi kullanarak adamları 2 haftada ayağa diker futbolcuları ülkesine geri gönderir. Alternatif tıbbın modern futbolda birleştiği yerin çok güzel bir örneğidir Alman doktor. Bunun bir başka örmeğini de Everton'ın Avustralyalı oyuncusu Tim Cahill veriyor.

Cahill bu ayın ilk haftasında sakatlığını atlatarak sahalara döndü. Yetenekli orta saha oyuncusu sakatlıktan bu kadar çabuk dönmesini düzenli Yoga ve Pilates'e borçlu olduğunu açıkladı. 3 aydır Yoga ve 18 aydır da Pilates yaptığını belirten oyuncu "futbolcununkendi vücudunu tanıması açısından çok yararlı aktiviteler, bu yolla sakatlık riskini azaltıyor ve meydana gelmesi halinde de dönüşünüzü çabuklaştırıyorsunuz" diyor. Türk futbolcuları arasında bu tür aktivitelere bulaşanı var mı bilemiyorum. Bizde hafif sakatlığı olanlar genelde salonda çalışırlar, takımdan ayrı düz koşu yaparlar, olmadı el topu oynarlar. Cahill yoga ve pilates yapıyor. Emre Belözoğlu Serie A ve Premier Lig'de 2 maçta bir sakatlanıyor. Tim Cahil 4 yıldır Everton'ın banko adamı olarak oynuyor. Yayınımız Fenerbahçe analizi ile devam ediyor.

RON JANS


















Daha önce Hollanda Ligi'nin son 2 yılda Heerenveen ile birlikte en istikrarlı takımı Groningen'den Marcus Berg aracılığı ile birkaç yazıda bahsettik. Berg dün Feyenoord'u 3-1'lik skorla "Yeşil Cehennem" Euroborg'un çimlerine gömen takımın 2 golünün altına imzasını koydu. Ama aslında bu istikrar tablosunu ve yetenekli futbolcuları bir çatı altından yönetmeyi başaran adam Groningen'in başında yedinci senesini geçiren Ron Jans. Jans 2002 yılında takımın başına geldiğinden beri Groningen sürekli çıkıştaydı. Geçtiğimiz 4 sene boyunca ligi hep ilk sekiz içinde bitirdiler. Aslında . Geçtiğimiz yıl ligin ortasında liderin sadece 2 puan ardında yer alıyorlardı ancak devamını getiremediler ve 7. sıraya kadar gerilediler. Bu sezona yine fırtına gibi girdiler. 4 maçta 3 galibiyet 1 beraberlik ile zirveye kuruldular. Geçtiğimiz yıl "Dilimizi ısırarak Groningen" demiştik. Tekrarlamak lazım. Nefesleri lig sonuna yetse Hollanda'da tarihi yazabilirler. Ron Jans şu anda görevde bulunduğu Groningen kentini futbolculuğundan tanıyan bir isim. 1982-84 yılları arasında kuzey Hollanda ekibinin formasını giymişti. Jans aynı zamanda Türkcell Süper Ligi'ndeki orta sıra takımlarına ve tüm Anadolu ekiplerine örnek olabilecek bir hoca. Groningen başkanı Ed Zijp sürekli onun arkasında duruyor ve artık kentle özdeşleşmiş durumda. Önümüzde Kayserispor-Ertuğrul Sağlam ve Sivasspor-Bülent Uygun örnekleri varken neden Anadolu kulüpleri her yıl bir önceki seneden daha çok teknik direktör değiştirme ve istikrarıszlık hastalığına yakalanırlar bilmem. Üstelik üst düzey futbol liglerinde bu tür örnekler varken.

26 Eylül 2008 Cuma

MADRID'İN O ANLARI part. II















































































































































































by Gorky


Herkese iyi tatiller.

DERBİ ETKİSİ




















Pazar günü Liverpool'ın kendi evinde Stoke City karşısında 0-0'lık beraberliğe razı olması sonucu Liverpool'ın yıllardır derbi maçlarda büyüklerle kafa kafaya performans göstermesine rağmen ligin ilk 10 sırasının dışında kalan takımlara kaybettiği puanlar sebebiyle şampiyonluğa bir türlü ulaşamadığını belirtmiştik. İngiltere'de yapılan bir istatistiki araştırma bizim iddiamızla beraber dikkate alınması gereken bir başka gerçeğe daha parmak bastı. Premier Lig'in son 6 sezonunun 5 tanesinde şampiyon olan takım aynı zamanda ligin 4 büyüğü (Manchester United, Arsenal, Chelsea, Liverpool) arasında yapılan maçlarda da lider durumda bulunuyor. Aşağıda sezon sıralamasına göre bu 4 takımın ligi bitirdikleri puanlar ve aralarında yaptıkları maçların puan durumu var.

