31 Ocak 2011 Pazartesi

Bİ İLHAN İREM VARDI NE OLDU ONA....














Biraz kopup gelen kısa bir yazı olacak ama, merak ediyorum, 7 milyona alındı bu adam. Takıma herhangi bir katkı yaptı mı? Ben önemli bir katkısını göremedim. Tamam olabilir. 3 ay oldu nerededir, ne yapar bilen yok. Örneğin hafta içi antrenmanlara katılıyor mu, yoksa Almanya'da kendisine kulüp mü arıyor, bilen yok ya da ben bilmiyorum. En son eski takımına satmak konusunda Adnan Sezgin'in Wolfsburg'un isteklerini karşılayamadığı konuşuluyordu. Resmi sitedeki takım kadrosunda duruyor. Bugün Avrupa'da ara transferin son günü, 6 saat sonra süre bitiyor. Son dakikada hiç gündemde olmayan bir imza atarsa ya da kiralanırsa ne olur bilemem ama kalırsa bu adamı 5 ay daha oynatmayacağız. Atarsa da ne idüğü belirsiz bir nedenle, hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz sebeplerden dolayı kara deliğe göndermiş olacağız. Alternatif olabileceği, kenarda oturabileceği, aylar önce havlu atılmış bir ligde baskı olmadan ne yapabileceğini yüksek ihtimalle göremeyeceğiz. Neden kadro dışı kaldığını hala bilen yok. Bülent Korkmaz, Lincoln kararı için zamanında eleştirildi çok, ama o eleştirilen adam dahi Lincoln'e ikinci şansı verdi. Misimovic, Hagi'nin bir maç sonrası yaptığı "bazı oyuncuların davranışları normal değil" lafının tek kurbanı oldu. "Kiralık oyuncu istemiyorum" diye bas bas bağırdıktan sonra Insua'nın ilk onbirde sahaya sürülmesi hala esrarını koruyor. Misimovic, son dakika golü olmazsa 4 ay daha bizimle patates toplayacak sahalarda.

Adnan Polat, bugün Galatasaray'ın geleceği parlaktır diyor. Bu büyük karanlıkta hangi delikten ışığı görüyor merak ediyorum.

RAKİPLERİNE DE ZEVK VEREN BİR TAKIM




















27 Ocak 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

2-18 Haziran 2009 tarihleri arası sadece Fransa’nın kuzeyinde, Belçika sınırına oldukça yakın olan Lille kentinin takımı Lille OSC için değil, tüm Fransa Ligi için çok önemli bir dönemdi. Zira 6 yıl boyunca kulübün formasını giymiş ve 2008-09 sezonunda takımı 5.liğe, dolayısıyla da Avrupa Ligi’ne taşıyan Rudi Garcia, bazı futbolcularla ve teknik ekiple arasının bozuk olduğu yolundaki söylentiler sebebiyle görevden alınmıştı. Aradan 16 gün geçti. Kulübün yüzde 54’lük oran ile en büyük hissedarı ve başkanı Michel Seydoux, onu göreve geri getirdi. Bugün Lille, Ligue 1’in tepesinde ve en yakın rakibi PSG’nin 4 puan önünde. Birkaç cümlede anlattığımız bu tarihi biraz açalım. Öncesine de giderek.

1944 yılında, savaşın sonuna gelindiğinde Olympique Lille ve SC Fives takımlarının birleşmesi sonucunda kuruldu Lille OSC. Tüm Avrupa’da da Fransa’da olduğu gibi liglerin başlaması savaş sonrasını buldu. 1945-46 sezonu 7 yıl aradan sonra takımların tekrar sahaya çıktığı yıldı ve Lille bu sezon, kurulduktan sadece 2 yıl sonra şampiyon oldu. Ardından 1954 yılına kadar 4.lükten aşağı hiç düşmediler ve 2 kez de şampiyonluğu kılpayı kaçırdılar. Ancak 1953-54 sezonunda tekrar mutluluğu yaşadılar. Bu şampiyonluk kulübün tarihindeki son şampiyonluk halen ve o dönem de camianın en parlak günleri olarak biliniyor. Takım izleyen sezon ligi 16. bitirdi ve 1955-56 sezonunda da küme düştü. Bu istikrarın ardından gelen deprem kulübü uzun süre 2.ligde tuttu. O günden sonra tam 4 kez Ligue 1 ve 2 arasında gidip geldiler. Ta ki 20. yüzyılın son sezonunda son kez dönene kadar. Bu dönüşü ani bir 3.lük izledi. Son 10 yılda bu başarıyı tekrarlayabildiler ama Rudi Garcia’nın yazının girişinde anlattığımız buhrandan çıkışı başarıyı bir istikrara dönüştürdü.

Aslında, Garcia, Lille’in başına geçmeden neler yapabileceğini göstermişti. 2002-07 yılları arasında 5 yıl çalıştırdığı Dijon takımıyla 2004 yılında Fransa Kupası yarı finaline yükseldi. 2007-08 sezonunda çalıştırdığı Le Mans’ı lig 9.luğa taşımakla kalmadı, bu sefer de Fransa Lig Kupası’nın yarı finaline yükseldi. Bu çizgi onu futbolculuğundan tanıdığı Lille kentine getirdi. O sırada takım orta sıralarda geziniyordu. İlk sezonda gelen 5.lik ve Avrupa vizesi beklenildiği etkiyi yaratmadı zira, Garcia’nın kulüp içinde pek sevilmediği söyleniyordu. Özellikle Sportif Direktör Thuillot Xavier’in nüfuzu onun 2 Haziran 2009’da kovulmasına sebep oldu. Yerine Paul Le Guen’in getirileceği konuşuluyordu. Ancak ünlü Rus yönetmen Nikita Mikhailov’un Güneş Yanığı, Sibirya Berberi gibi filmlerinin de yapımcısı olan ve 2001 yılında yüzde 34 bütçeyle başlayıp 2004 yılında yüzde 54 hisseye ulaşarak kulübün sahibi haline gelen başkan Michel Seydoux, önce Xavier’in görevine son verdi, sonra da Garcia’nın gönlünü alıp onu sadece 16 gün sonra tekrar göreve getirdi. Başkanının güvenoyunu alan Garcia, ondan 8 milyon avroluk bir de hediye aldı: Le Mans günlerinden öğrencisi olan Fildişili oyuncu Gervinho. Garcia daha önce de yine eski öğrencisi Tulio de Melo’yu da Lille’e getirmişti.

Takım 2009-10 sezonunda bir sıra daha yükselerek Avrupa yolculuğunu sürdürdü. Bu sezon ise yukarıda belirttiğimiz gibi 4 puan farkla lider durumdalar. Son mağlubiyetlerini 24 Ekim'de Marsilya’ya karşı aldılar ve son 5 maçtan 13 puan çıkararak giderek formlarını yükseltiyorlar. 14 yaşında altyapıya katılan Belçikalı Eden Hazard’ın etrafında şekillenen takım, Gervinho’nun yanında, bu sezon Rennes’den bonservissiz transfer edilen Moussa Sow, 8 milyon avroya Valencia’ya satılan ama bu sezonu bitirecek olan Adil Rami, Cedric Baseya gibi oyuncuların katkısıyla lig, kupa ve Avrupa Ligi’nde yoluna devam ediyor. Moussa Sow 15 golle kralllık yarışında zirvede. Sow-Gervinho ikilisi Lille’in bu sezon attığı 39 golün 25’ini kaydettiler. Lille ilginç şekilde, rakiplerinden “oynadıkları futbol bizi de oynamaya ve zevk almaya sevkediyor” şeklinde ilginç bir övgü almış kulüp.

Saha içinde işler yolunda gittiği kadar saha dışında da yeni atılımlar mevcut. Euro 2016’nın da stadyumları arasında yer alacak olan, 50 bin 186 kişilik yeni stadyum 282 milyon avroya malolacak. Stadyumun 2012 yılında açılması bekleniyor. Kulüp muhtemelen aynen Rami’de olduğu gibi Hazard transferinden de önemli bir para kazanacak. Şimdiden 25 milyon avro civarında bir fiyat konuşuluyor.