2002/03
Premier Lig: Man U 83, Arsenal 78, Chelsea 67, Liverpool 64
4 büyük ligi: Man U 14, Arsenal 7, Liverpool 5, Chelsea 5

2003/04
Premier Lig: Arsenal 90, Chelsea 79, Man U 75, Liverpool 60
4 büyük ligi:: Arsenal 14, Chelsea 7, Man U 6, Liverpool 6

2004/05
Premier Lig: Chelsea 95, Arsenal 83, Man U 77, Liverpool 58
4 büyük ligi:: Chelsea 14, Man U 12, Arsenal 5, Liverpool 3

2005/06
Premier Lig: Chelsea 91, Man U 83, Liverpool 82, Arsenal 67
4 büyük ligi:: Chelsea 15, Man U 11, Liverpool 4, Arsenal 4

2006/07
Premier Lig: Man U 89, Chelsea 83, Liverpool 68, Arsenal 68
4 büyük ligi:: Arsenal 14, Man U 11, Liverpool 6, Chelsea 5

2007/08
Premier Lig: Man U 87, Chelsea 85, Arsenal 83, Liverpool 76
4 büyük ligi:: Man U 13, Chelsea 10, Arsenal 6, Liverpool 4

Görüldüğü gibi 6 sezonun 5 tanesinde her iki ligini birincisi aynı takım olduğu gibi 3 tanesinde sıralama tamamen aynı. Seriyi bozan tek yıl 2006-07 sezonu. O sezon Arsenal büyük maçları kazanmasına rağmen orta karar takımlara kaybettiği puanlarla şampiyonluğu Manchester United'a hediye etmişti. Manchester United da zaten o sene 4 büyük liginde ilk sırayı alamasa da hemen Arsenal'in ardında ikinci sıradaydı. Dolayısıyla Liverpool için söylediğimiz kanuna biraz da bu taraftan bakmak lazım. Kırmızıların derbilerde de son sezonlarda çok parlak bir dönem geçirmediğini görüyoruz. En azından bu sene Manchester United galibiyeti ile bu seriye iyi başladılar. Sezon sonunu göreceğiz. Benim hala umudum yok.

CHACHARI













Çek Cumhuriyeti'nin Banik Ostrava takımının taraftar grubu. Aslında son yıllarda Çek futbolunu Prag şehrinin 2 takımı Slavia ve Sparta taşımasına rağmen Banik tribünleri Sparta Prag ile beraber ülkenin en iyi taraftar topluluğu olarak gösteriliyor. Çek Cumhuriyeti'nde yıllar geçtikçe yıldız oyuncuların genç yaşta Avrupa kulüplerine transfer olması ve ligin kalitesinin düşmesi ile tribünlere gelen seyirci sayısı giderek düştü ve seyirciler maç seçmey başladılar. Spartak Trnava, Slavia Prag, Slaven Belupo gibi takımlar ancak derbilerde ve bazı büyük maçlarda stadları tam olarak doldurabiliyorlar. Bunun dışında bugün 2. ligde mücadele eden Bohemians 1905 maç başına 5 bin seyirciyi çekmeye başarabiliyor ki bu aslında ülke şartları ve ikinci lig hesaba katıldığında yüksek bir rakam. Banik tribünleri bu manada önemli bir yer tutuyor. Maçlarını 17,000 kişilik Bazaly Stadyumu'nda oynuyorlar ve çek tribünlerindeki bu gidişe baş kaldıran bir kaç gruptan birisi. Ülkenin en azılı taraftar grubu olarak biliniyorlar. Yaklaşık 200 kişilik bir çekirdek grupları var ve genel olarak Bazaly Stadı'nın maraton diye tabir edilen kısmında oturuyorlar, bu anlamda genel tifo felsefesinden biraz ayrılıyorlar.

