Buraya kadar gelmişken Fransa Ligi’nden de bahsetmek lazım. Lyon’un hegemonyasının yıkılmasından sonra çok daha renkli bir hale gelen Fransa’da genelde tepedeki takımlar birbirlerine çok yakın sıralanıyorlar. Bu geçtiğimiz sezon da böyleydi. Şu anda 7. St. Etienne ile lider Lille’in arasında 9, 9. Toulouse ile 2. PSG arasında 7 puan fark var. Lille mart ayının başına kadar Toulouse, Montpellier, Lyon ve Marsilya’nın da içinde olduğu zorlu bir fikstüre girecek. Buradan çıktıklarında puan farkını korurlarsa müthiş bir iş yapmış olacaklar. Tabii 37. haftadaki PSG-Lille maçı da ligin kaderini belirleyebilir.

Kapatırken Hasan Kabze’ye de değinelim. Yurt dışındaki sessiz sedasız işin yapan lejyonerlerimizden olan Hasan, Rubin Kazan’la yaşadığı 2 şampiyonluk sonrası Montpellier’de de iyi işler yapıyor. Lig Kupası’nda geçen hafta PSG’yi mağlup ederek finale yükselen takımının, çeyrek finalde Lille’i 2-1 ile yıktığı maçta 2 golün de altına imzasını koymuştu. 23 Nisan'da St. Denis’de Marsilya ile oynanacak finalde çifte bayramı yaşayabilir.

30 Ocak 2011 Pazar

SEN NE DİYON..ASIL SEN NE DİYON..LAN ASIL SEN NE DİYON















"Bu Sportif Direktör'ün işi değil".

Louis van Gaal, Christian Nerlinger'in, Franck Ribery'nin sakatlıktan geç döndüğü şeklindeki demeci üzerine

"Bu çok gülünç, benim açıklamalarım üzerine yorum yapmak teknik direktörün işi değil. Onun doğrudan üstü olarak bu tür açıklamalar yapmak hakkım"

Christian Nerlinger cevap veriyor

"Benim onun yorumları üzerine yaptığım yorumlara yorum yapmak Sportif Direktör'ün işi değil"

Van Gaal bokunu çıkarıyor.

Küçükken mahallede böyle kavgaya başlar, hatta bazılarında iş fiziksel temasa bir türlü ulaşamaz, "sen ne diyon, asıl sen ne diyon...lan oğlum asıl sen ne diyon ne....lan ne diyon lan sen ne diyon..." şeklinde diyalog sürerdi. Hatta ben 2 arkadaşın böyle birbirini ite ite ufukta gözden kaybolduğunu biliyorum. Van Gaal'le, Nerlinger'inki de o hesap olmuş.

ABE LENSTRA REIS KENDIMIZI KESERIZ


















18 Kasim 1946 tarihinde Hollanda Futbol Federasyonu, Hollanda'nin kuzeyindeki Friesland bolgesinin takimi Heerenveen'de forma giyen, Heerenveen'i bugun futbol dunyasinda bir takim haline getiren, su anda maclarini oynadigi stadyuma adini veren, kisacasi Heerenveen icin bir efsane olan Abe Lenstra'nin (yukaridaki resimde) hayranlarindan bir mektup alir. Mektupta, 27 Kasim 1946 tarihinde Hollanda'nin Ingiltere ile oynayacagi mac icin Lenstra'nin milli takima alinmasini, aksi halde federasyon binasinda olacaklardan sorumlu olunmayacagi tehditi yer almaktadir. Federasyon mektubu bir grafologa incelettirir ve mektubu yazanin, ciddiye alinmayacak, muhtemelen ergenlik cagindaki cilgin bir genc oldugu sonucuna varir. Abe Lenstra'dan olayda adi gectigi icin ozur dilenir.

Bu tehdit bir seye yaramaz. Abe Lenstra milli takima secilmez. Aslinda bir nevi kendisi icin iyi olmustur. Zira Hollanda, Ingiltere'ye Huddersfield'de 8-2 maglup olur. Tommy Lawton 4 gol atarak portakallari teslim alir. Macin goruntuleri asagida izlenebilir


Lenstra, 1977'de 56 yasindayken gecirdigi beyin kanamasindan dolayi hayatinin son 8 yilini tekerlekli sandalyede gecirir. 64 yasinda, 2 Eylul 1985'te hayata veda eder. Bu vedadan 2 gun sonra Hollanda Bulgaristan ile bir hazirlik maci yapar. Heerenveen'de, adi verilen Abe Lenstra Stadyumu'nda. Ama kendisi bu maci gorememistir.

TOP 10 TREN YOLCULUĞU KLİŞESİ



















1998-2003 arasi Ankara mekan, Istanbul vatan olunca bu iki sehir arasinda kisa-uzun tatil demeden gidip gelmek sartti. Oldum olasi sehirlerarasi otobus yolculuklarini seven bir adam degilim. Hatta omrumde yaptigim sehirlerarasi otobus yolculugu sayisi 10'u gecmez. Rahatsiz koltuklar, apaci otobus gorevlileri, her an kazaya meyilli yollar, absurd bayan yani uygulamalari, gunes tarafina dusersen yolculuk boyunca yedigin gunes falan da filan. Bu yuzden tren benim icin rakipsiz ulasim aracidir. Hatta Avrupa'da da yakin mesafede trenle gidilecek herhangi bir yer varsa hic sektirmem. Tren bambaskadir. Canin istediğin zaman kalk git yemekli vagona keyfini çıkar, otur diledigin kadar. Halbuki otobüste elde ettiğin en büyük serbesti mola yerlerinde yaptığın gezintidir. Koltuklar genis, Erzincan'daki askerlik gorevini yapmak icin dahi Istanbul'dan Ankara'ya oradan da Erzincan'a trenle gitmistim. Bu derece severim tren yolculuklarini. E bu kadar yil yolculuk yapinca A'dan Z'ye herseyini ezberliyor insan. Asagiya bir siralayayim dedim. Yalniz sadece sehirlerarasi yolculuklar degil banliyo trenleri de dahil tabii.

1-Ayı yanı: Sehirlerarasi tren yolculuklarının en dayanilmaz ani, pencere kenarina dustugunuz seferlerde koridor tarafina bir filin oturmasidir. Zira bu anda yolculugunuz sizin icin bir kabusa donusmustur. Genelde kisin yolculuk edilen trenlerde kaloriferler yakilir ama nedense "yahu madem mevsim kis, getir dereceyi 150'ye iceride ucuk cikarana kadar otursunlar" felsefesi geregi sonuna kadar acilir. O kaloriferler pencere kenarinda oldugunda siz oturdugunuz yerde terlersiniz. Anadolu ekspresinde bir kere 7 saat o kalorifere maruz kalan adamin belden yukarisinin sabun belden asagisinin dugme oldugunu biliyorum. Terminator filmindeki civa adami Arnold'in parcapincik ettigi sahneden sonra o trene koy, aninda eski haline doner. Ama o iskenceden kurtulmak mumkun degildir. Zira filin gobegi gecisi kapatmistir ve evet kendisi uyumaktadir. Kadere razi olunur. Bir de bu trenlerde misal, bileti koridor kenarina olup da pencere kenarina oturanlari uyarip "ama pencere benimdi beyefendi" diyenler vardir ki ayri bir meseledir. O yuzden bendeniz hep 3 ve 3'un katlari olan tek koltugu tercih etmisimdir.