Banik Ostrava'nın ezeli rakibi Ostrava derbisinin diğer tarafını oluşturan FC Vitkovice. Bu 2 takım aslında yıllar önce Vitkovice ve Slezska Ostrava adında 2 şehrin takımı idi ancak şehrin birleşmesi ile tam anlamıyla bir derbinin parçası oldular. Bugün FC Vitkovice 2. ligde yer alıyor ve bu nedenle iki takım eskisi gibi sık karşılaşmıyorlar. Grup Polonya'nın
GKS Katowice takımının taraftar grubu ile bir dostluk ilişkisi var ve coğrafi yakınlık sebebiyle de önemli deplasmanlara beraber gidiyorlar.











































Banik Ostrava Milan Baros, Pavel Srnicek, Tomas Galasek, Ludek Miklosko, Tomas Repka, Marek Jankulovski gibi isimleri yetiştirmiş bir takım. Ajax'ta yıllarca forma giyen Galasek bu sene futbola başladığı şehre geri döndü ve 36 yaşında Ostrava formasını tekrar giymeye başladı. Euro 2008'in açılış golünü atan Sverkos da kadroda.

MODERN TÜRK MÜZİĞİNİN EN KÖTÜ 10 ŞARKISI


























Türk müziğinin son yıllardaki gidişi Türk sinemasıyla paralel. Bunu daha önce sinema üzerine karaladığımız yazıda belirtmiştik. Piyasaya sürülen her iyi filmin bedelini aynı anda gösterime giren 3 adet felaket filmle ödüyorduk. Maalesef ülke müziğinin giişi de bu. Her sene çıkan albüm sürüsü içinde elle tutulabilecek en fazla 5 tane sayabilirken, yabancı madde diye rakip tribüne bile atmayacağınız bir dolu albüm görüyoruz. Türk müziğinin bu hastalığı kronikleşti. Biz de blog kadrosu ile belli bir süredir aramızda konuştuğumuz listeyi artık yapalım dedik. Modern Türk müziğinin en kötü 10 şarkısı. Her 3 maddede bir tuvalete gitmek zorunda kaldım belirteyim.

10-Bum bum bum-Seden Gürel: Seden Gürel'in hayatımıza girişi bu ilginç şarkı ve klibiyledir. Dönüp dolaşıp konduğu alda davul çalmaya kalkınca (bum bum bum…. Bu, bu nedir bu?) dokuz köyden kovulmuş, kendini ilginç bir kostümle kamera karşısında buluvermiştir. Klipte oynayan çocuklarda halen ruhsal sorunlar oldugu rivayet edilir. Bu şarkı "Bum bum bum" kısmı önce yazılıpp sonra mı 3 mısra eklenmiştir yoksa 3 mısra yazılmış başına bir şey bulunamayınca yaradana sığınıp sallanmış mıdır hep merak ederim. Ancak büyük ihtimal birincisidir, zira orijinali Vengaboys'un "Boom boom boom" şarkısıdır. (by forzabrian)

9-Neremi-Banu Alkan: Asıl adı Remka Rebroyna ve Dubrovnik doğumlu bir Hırvat olan Banu Alkan Türk gençliğinin üzerinde Zvonimir Boban ve Robert Prsonecki'den sonra en çok etki yapan Hırvattır. İyidir hoşdur da söz konusu şarkı ve yaklaşık yarım oktavlık sesi Alkan'ı kısa müzik kariyerinde Türk müziğinin yapıtaşlarından birisi yapar. İşin traji komik yanı yapımcı, bestekar ve bu kült eserin yaratıcısı Kadir Tapucu ve Banu Alkan şarkının telif hakkı için sonradan birbirine girmiştir. Haklılardır dünya tarihinde bir November Rain bir de Neremi vardır. (by Gorky)

8-Onun arabası var-Mustafa Sandal: Onun arabası var. Eeee sana ne? Kannımca Mustafa Sandal okul zamanında bir kıza aşıktır. Kız Sandal'la beraber olmak yerine sırf arabası var diye öbür delikanlıyı seçmiştir. Bizim Mustafa da yıllar geçse de bu ezikliği üzerinden atamaz ve bunu bir şarkıya dönüştürür. Sonunda da arabalı gence mesaj yollar. Maalesef ruhu yok. Arkadaş ayağımızı yerden kessin de yemişim ruhunu.