2-Açık Büfe: Şehirlerarası trenlerin, özellikle de Anadolu'nun uzak yerlerine gidenlerin yolculuk ettiği trenler, hele bir de yolculuk gündüz ise bir bruncha, bir kahvaltıya olmadı bir öğle yemeğine dönüşür. Teyzelerin dikine çizgili pazar çantalarına yolculuk için depoladığı "azık", "öteberi" sınıfına sokulan genelde sandviç, su böreği, poğaça şeklinde karşımıza çıkan yemekler çıkartılır. Karesi Ekspresi'nin ikinci mevkiisi bir anda Gordon Ramsay'in mutfağına döner. Yemekler elden ele geçirilir. Artan varsa diğer yolculara "bak yavrum köy peyniri has" diye üzerinden sular akan peynirler zorla yedirilir. Bu teyzelerin, halaların, annelerin yolculuk belli olduğundaki misyonu bellidir. Tekalif-i Milliye emri çıkartılmış gibi yolculuğa hazırlık. Bu ekibin iyice abartmış olanlarında, yemek sonrası termostaki çay ile kombo yapılır. Son olarak plastik kaplardaki ev yapımı baklava ve kadayıf ile üçleme tamamlanır. Frodo Mordor'a kıçı kırık lembas ekmeklerini yiyerek gitmek yerine bizim Karesi Ekspresi'yle gideydi Sauron'un gözü, açlık susuzluk falan hikaye olur, yüzüğü attıktan sonra bi de 2 halı saha maçına çıkardı, hey yavrum hey.

3-Spekülasyon Adamı: Top 10 İğrenç Öğrenci ve Ofis Karakteri yazılarını okuyanlar bilirler spekülasyon adamını. Trenlerin vazgeçilmez simalarındandır. En büyük özellikleri sürekli asılsız dedikodular çıkarmak, ortaya doğruluğu tartışmalı iddialar atmak ve kafa karıştırmaktır. Örneğin tren geceyarısı kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde durduğunda "karşıdan gelen treni bekliyor", "lokomotif bozuldu yüksek ihtimalle", "yemekli vagonda yangın falan mı oldu yaaa" şeklinde yorumlar yaptığı gibi bir de bunu geçmişte yaşadığı asılsız olaylarla, bilmem hangi tarihte hangi trenle yaptığı yolculuktan örnek vererek destekler. Yine bir başka yolculukta Fatih Ekspresi'yle İstanbul Ankara arasını 5 saatte aldığını (yok deve), Avrupa'da trenlerin hiç geç kalmadığını, Japonya'da üstü açık trenler olduğunu ortaya atar. Bir Anadolu Ekspresi'nde cep telefonu yüzünden Almanya'da bir trenin raydan çıktığını söyleyen spekülasyon adamıyla tanışmışlığım vardır....

4-Tarzan Kocamustafapaşa'da: Elin Amerikalısı, Avrupalısı, Japonu roller-coaster'a binip sonra "aman çok adrenalin oldu" diye sokaklarda geziyor. Kendilerine tavsiyem sıkıysa gelip Çayırova-Fatih arasındaki banliyo treninin dışında gitmeleridir. Bu aktivitenin bir raconu vardır. Öncelikle resmi kıyafet olan kumaş pantolon ve altına kösele topuk ayakkabı giyilir. Tren kalkacakken yavaş yavaş yanında koşulmaya başlanır. Perondan ayrılacakken bir anda hamle yapılarak basamağına atlanır. Sürgülü kapının kolları tutularak bir sonraki durağa kadar gidilir. İçerideki yolcuların cık cık cıklarına kulak asılmaz zaten duyulmaz da, perona gelindiğinde tren yavaşlar, tekrar durmadan aşağıya atlanılıp Usain Bolt'un 100 metre çizgisini geçişten sonra yavaşlaması gibi normal seyre dönülür. Sonra diğr kapılara olan arkadaşlarla "Hikmet gördün mü la, vaaay mına kiiii" şeklinde muhabbetlere girilir.

5-3+1 kuralı: Özellikle deplasman yolculuklarında veya arkadaş ortamının tren seferlerinde en çok tercih edilen vagon, şehirlerarası trenlerin arkasındaki yataklı vagonlardır. Ancak bu yataklı vagonlarda kompartıman başına 4 kişi düştüğüden bu sayıyı sağlamak çok önemlidir. Zira misal 3 kişi olduğunda, yanınıza katılacak son kişinin tanımadığınız bir adam olması halinde gerginlik çıkması mümkündür. Örneğin bu yabancı adam mutlaka erken yatmak, hata inadına alt katta yatmak ister, bu nedenle erkenden yataklar açılır. Ardından "hocam ışığı biraz söndürsek mi, gözüme geliyor" çıkışı gelir. Derken saatler gece yarısına yaklaştığında "hocam biraz küçük harflerle konuşsanız, yarın erkenden kalkıcaz" ile bardak taşar. Bütün yapılan "oğlüüüum alırız kompartımana 3 kişi, ne geyik olur heaaaa" hayalleri de suya düşer.

6-Running Man: Elde siyah poşet, boy en fazla 1.70, solmuş kareli bir gömlek, koltuğun altnda bütün iş yerinin elden geçirdiği Posta gezetesi. Gidin Haydarpaşa'ya veya Sirkeci'ye bir gün, vapurun yanaştığı yerde durun, bu karakterden 100 tane saymazsanız ben de bir şey bilmiyorum. Mesai saatinin bitişiyle beraber bu memur tipindeki adamların hepsi birer Haile Gebrselassie'ye dönüşür. Vapurun yanaşmasıyla beraber iskele verilmeden platforma atlanır. Ardından perona doğru koşulmaya başlanır, eldeki poşet ve gazete düşürülmemeye çalışılır. Trene yetişildiğinde mücadele bitmiş midir? Hayır. Bu sefer de boş koltuk bulmak için mücadele başlar. Kpaılması halinde ön koltukta oturan ofis arkadaşı ile muhabbet başlar, ayakta kalınması halinde sırıtılarak kapıların önüne yaklaşılır, 1 saati bulacak Kadıköy-Tuzla yolculuğu gözde iyice büyür.



















7-Ayrilamam: Ozellikle universite yillarinda sikca karsima cikan bir goruntudur. Trenin kalkis saati yaklasir. Cift olanlardan erkek olan, kiz olani ugurlamaya gelmistir. Son dakikalar hatta saniyeler yanak yanaga dudak dudaga gecirilir. Derken trenin kalkis saati gelir. Son sarilmalar olur. Kiz gelir koltuguna oturur. Buraya kadar sorun yoktur ama eger kiz bir baska erkegin yanina dusmusse, misal benim, erkek sevgili camin dibine kadar gelir, bendenize "bu kiza dokunma yolculuk boyunca sulaleni s..rim" bakisi atar. Tren kalkar, tak 15 dakika sonra telefon gelir. Kizdan, "efendim canim......iyiyim....ay yok sacmalama......hadi sen uyu ben inince caldiririm.....ay Tolga sacmalama....hadi canim...hadiiiii" konusmasi gecer. Telefon kapanir...Benden yilan bakislar baslar...Ertesi gun kiza bavulda yardim edilerek ibneligin dibine vurulur....

8-Double Dragon: Tren yolculugunun degismez olaylarindan birisi de ayni koltuga satilan 2 bilet ya da yanlis koltuga oturan adamdir. Ilki bugune kadarki her tren yolculugumda basima gelmistir. Genelde 1 tek kisiye 2 bilet satilmak yerine 2 tane 5-6 kisilik gruba ayni yerler satilir. Ilk basta hosgorulu konusmalar baslar ve beraber TCDD'ye ve devlete yuklenilir. Konduktor cagirilir ve ona yuklenilir. Ancak sonra gercegin farkina varilir. Bir grup savas alanindan basi egik ayrilacaktir. Bu sefer hosgoru yerini mucadeleye birakir. Affedersiniz 2 tane koltuk icin TCDD'deki tanidiklar ve ust yerlerdekiler aranir. Bir taraf galip gelir. 2 ekip birbirine tehditler savurarak koselerine cekilir. Yanlis koltuga oturup, dogrusuna oturdugunu iddia eden adam ise bambaskadir. Koltugu dogru ama vagonu yanlis tutturan adam ise bunlarin en revacta olanidir.

9-Afacan Dennis: Cocuklu aileler tren yolculuklarinin bir baska tipolojisidir. Ozellikle 2-5 yasindaki cocuklarin favori aktivite alani koltuklarin arasindaki halinin uzerinde bir asagi bir yukari kosmaktir. Bu cocuklar asagi yukari kostuklari gibi, arada tanimadiklari kisilere gelip salca olurlar. "Sen ne kitabi okuyosun", "geldik mi?", "senin sakalin niye boyle", "bu senin mieee" turu kanser sorular annenin gelip cocugu toplamasi ile son bulur. Bu cocuklarin asil cile ani, gecenin 3'unde Bilecik civarinda aglamaya baslamasi ve Eskisehir'e kadar zirlamayi surdurmesidir.

10-Cin isi Japon Isi: Uzakdogulular bizim trenleri sever ve sayarlar. Ama ucaktaki gelenegi surdurmek istediklerinden en arka koltuk diye bir sey olmadigi icin en arka vagonu secer ve 2 kisilik bilet alarak oraya uzanirlar. Yolculuk boyunca uyumak, uyandiklari anda fotograf cekmek de bu arkadaslarin en sevdigi aktivitelerdir. Istanbul-Ankara arasindaki trenlerde, konduktor "Sincaaan Sincaaan"diye bagirdiginda Cinliler basini kaldirir "ulen Ankara diye geldik'ne Sincan'i ben Pekin'i gectigimizi hatirlamiyorum" diye etrafa bakinirlar. Tren gara girer. Sandaletlerle Cinliler trenden iner. Boyunda makinelerle uzaklasilir.....

28 Ocak 2011 Cuma

SUAREZ HOLLANDA KARNESİ

























194 maçta 125 gol atarak ülkeden ayrılıyor Uruguaylı. 19 yaşındayken FC Groningen onu sadece 800.000 euroya almıştı. O sezon toplam 35 maçta 14 gol attı. Tek sezonda fiyatını 10'a katlayarak 7,5 milyon euroluk bir rakam karşılığında Ajax'a transfer oldu. 3,5 sezonda oynadığı toplam 159 maçta 111 gol bıraktı rakip kalelere. Özellikle geçtiğimiz sezon muhteşemdi. 48 maçta 49 gol attı. Onu geçebilen tek isim 1960-61 sezonunda 46 maçta 64 gol atan Henk Groot'tu. Fiyatını 3'e katlayarak Liverpool'ın yolunu tuttu. En çok sevdiği takım Willem II oldu geçen zamanda, 7 maçta toplam 11 gol bıraktı Tilburg takımının filelelerine. Karnesi yukarıda.

LUIS SUAREZ LIVERPOOL'DA














Suarez'in bana gore neredeyse 1,5 sezon gecikmis transferi sonunda gerceklesti. Ajax 1 hafta once Liverpool ile masaya oturmus ve istedigi 25 milyon euroya Ingilizleri cekmeye ugrasmisti. Liverpool 15 milyona diretiyordu. Ancak taraflar bir kez daha bulustular, Uruguaylinin menajeri Pere Guardiola kendisine de bir hayli gelir kazandiracak isi bagladi. Liverpool Ajax'a 25 milyon odeyecek ve Suarez'in performansina gore bu rakam 26.5 milyon euroyu da bulacak. Son yillarda tepetaklak olmus ekonomisi Ajax'in basariya oldugu kadar paraya da ihtiyac duydugunu zaten gosteriyordu. Sakatliklar, hastalik su bu derken De Boer doneminde dogru durust maca cikmayan El Hamdaoui'nin yanina Suarez'in eksikligi de eklenecek. PSV Afellay'i kaybetti ama onun kaybinin takima yaptigi etki, Suarez'in yapacagina gore daha makuldu. Amsterdamlilar bu sene sampiyonlugu unutsun desek cok abartmis olmayiz.

Suarez Ingiltere'de ne yapar? Hollanda'da her macta basvurdugu kendini yere atmalar ve bu sene peydah olan absurdlukleri (son PSV macinda Otman Bakkal'a yaptigi ekmek arasi muamelesi) ona yardimci olmaz elbet. Zaten sirtinda 6 ay onceden getirdigi bir "Afrika'nin Dusmani" yuku de var. Gol sayisi elbette 20 ve hatta 15 civarina dusecektir. Hangi Hollanda kralinin dusmedi ki....


27 Ocak 2011 Perşembe

İSVEÇ 1992
























90'ların en sağlam jenerasyonlarından birisi. 1992 ve 1994'te birbirini izleyen turnuvalarda yarı finali gören İsveç'in ev sahibi oldukları turnuvadaki kadrosu.

























Futbolu bıraktıktan sonra din adamlığına soyunan Anders Limpar, Sami Hyypia ile birlikte her adı geçtiğinde "Türk mü yahu bu adam" diye tartışılan "Hakan Mild" (bir bağlantısı yoktur, Hakan Kuzey dillerinde, özellikle de İsveö'te rastlanan bir isimdir), kumarbaz Tomas Brolin, Brolin'in yanında hep amca çocuğu gibi kalan Jonas Thern, hayali silahşör Kennet Anderson, İsveçten çıkan ilk zenci olduğu dedikoduları dolaşan Martin Dahlin, egzantrik kaleci Tomas Ravelli, Galatasaray'la şampiyonluk yaşadıktan sonra sahaya inen taraftarlardan korkup Almanya'ya kaçtığı öne sürülen Roger Ljung (şampiyonluk maçında bir de golü vardır) ve niceleri...

NISSAN JU(O)KE


















Şahsen araba işinden pek anlamam, zaten meşhur "erkekler bir araya geldi mi ya futbol, ya kızlar ya da araba konuşur" klişesinin ilk kısmını yerine getiririm son ikisine laf gelmeden masadan çekilirim. Hele araba işine iyice uzağımdır. Bu yaşıma geldim, hala ehliyetim yok, hiç de ihtiyaç duymadım, bir ara alırız burada artık ne zaman olursa. O yüzden de araba işinde modelleri takip eden, fuarlara giden bir adam değilim, araba deyince ben görüntüye bakarım, onu da fazla zorlamam. Benim için Volkswagen'den gerisi de traştır. Alman yapmıştır, "Das Auto" demiştir ve olayı bitirmiştir. Zaten adından belli Halkın Arabası'dır.

İş yerinden Martin pasladı bu arabayı. Nissan'ın 2011 modeliymiş, Nissan Juke. Juke mu, joke mu belli değil, şaka gibi bir araba. A Takımı'nı izleyenler bilirler, ekip elemanları bakarlar rakiplerini yenmenin tek yolu elbirliğiyle zırhlı, roketatarlı bir araba yapmaktan geçiyor, işe koyulurlar. Bu araba da ona benziyor. Yarın birisi gelip Hollanda'ya meteor düşecek, elimizde kaçmak için bir tek bu araç var dese ben yürürüm arkadaş siz gidin derim. Ayakkabı reyonlarında, kimsenin almadığı, 46,5-47 numara olan, 8 ayrı renkli No-Life'ların ayakkabıları vardır. Daha sezonun üçüncü haftasında outlet reyonuna atılıp % 50 indirim etkiketini yerler. İşte o ayakkabılara benziyor. Bunun yanında aşağıdaki ucubeyi bile tercih ederim, hiç olmazsa onda bir garibanlık var.