7-Senin anan güzel mi?-Demet Akalın: Bilmiyorum dikkat ettiniz mi. Demet Akalın'ın tüm şarkıları üzerinden yıllar geçse de İbrahim Kutluay üzerinden tüm erkek milletinedir. Hep bir kızgınlık ve mevzu havası vardır şarkılarında. "Senin anan güzel mi?, "bittim güzelim bittim helal olsun", "karşıma çıkma dağıtırım", "adam mısın uln sen" vs...Kannımca bu şarkısının klibinde de "Allahım ben niye burdayım" diye etrafa bakınan İbrahim Kutluay klip sırasında hanımefendiden ayrılmaya karar vermiştir. 10 yıl geçmiştir ama Akalın hala için oturan bu golü çıkaramamıştır.

6-Taksi-Emrah: Emrah'ın giriştiği bir işte kült mertebesine ulaşmaması mümkün müdür? Aslında videoda kendisinin sözde bateri çaldığı ve Dave Lombardo'nun boş vakitlerinde başa sarıp izlediği "Sevdim mi Tam Severim" şarkısı da bu unvana yaklaşır ama Taksi bambaşka bir eserdir. Zira Türk müziğinin ilk jazz etkileşimli progressive folk örneği bu şarkıdır. Başka örneği de yoktur zaten. Emrah bu şarkıda eski rollerinden hala kopamadığını aktarır. Bütün işleri aksi gitmiştir. Amcası Nuri Alço'nun işi aksi gitmez mi arkadaş. Baba yarısı ne de olsa.

5-Kırdın Kalbimi-Nihat Doğan: Kulakları çınlasın Validenin bir lafı vardır. "Michael Jackson'ın kliplerini gözün kapalı dinleyeceksin" diye. O zaman şarkıların o kadar da güzel olmadığı anlaşılır derdi. Biraz ağır bir yorumdu tabi ama aynı zamanda Jackson'ın videolarıyl büyüyen bir adam olduğunu vurgulardır. Nihat Doğan'ın bu klibi de şarkıyl büyüyen bir kliptir. Ama öyle büyür ki videonun bünyesi kaldırmaz şangırrt diye tuzl buz olur. Şarkı diyaframdan söyleyenelre inat kalın bağırsağından sesini icra eden Doğan'ı bize tanıtan efsane eserdir.

4-Doktor Erol Bey-Erol Köse: "Bakınız çok oldunuz siz iğne yaparım e eeee, fazla konuşursanız serum bağlarım size". Bakınca ER veya Chicago Hope'un soundtracki gibi durur efsane kişilik Erol Köse'nin şarkısı. Ama sonra nakaratta Sibel Gökçe isimli dansöz görünümlü back vokal arkıya dahil olur. Doktor Erol Bey'e aşık olmuştur. Hatta Doktor Erol beyyeiyeiyeaaaaa şeklinde brutal bir vokalle bitirir. O an şarkı David Lynch filmlerinden fırlamış gibi bir hal alır. Bugün bile dinlerken geriliyorum.

3-Barmen Minik-Hakan Peker: Bu şarkıyı betimlemeyeceğim. Sadece sözleri yazacağım. barda durur barmen minik, şişe elinde Biz çalarız o durmaz hep oynar yerinde, bardakları aldı dizdi sıraya, kafayı taktı paçoz bir kıza Lewis Fahrenights Swatch saat derken servetini indirdiyarıya, Ayranı yok içmeyeren ta carla gider, Ye ulan ye canın sağolsun, Bir daha mı geleceksin dünyaya. Yorum yapmıyorum. Kovuldun barmen minik. (by Miss G)

2-Her Corç Versene Borç-Hakan Peker: Peker, aynı albüme hem 3 numarayı hem de bunu nasıl sığdırabilmiştir hala çözemem. Zira bir insanın felaket yaratabilme yeteneği de bir yere kadardır diyorsunuz ama Peker bunda sınır tanımamıştır. Peker Hülya'ya abayı yakmıştır, ama bize de Hülya'yı yakıştırır. Sonra okul çıkışında "hatun kavgası" yaşanacak derken bir anda işin içine maddiyat girer. Meğerse Hülya ve Hakan Amerikan kolejine gitmektedir, zira okulda George ve Michael isminde gençler de okumaktadır. Beni daha da düşündüren Geroge'dan Hakan Peker'in neden borç istediği ve neden Geroge'un yerine cevap verdiği üstelik kendisini Michael olarak gösterdiğidir. Kısacası muammalardan muammalara sürükleyen bir şarkıdır.

1-Foolish Casanova-Petek Dinçöz: Listenin zirvesinde evrensel karakteri olan bir şarkı var. Her yönüyle ekol yaratan bir şarkıdır FC. Can Tanrıyar lise sıralarında speaking dersinde öğrendiği 20 kelimeyi yanyana getirerek şarkının sözünü yazmış, anlamını bilmediği sözcüklere Redhpuse sözlüğünden bakmış İngilizcesi olmayan Dinçöz de sözlerin telaffuz versiyonlarının yazıldığı kağıttan "yor cast e fuliş kazanova" şeklinde bütün şarkıyı icra etmiştir. Nitekim ilk önce Türkçe yazılıp daha sonra İngilizceye çevrildiği belli olan "If you look at other chicks i will show you what it means" gibi sözler içerir. Britney Spears'in açtığı "teenage star" yolundan ilerlemek isteyen Dinçöz şarkının videosunda 8 kere sınıfta kalmış liseli kız modundadır zira kendisi Britney Spears'la karşılaştırılmayacak durumdadır zira kazık kadar olmuştur. Şarkı Dinçöz'ün göbek dansına dönüştürdüğü "fade-away" bölümü What It, What It, What It bölümü ile alaturka biçimde biter. Ayrıca unutmadan Dinçöz okul bahçesinin sulayan hademenin hortumuyla da biraz ıslanır.

YÜRÜYEN MERDİVEN KURSU

























"Kurs" kelimesi benim hayatımda hep vardı. İlkokul ve ortaokul boyunca gittiğim dershane, üniversite sınavı için gittiğim dershane, Hollandaca kursu, dil kursu...Bunun dışında şahsi hobileri gerçekleştirmek için gidilen binbir çeşit kurs var. Kurs konusu üzerine ne kadar uçabilirsiniz. Üniversitede tanıdığım bir kız "vücut esnekliği kursu" alıyordu. Artık nerede kullanır onu bilemiyorum. Biliyorum aslında da burada söylemeyelim şimdi. Sonraki satırlara geçmeden önce en uçuk olanını hayal edebilirsiniz. Merak etmeyin anlatacağıma ulaşamayacaksınız.

Dün sabah saat 08:00'de Hollanda'nın Amersfoort kentinin merkez istasyonunun yürüyen merdivenlerinde bir kurs verildi. Kursun adı şu. Kaba ifadeyle "Bir yere yetişmek için koşuşturan insanlara yol açma kursu". Hadise şu. Hollanda'da genelde trenlerden inildiği zaman istasyona çıkılan merdivenlerin hepsi otomatiktir, genel olarak da Amersfoort, Utrecht, Amsterdam gibi istasyonlar Hollada'nın aktarma istasyonlarıdır. Yani burada bir çok insan bir trenden diğerine yetişmek için koşuşturur durur. Tabi bunun için söz konusu yürüyen merdivenleri kullanmaları gerekiyor. Ancak o sırada tren aktarması yapmayan bir çok insan da merdivende oluyor, bu sebeple de acelesi olan insanlar trenleri saniye ile kaçırabiliyorlar. Zira Hollanda'da tren kapıları eğer kapanırsa, dışarıdan düğmesi olmasına rağmen açılması imkansızdır. Bu yüzden kapıya dokunacak mesafeye kadar yaklaşmış olmama rağmen kaçırıp 15 dakika beklediğim çok olmuştur. Tabi Türkiye'deki gibi kapıya asılıp dışarıda gidemiyorsunuz, tren hızlı, kapılar güçlü, tutunacak yer yok, orası Cevizli istasyonu değil vesaire. Bu nedenle demiryolları insanlara bir kurs açtı. Acelesi olmayanların yürüyen merdivenin sağında durmasını öğreten bir kurs. Kolaylık olsun diye merdivenlerin her basamağının sağ tarafına iki tane yanyana ayak izi koyarak sabit duran bir insanı, sol tarafına da her basamağa bir sağ bir sol ayak izi olmak üzere merdivenden çıkan insanı sembolize eden işaretler yerleştirdiler. Ben maalesef eğitimi göremedim o sırada işe gidiyordum. Ama cidden duyduğum andan itibaren şahit olmak istedim. Kurstan 2 esntantane aşağıda. Yürüyen merdivende sağda durma kursu. Hey maşallah. Katılanlara sertifika verdiklerine dahil bir dedikodu var. Doğruysa demiryolları yöneticilerinin fiili ehliyeti olmadıkları yönünde bildiri yayınlayacağım. Ankara'da 5 yıl yaşadım. Orada da genelde durum böyledir, sabit duracaklar sağda durur ve ilerleyecekler solda. Ama bunun için kurs açılacağı, içki masasında gece 3'ten sonra yapılan uçuk muhabbete bile konu olmaz. Ama oldu işte. Üstelik Amersfoort kursun ilk uygulanacağı şehirdi. Kurs diğer şehirlerin istasyonlarında da verilecek. Sırada hangi kurs var onu bekliyorum. Hangi gözümüzde kirpik olduğunu tahmin etme, etkili biçimde burun sümkürme, kamışla meyve suyu içmek için püf noktaları türünden kurslar olabilir.