CHARLIE ADAM


















Bir kenara ayırmak lazım bu ismi. Jonathan Wilson, Juan Roman Riquelme için "eski tip 10 numaraların son temsilcisi" der Inverting The Pyramid'de. Charlie Adam'ı belki oraya koymayacağız ama eğer Adam bundan 70 sene önce İskoçya'da değil de İngiltere'de doğmuş olsaydı, muhtemelen 1966 Dünya Kupası'nda Alf Ramsey'in maç öncesi taktik tahtasına adını en başta yazdığı ve oyunu üzerinden kurduğu oyuncu olacaktı. Gole en kısa yoldan, onun inandığı şekilde az pas yaparak ve uzun topla gitme taktiğinin değişmez oyuncusu olurdu. Örneğin 1966 Dünya Kupası finalinde, Geoff Hurst'ün attığı takımının dördüncü golü tam bir Alf Ramsey golüdür. Uzun pas, koşu ve kaleye net bir vuruş. Ramsey'in, futbolda gollerin çoğunun en fazla 3-5 pas sonucunda geldiği görüşleri 25 yaşındaki Dundee doğumlu oyuncu hayata geçirebilirdi.






















Sir Alex Ferguson, 37'lik Ryan Giggs'i sahaya yollayıp kurtardığı Blackpool maçından sonra onun için "her korneri 10 milyon pound değerinde" dedi ama bana göre asıl hüneri kornerlerde değil, kendi sahasının göbeğinden rakip sahanın uç noktasına doğru attığı adrese teslim paslarda. Aşağıda Blackpool'un Sunderland'e 2-1, Manchester United'a 3-2 kaybettiği maçlarda, Adam'ın attığı isabetli pasların dökümü var. Özellikle Sunderland maçındaki 60 metrelik toplara dikkatinizi çekmek istiyorum.

Tabii böyle bir adamın dikenine de katlanmak zorundasınız. Aşağıdaki tablo ise onun isabetsiz pasları. 2 maçın toplamında 82 isabetli pası ama buna karşılık 55 hatalı pası var. Yani her 3 isabetli pasına karşılık 2 hatalı pas vermiş diyebiliriz. Bu adresi bulmayan denemelerin de yine uzun mesafeli olduğunu görüyorsunuz. Blackpool İngilizlerin Heysel faciası-Thatcher yasaları öncesinde, İngilizlerin meşhur "uzun toplar ve kanat akınları" ününü tekrar bize izletiyor. Rangers onu Ross County ve St. Mirren'a kiraladığında CM database'i de onun geleceğinin fakındaydı. 2007-08 sezonuyla beraber şaha kalktı ve Blackpool'daki macerası onun ününü artırdı. Bundan 5 gün önce Blackpool, Adam için Liverpool'in yaptigi 4,5 milyon poundluk teklifi reddetti. Adam henuz 6 kez Iskoc milli takiminin formasini giydi ama 2012 elemeleri tekrar start aldiginda bu sayi artacaktir.

SELHURST PARK PROVASI


















25 Ocak 1995'te, Eric Cantona, Crystal Palace maçında gördüğü kırmızı kart sonrası soyunma odasına giderken kendisine sataşan Matthew Simmons'a attığı uçan tekmenin aslında hazırlığını gençlik yıllarında Auxerre forması giyerken yapmıştı.

1987-88 sezonunun başında Guy Roux ve takımı Auxerre hazırlık karşılaşmaları oynamak için Polonya'ya gider. Bugün 61.000 nüfusu bulunan, Polonya'nın güneydoğusundaki Mielec kentinde bir futbol turnuvasına katılır. Mielec kenti Demir Perde'nin yıkılmaya yüz tuttuğu yıllarda ayakta durmaya çalışan bir madenci kentidir. Cantona maçta röveşatayla nefis bir gol atar ve seyircileri şenlendirir. Derken maç biter, takımlar soyunma odasına giderken bir taraftar sahaya yumurta fırlatır. Yumurta Canto'nun kalçasında patlar. Bunun üzerine Fransız çileden çıkar. Guy Roux bu olayı sonradan "onu montundan tutmaya çalıştım ama sanki sürat teknesinin arkasına bağlanmış su kayağındaymışım gibi beni sürükledi" şeklinde anlatacaktır. Cantona tribünlere turmanır ve taraftarı aramaya başlar, Guy Roux içinden "umarı adam iyi yere saklanmıştır" diye dua eder. Bir yandan da "Eric, komünist Polonya'dayız, 10 yıl yersin, biz de bu ülkeden bir daha çıkamayız" diye gözünü korkutmaya çalışmaktadır. Takım arkadaşı Bernard Ferrer arkasından "İsabelle'i düşün" diye bağırır (Cantona'nın ilk eşi). Cantona etrafı madencilerle sarılı şekilde, her gün yerin 2.000 metre dibine inen adamların arasında yumurtayı fırlatan taraftarı bulamaz ve Auxerre takımı canını kurtarır.

Ancak 6,5 sene sonra Matthew Simmons, o madenci kadar şanslı olmayacaktır.

Not: Hamza yorumlarını bekliyorum.

VALENCIA VE SON DAKİKALAR

















Blog okuyucularından "emyil07" bize Valencia'nın bu sezonki son dakika performanslarıyla ilgili bir yazı gönderdi. Aynen yayınlıyoruz.

Bu sezon İtalya’da Napoli’nin yaptığını İspanya’da da Valencia yapıyor. Ligde son 8 haftadır son dakikalarda ya atıyor ya da yiyorlar. Ligde oynadıkları 20 maçtan 10’unda, kupada oynadıkları 4 maçtan 2’sinde, CL’de oynadıkları 6 maçtan 2’sinde son dakikalarda ya gol attılar ya da yediler. En dikkat çekenler ise 90.dakikada atılan golle 3 puanın geldiği 6.haftadaki Athletic Bilbao, 16.haftadaki Real Sociedad, 17.haftadaki Espanyol ve 20.haftadaki Malaga maçları.

Valencia’nın son dakikalarda gol olan maçları :

Lig :

* Valencia 1-1 Atl.Madrid (4.hafta) (83’ Aduriz - 18’ Simao)
* Valencia 2-1 Atl.Bilbao (6.hafta) (11’ Aduriz, 90’ Soldado - 90’ Gabilondo)
* Valencia 2-1 Almeria (13.hafta) (26’ 63’ Soldado, 90’ Ulloa)
* R.Madrid 2-0 Valencia (14.hafta) ( 74’ 87’ Ronaldo, 65’ - Albelda K.Kart)
* Valencia 3-3 Osasuna (15.hafta) (24’ Soldado, 32’ Stankevicius, 42’ Aduriz - 40’ Soriano, 60’ Flano, 87’ Aranda)
* R.Sociedad 1-2 Valencia (16.hafta) (23’ Prieto (pen) – 45’ T.Costa, 90’Aduriz)
* Valencia 2-1 Espanyol (17.hafta) (27’ Aduriz, 61’ Aduriz K.Kart, 90’Mata – 45’ R.Costa kendi kalesine)
* Levante 0-1 Valencia (18.hafta) (83’Mata)
* Valencia 2-1 Deportivo (19.hafta) (77’ Mathieu, 90’ P.Hernandez)
* Valencia 4-3 Malaga (20.hafta) (17’ Mata(pen), 52’Soldado, 67’Banega, 89’Aduriz – 10’Rondon, 15’ Demichelis K.Kart, 35’Rosario, 65’Rosario K.Kart, 79’Baptista)

Kral Kupası ve CL

* Valencia 4-1 Legrones (11.11.2010) (24’ 42’ Suarez, 34’Vicente, 86’ Feghouli - 3’Osado)
* Villarreal 4-2 Valencia (06.01.2011) (46’Cazorla, 49’ Rossi(pen), 63’Ruben, 90’Rossi – 5’ Banega, 23’ Soldado)
*Valencia 0-1 Man.Utd (29.09.2010) (85’ J.Hernandez)
*Valencia 3-0 Rangers (02.11.2010) (33’ 71’ Soldado, 90’ T.Costa)

by emyil07

GURBETÇİNİN DAMAK TADI-3


Gürbet’te yasamanin guzel yanlarindan bir tanesi, Turkiyede yasamayip yine de bir cok cesit Türk ürününün yasadigin ülkende kolayca satin alinabilmesi. Ama gurbetteki Türk firma sahipleri olayi daha ileri götürerek bana gore Türkiyede satilan sucuklardan daha leziz sucuk üretmisler. Su üstte gördügunuz sucuk paketini actiginiz vakit kendinizi yememekten alikoyamiyorsunuz ve o paket bir kac dakika içinde bitiyor. Fiyat olarak diger onlarca markanin iki kati olmasinin yani sira tat olarakta diger markalardan kat kat daha iyi.


by 22 yillik gurbetci Black Pearl

26 Ocak 2011 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜN ELİNDE PATLASIN






















Hollanda'da bir iş arkadaşı için doğum günü hediyesi alacağımız ilk gün. Geldiler durum böyle böyle dediler. Dedim "tamam veririz tabii, pastayı nereden alacaksınız?". Baktılar yüzüme, dediler "ne pastası Fred, pastayı biz niye alalım?"...E dedim doğum günü diyorsunuz, "yok pastayı kendisi alıcak". Ben de burada adet böyle galiba diye ses etmedim. Neyse efendim, bu doğum günü çocuğu, gitti 40 kişilik departmana 3-4 çeşit pasta aldı, aşağı yukarı 30-40 euroluk para ödedi. Sat geldi, toplandık bunun etrafında, yavşak doğum günü şarkıları söyleyerek, her çalışan kendi dilinde "iyi ki doğdun" diyerek pür neşe eğlendik. Sonra hediye zamanı geldi. Açtı bizimki. 40 kişiden çıka çıka 30 euroluk hediye çeki çıkmış. Şimdi hangi mağazanın çeki olduğunu hatırlamıyorum. Bazıları vermemiş, bazısı 1 euro vermiş, bazısı da 2 euro vermiş, 1 euroyu almış geriye o derece pintilik had safhada (Hollandalılarda bu gayet normaldir). Dolayısıyla bu arkadaş doğum gününde zararlı çıktığıyla kaldı.

Efendim Hollanda'da doğum günleri şöyle işliyor. Doğum günü olan paşa paşa iş yerine geliyor, doğum günü pastasını cebinden ödeyerek alıyor. Olursa akşam arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor. Gidilen mekan paralıysa giriş parasını da yine hem kendisi hem de arkadaşları adına ödüyor. İçeride içilen içki yenilen yemeği herkes kendisi ödüyor (e artık), gece sonunda da şanslıysa bu arkadaşın eline helalinden bir hediye çeki tutuşturuyorlar. Yüksek ihtimalle 2 kişilik yemek, olmadı masaj salonu, olmadı elektronik eşya. Bir hediye alıp verme geleneği burada yok. Aslında bir yandan bizim hediye kültürüyle bağdaşmasa da pratikte iyi, adamın eline veriyorsun Media Markt çekini gitsin ne halt yerse yesin gönlünce. Ama arkadaş pastayı ben aldım, eyvallah, giriş parasını ben ödedim eyvallah, e ben niye doğdum o zaman. Bir de bunu adamlara söylediğinde "nasıl yani, onun doğum günü, pastayı niye ben alıyorum?" diyorlar suratıma sert sert bakıp. Bir daha doğum günümün olduğu gün hastalık iznine ayrılırım 2-3 gün.

BELÇİKA'NIN CRUIJFF'U





















Belçikalılar aslında 2000'li yıllarn ortalarından sonra iyi bir jenerasyon yakaladılar ama bunu bir türlü pratiğe dökemediler. Kompany, Alderweireld, Vertonghen, Defour, Fellaini, Witsel, Hazard, Lukaku, Dembele, Boyata, Vermaelen genelde 20-25 yaş aralığında (Lukaku 17 yaşında) gezinen oyuncular. Dikkat edilirse bu kadro çok üst düzey bir yıldızı olmamasına rağmen bir raya geldiğinde iyi işler başarabilecek bir ekip. Ancak Belçika 2002 Dünya Kupası'ndan bu yana hiçbir uluslararası organizasyona katılamıyor. Aslında o turnuva, Kırmızı Şeytanlar'ın en iyi oynadığı turnuvalardan birisiydi. Gruptan çıktıktan sonra Brezilya karşılarına dikildi. Maçın ilk 60 dakkası boyunca ambacılara sahayı dar ettiler. Marc Wilmots'un attığı gol bugün hala bulunamayan bir gerekçe ile Jamaika'lı hakem Peter Prendergast tarafından iptal edildi. 62'deki Rivaldo golü de onları çözdü. O turnuvayı şampiyon olarak kapayan Brezilya Türkiye karşısında 2 maçta da çok zorlanmıştı ama Belçika'ya verdiği pozisyonları hiçbir takıma karşı vermemişti. Wilmots, Sonck, Verheyen, Goor, Mpenza kardeşler jenerasyonunun son işi olarak kalan o turnuvadan sonra Flamanlar yeni bir çıkış arıyorlar.

19 yaşındaki Kevin de Bruyne onların çıkardığı son yeteneklerden. 12 yaşında Gent altyapısına girdikten sonra orada 2 sezon oynadı ve 14 yaşındayken kendisine teklif yapan birçok Belçika kulübü içinde Genk'i seçti. 2008 yılından itibaren A takım formasını giymeye başlayan De Bruyne bugün takımın değişmez oyuncusu. FC Twente, Bayer Leverkusen, Bayern München, 1899 Hoffenheim, Everton, Standard Liege ve Anderlecht şimdiden peşinde. Fiyatının 8-9 milyon euro civarında olduğu söyleniyor. Genk daha önce Twente'nin yaptığı 5 milyon euroluk bir teklifi elinin tersiyle itti. 2015'e kadar Genk'le kontratı bulunuyor. 11 Ağustos 2010 tarihinde Belçika'nın Finlandiya ile oynadığı maçta ilk kez milli formayı giydi. Muhtemelen 3 Haziranda Brüksel'deki maçta Türkiye karşısında olacak.

Driblinglerinde oldukça etkili olması onun Cruijff ile karşılaştırılmasına neden oldu. Sağ ayaklı olmasına rağmen sol kanatta oynayan oyuncu Arjen Robben'in dünya futbolunda iyice parlattığı ters ayaklı kanat oyuncularından birisi. Yani çizgiye inmektense, topla ceza sahasının köşesini kesicek şekilde içeri kat edip kaleyi gören oyunculardan. Kariyeri onunki gibi Barcelona'ya doğru gider mi bilinmez. Barcelona'daki son Belçikalı 49 yıl önce o topraklarda forma giymişti. Bugün hayata veda etmiş olan Fernand Goyvaerts 1962-65 yılları arasında Katalanların formasını giymiş, sonra da ezeli rakip Real Madrid'e transfer olmuştu.

MERKEL SERVERLARI AYARLA, TWİTÇİ GELİYOR

























Twitter ağası Ryan Babel, Hoffenheim, tam adıyla TSG 1899 Hoffenheim'a transfer olduğunda Bundesliga tarihindeki 78. Hollandalı oldu. Hoffenheim'da ise ilk kez bu ülkeden bu oyuncu yer alacak. 1963-64'te Bundesliga'nın resmen başlamasından beri 77 Hollandalı sahne aldı ligde. Şu anda da halen o ligde kontratı devam eden 10 oyuncu var. Khalid Boulahrouz (VfB Stuttgart), Edson Braafheid (Bayern München), Roel Brouwers (Borussia Mönchengladbach), Romeo Castelen (Hamburger SV), Eljero Elia (Hamburger SV), Tobias Levels (Borussia Mönchengladbach), Joris Mathijsen (Hamburger SV), Marcel Meeuwis (Borussia Mönchengladbach), Ruud van Nistelrooy (Hamburger SV) ve Arjen Robben (Bayern München). Belirtelim 23 yaşındaki Boy Deul da Bayern Munich ikinci takımının bir oyuncusu ama kontratı amatör statüde olduğu için yukarıdaki listede yok.