GÜNDÜZ MAÇININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ











Ali Sami Yen Stadı'nda en son ne zaman bir gündüz maçına gittim hatırlamıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 1998 yılında ligin sondan bir önceki haftasında İstanbulspor'u mağlup ederek şampiyonluğu ilan ettiğimiz maçtır. Belki 10 sene geçmiş ama Galatasaray'ın o maçtan sonra kaç tane gündüz maçı oynadığına bakmak lazım. Gittiğim son gündüz maçı ise Yimpaş Yozgatspor-Galatasaray maçı. Lucescu döneminde Hacettepeli Aslanlar'ın kafilesiyle gittiğimiz maç kar sebebi ile (neredeyse sadece stadın üzerine yağan bir kar) ertelenmiş ve bir 1 gün daha şehirde ikamet etmek zorunda kalmıştık. O günden sonra 1 gündüz maçına ilk gidişim bu seneki FC Utrecht-SC Heerenveen maçıyla oldu. Özlemişim. Hem de nasıl. Hollanda'da bütün maçlar genel olarak 12:00-16:00 saatleri arasında oynanıyor. Derbi maçlar ise en geç 12:45'te başlıyor. Yani kahvaltını edip maça geliyorsun. Galibiyet halinde önünde gidip bir şeyler içebileceğin, o motivasyonla yapabileceğin aktiviteler için 6-7 saatlikbir vakit var. Türkiye'de durum böyle değil. Genelde derbi maçlar pazar gecesi oynanıyor. Çoğu çalışan bir dolu insan galip gelmeleri halinde sevinçlerini rahatsız otobüslerde harcıyorlar ve eve 23:00 civarında varıp ertsi günkü sıkıcı iş hayatı için uykuya dalıyorlar. Derbi eğlencemiz ertesi gün mağlup tarafın taraftarı ile dalga geçmekten öteye gitmiyor artık Türkiye'de. Hollanda dışında İngiltere, Almanya ve İtalya ligleri de ağırlıklı olarak gündüz oynanıyor. Büyük küçük takım demeden. İspanya ve Fransa'da ise nerede ise tüm maçlar saat 18:00, ve 23:00 arası oynanmakta. Ben ilk seçeneği kesinlikle tercih ediyorum. Tabi işin içinde yayın kuruluşunun, çok yüksek miktarlarla ödediği ihale bedellerini çıkarmak için uyguladığı bir politika var. Pazar sabahı saat 12:00'de bir derbi maçı yayınlamanın reklam geliri ve seyirci sayısı açısından çöküşlerinin olacağının farkındalar. Bunu federasyon ve o gelirlerden pay alan kulüpler de biliyor ve işleyen dümene çomak sokmuyorlar. Ama olan bizim açlığımızın giderilmemesine oluyor. O yüzden de Utrecht'in kendi evindeki 17 maçının 12 tanesinin saat 15:00 öncesi oynanacağını öğrendiğimde büyük bir sevinç yaşadım. Darısı türk futbolseverinin başına.

25 Eylül 2008 Perşembe

MADRID'İN O ANLARI part. I






Gorky'i yazar ekibine aldığımızda "dünya gezgini" tarafına vurguyu yapmıştık. Budapeşte ve San Siro yazılarından sonra fotoğraflardan anlaşıldığı kadarı ile dillere destan bir Bernabeu yolculuğu yapmış. Bugünü tamamen onun objektifi ve aşağıda bulacağınız yazısına ayırdık. Bir sonraki yolculuk hangi stada olur artık bilemem. Bir Westfalen, Old Trafford ya da Wembley yapsa fena olmaz hani.