1966-79 yılları arasında Rot-Weiss Essen ve Borussia Dortmund Willi Lippens Bundesliga tarihindeki en üretken Hollandalı. Aslında Almanya doğumlu olan oyuncu, 242 Bundesliga maçında 92 gol atmıştı. Aşağıda Top 10 oyuncuyu görebiliriz. Arjen Robben geçtiğimiz hafta sonu Kaiserslautern'e attığı golle 25 maçtaki 11. golüne ulaştı ve listeye 10. sıradan girdi. Aşağıdaki listede olmayan, nam-ı diğer "Hollanda'nın Franz Beckenbauer'ı" Kees Bregman'ı da unutmamak lazım. Tam 10 sezon boyunca Duisburg, Arminia Bielefeld ve Fortuna Köln formalarını giymişti.

EZELİ REKABET-74




















Hayır Manchester United vs. Manchester City değil. Katar vs. Abu Dabi. Haftaya BirGün'deki köşeye taşıyacağız bu işi ama Avrupa'nın basın-yayın organlarında her fırsatta yerin dibine batırdığı ve potansiyel terörist ilan ettiği bir coğrafyadan çıkan sermayeye böyle kucak açması, hele hele "futbolun beşiği"nin, kollarını açıp beklemesini hep ironik bulmuşumdur. Bu da son ürünü. Ortadoğu petrol rekabeti dedikodular doğru çıkarsa artık Manchester'da devam eder.

BARCA 100'E DAYANDI
























Cok fazla uzerinde konusmayayim artik, zira "Barcelona cok abartiliyor"dan baslayan yorumlar "Kasimpasa deplasmaninda zorlanirlar"a dogru meyilleniyor tartisma ilerledikce. Sadece bir rakam verelim ve cekilelim. Copa del Rey'de Almeria karsisina cikiyor Katalanlar. Bugun son maclardaki performansi bozmayip en az 3 gol atarlarsa, bu sezonki tum kupalardaki maclarin toplaminda 100 gole ulasiyor. 34 macta 97 gol attilar. Bu 34 mac La Liga, Copa del Rey, Sampiyonlar Ligi v Ispanya Super Kupasi'nin toplami. Mac basi 2.85'lik bir ortalama. Messi 33 golle zirvede. 19 gol La Liga, 5 gol Kral Kupasi, 6 gol Sampiyonlar Ligi ve 3 gol Super Kupa'da. Guardiola kendisiyle yarisiyor. 2008-09 sezonunda 62 macta 158 gol atmislardi (oha). Daha ocak ayinda 150 gole ulasmak uzereler, Bu ortalama onlari 180 gole vardirir ama sezon sonuna dogru elbette gol sayisi dusecek. Yine de 158'i gececekler gibi duruyor.

Bu arada Turkiye'de her gecen gun artan Barcelona antipatisini de kesinlikle anliyorum. Mazlumun yaninda olan Turk halki elbette surekli kazanan Barcelona'ya karsi bir yerde cephe alacakti. Ornegin, duygusal yonu zayif, hatta soyleyeyim "duygusuz materyalistler ordusu" olarak abartmayla beraber niteleyecegim Hollanda halki bu ozelliklerinden oturu Barcelona'ya bagiriyorlar. Her maclarini 10-0 alsalar oturur izlerler keyifle. Ben de Barcelona'' yi surekli kazanirken izlemekten cok zevk almiyorum ama bu onlarin, zamanlarinin ustunde (belki de altinda demeliyiz) bir takim oldugu gercegini degistirmiyor. Bunu kabul edelim.

ADAPTATION: 20

















Milan'daki 13. Hollandali oldu Mark van Bommel. Marco van Basten, Ruud Gullit, Frank Rijkaard, Jaap Stam, Patrick Kluivert, Edgar Davids, Klaas-Jan Huntelaar, Winston Bogarde, Michael Reiziger, Clarence Seedorf , son transfer Urby Emanuelson ve "orada olmayan adam Harvey Esajas" bundan once Rossoneri'nin oyunculariydi. Transfer dun gerceklesti. Van Bommel, Sampdoria ile oynanacak Italya Kupasi ceyrek final maci icin aninda Genoa'ya uctu ve bircok futbolcusu eksik olan Milan'da, az once baslayan macta ilk onbirde sahada. Milan'da Clarence Seedorf, Alessandro Nesta, Andrea Pirlo, Rodney Strasser, Gianluca Zambrotta, Kevin-Prince Boateng, Marco Amelia, Marek Jankulovski ve Filippo Inzaghi forma giyemiyor. 2006'dan beri Bayern Munich formasi giyen Hollandali'nin Alman takimindaki karnesi yukarida. Mac ve gol sayisinin altinda kupa istatistikleri de var. 2'ser tane Bundesliga, Almanya Kupasi ve Super Kupa sampiyonlugu.

Bu arada Barcelona-Milan hattinda yol alan Hollandalilarla alakali da bir ara bir seyler karalamak lazim.

24 Ocak 2011 Pazartesi

UZAKDOĞU'NUN YETENEKLERİ





















20 Ocak 2011 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Bir Uzakdoğu takımının ilk katıldığı Dünya Kupası olan 1954 İsviçre’ye Güney Kore ulusal takımı tamamı yurt içinde oynayan oyuncularla gitmişti. Zaten çoğu Seul ordusunun oyuncularından oluşuyordu. 36 yıl sonra takımın durumunda bir değişiklik yoktu. 1994’te ilk kez yurt dışına gönderdikleri 2 oyuncuyla gittiler kupaya. 1998’de Japonlar ilk kez aynı arenada sahne aldıklarında Kore’nin kaderini paylaşıyorlar ve kadroda hiç lejyoner bulundurmuyorlardı. O tarihten sonra, özellikle de 2002 Dünya Kupası’na ortak ev sahipliği sağlanması ile bu 2 coğrafyanın oyuncuları batı ve doğu yönlerine doğru hareket etmeye başladılar. Bugünlerde devam eden 2011 Asya Kupası’nda ise her 2 ülkede 10’ar tane yurt dışında oynayan oyuncuyu kadrolarında bulunduruyorlar. Dünya futbolunun önde gelen yıldızları arasında artık Ji-Sung Park, Keisuke Honda, Shinji Kagawa gibi oyuncular da var ve onları da izleyen oyuncular olacak gibi görünüyor. Zira her 2 ülke de 90’ların ortalarında liglerini modernize ettiler, profesyonel statü kazandırdılar ve aynen 4 sene sonra Almanya’nın yapacağı gibi Dünya Kupası kartını çok iyi oynadılar. Bu işin altını biraz eşelemek lazım.

Japon Ligi 5 aşamalı bir sistemden oluşuyor. İlk 2 kademede J1 ve J2 yer alıyor. Bu ligler arasında yükselme ve düşme kriterleri bildiğimiz Avrupa sistemiyle işliyor. Ancak üçüncü kademe olan Japon Futbol Ligi’nden, J2’ye yükselmenin kriteri sadece toplanan puanlara bağlı değil. Kulübün profesyonel konuma geçme şartlarını taşıması, dahası yerel yönetimden, taraftar organizasyonlarından ve ana sponsorun dışındaki diğer sponsorlardan destek alması şart koşuluyor. Böylece profesyonel statüdeki takımların başarı hayaliyle ekonomik açıdan tepetaklak olmaları engellenmiş oluyor. İlk 2 kademeden aşağı olan liglerde yarı-profesyonel ile amatör takımlar ama daha da önemlisi üniversite takımları mevcut. Japonya’da yetişen bütün oyuncular bu okulların bünyesinde futbol hayatlarına başlıyorlar. Asya Kupası kadrosundaki 14 oyuncu profesyonel takımlardan önce bu yüksekokul ve üniversitelerde futbol oynayarak kariyerlerine hazırlandılar.

Güney Kore’de ise sadece en üst kademe olan K-Lig’in profesyonel, altındaki Kore Ulusal Ligi’nin yarı-profesyonel, 2007 yılında kurulan K3’ün ise amatör statüsü var. Bu ligler arasında yükselme ve düşme puan usulüyle değil, aynen Japonya’daki gibi ekonomik kriterler ve yönetimlerin desteği ile sağlanıyor, örneğin topladığı puanlarla bir üst lige yüksemeye hak kazanan takımlar bunu reddedebiliyorlar (buna benzer bir durum Hollanda 2.ligi ve altında yer alan amatör ligler için de geçerli). Ancak burada asıl önemli olan 2008 yılında kurulan ve tamamen üniversite takımlarının mücadele ettiği U-ligi. Kurulduğunda 10 takımın mücadele ettiği ligde bugün 67 üniversite mücadele ediyor. Bu takımların arasındaki yapı oturtulmuş durumda ve gençler daha o yaşlarda rekabet ortamına giriyorlar. Örneğin ligin son şampiyonu Yonsei Üniversitesi ve o okulun her alandaki rakibi Kore Üniversitesi bugün milli takıma 1’er oyuncu veriyorlar. Celtic’li Cha Du-Ri Kore Üniversitesi mezunu. Toplamda ise Güney Kore milli takımının Asya Kupası kadrosunda tam 18 tane üniversite kökenli oyuncu bulunuyor.

Uzakdoğunun 2 lider ülkesi kurdukları bu yapıdan çıkan yetenek adaylarını, çok da sıkı olmayan ve henüz Avrupa’daki gibi rakibin hareket alanını kısıtlamayı öngören taktiklerin çok revaçta olmadığı taktikle dizilişlerin yer aldığı futbol liglerinde işliyorlar. Böylece oyuncular kendini geliştirme imkanları buluyorlar. 5-6 yıl önce bu oyunculardan bazıları Avrupa’ya gittiğinde uyum sağlayamıyordu. Örneğin Junichi Inamoto, 2002 Dünya Kupası’nda takımın önemli hücum güçlerinden birisiydi. Ama Avrupa’da defansif bir orta saha oyuncusuna dönüştü. Ancak aynı yılların oyuncularından Shinji Ono oyun karakterini korumayı başardı. Son yıllarda ise ibre tamamen onların lehine dönmüş durumda. Guus Hiddink’in, 2002 Dünya Kupası’yla başlattığı fikir atılımı, onu izleyen teknik adamlarla devam ettirildi. Tabii bu aşamada Şenol Güneş’in adını da anmamız gerekiyor. FC Seoul’ün başında olduğu 2 sezon boyunca ilk kez kadroya aldığı genç yeteneklerden Ki Sun-Yueng, Lee Chung-Yong bugün Britanya’da forma giyiyorlar. 21 yaşındaki Lee Seung-Yeoul da transferini bekliyor. Beckenbauer tarafından Ülkenin en büyük futbol efsanelerinden Cha Bum-Kun’a benzetilen 18 yaşındaki Son Heung-Min Hamburg kariyerine çok iyi başladı.

Japonlarda da durum farklı sayılmaz. Honda ve Kagawa’nın bugünkü durumlarından bahsettik. Schalke’li Uchida, Honda’dan sonra ikinci Japon keşfini yapmaya hazırlanan Venlo’dan Yoshida, Wolfsburg’lu Hasabe ve Stuttgart’lı Okazaki Japonların uluslararası yıldızlarından birkaçı. Bu 2 ülkenin yarattığı sistem onların kendi kıtalarında da başarılı olmalarını sağladı. Güney Kore ve Japonya Asya Şampiyonlar Ligi’nin son 5 şampiyonunu çıkardılar ve toplam şampiyonluk sayısında da ilk 2 sırayı paylaşıyorlar. Özellikle Batı Asya’nın Arap kökenli takımlarına büyük bir üstünlük kurmuş durumdalar.

Birleşik Amerika’daki üniversite-draft-profesayonel takımlar basamaklarını futbola yerleştirerek yıldızları çıkartan Güney Kore ve üniversite altyapısına aynı derecede önem veren Japonya, Avrupa devlerinin sadece forma satmak ve hazırlık maçı yapmak için ziyaret edilen ülkeler olmaktan çıktılar. Şampiyonlar Ligi şampiyonunu çıkarmasına rağmen o takımın ilk 11’ine hiçbir oyuncu sokamayan İtalyanlar Dünya Kupası grubundan çıkamazken, oyuncularının yurt dışında oynama sayısı açısından önünde olan bütün takımların gerisinde kaldı. Japonya ve Güney Kore ise son 16 takım arasındaydılar. Sırada Çin’in beklenen yükselişi var. Sonra da kimbilir Kuzey Kore...

23 Ocak 2011 Pazar

DUZENSIZ DUZENSIZLIK
























Gheorghe Hagi'nin ilk yarida ardarda kaybedilen maclarin ardindan, hafif de kizginlikla yaptigi "bazi oyuncularin saha icindeki davranislari normal degil" aciklamasindan sonra bugunku kadronun ortaya cikardigi 2 ihtimal var. Ya Hagi o soyledikleriyle sadece Misimovic'i kastediyordu ya da kendi kendini yadsiyor. Ikisin de problem var. Eger birincisi ise, Misimovic'in o donemde saha icinde, kendisini kadro disi birakacak kadar kotu bir oyunu yoktu (daha dogrusu her mevkiisi cokmus takimin sebebi degildi). Ikincisi ise bir teknik adamin henuz 1 ay icerisinde kendi soylediklerine karsi cikmasi demek. Ornegin ayni konusma sirasinda yaptigi "kiralik oyuncu istemiyorum" cikisinin ardindan Insua'ya hala sans veriyor. Burada muallak kalmis bazi noktalar ve muhtemelen hicbir zaman da aciga kavusmayacak. Culio'nun transferi Misimovic'in takima donusunu oyun anlayisi bakimindan da imkansiz hala getirdi nerede ise. Baros'un ayrilmasi halinde Galatasaray sadece 2 ay icinde Elano-Misimovic-Baros uclusunden muhtemel Yekte-Culio-Stancu (Kazim) uclusune donusmus olacak ki onemli bir gosterge bu.

Genelde saha ici felsefeleri ve dizilisleri oturmus olan takimlar, tribunde herhangi bir acidan ya da mac icinde pilot kameradan bakildiginda profillerini ortaya cikartan takimlardir. Bunu oturtamamis takimlarda ise mevkiiler cogu zaman icice gecmistir ve bunun duzenli bir duzensizlik olmadigi, ornegin ViktorMaslov'un 50'lerin sonlari, 60'larin baslarindaki Torpedo Moskovasi gibi surekli sirkulasyon icinde islemedigi de aciktir. Galatasaray'in ilk yaridaki futbolu bu duzensizliklerin de bir kurbaniydi. Takim oyuncu profilleri acisindan bakildiginda 4-2-3-1 dizilisini uygulamak icin sahadaydi. 4'lu defansin onundeki Baris ve Ayhan'in onunde'solda Emre Colak, sagda Yekta, ortada Culio, ucta da Kazim yer alacakti. Ancak macin ilk dakikasindan itibaren Baris Ozbek'in rakip sahanin ortasina cok sik girisi Ayhan'i defansif orta saha gorevinde cok sik yalniz birakti. Ama Baris'in bu cikisinin bir baska problemi vardi, o da forvet arkasinda, sahte 10 numara olarak oynayan Culio'nun cok sik Kazim'in bolgesine sizmasiydi. Boylece 4-2-3-1, istemdisi bir 4-1-3-2'ye dustu.

Bu donusumun ortaya cikardigi bazi sorunlar da kendiliginden olustu. Ilki Baris Ozbek ve Ayhan Akman'in hem bireysel olarak ustun yeteneklere sahip oyuncular olmamasi, hem de Xavi-Iniesta (hadi bu ornegi vermek cok zorlamak olacaksa), gectigimiz Sampiyonlar Ligi finalindeki Cambiasso-Zanetti, Khedira-Schweinsteiger orneklerinde oldugu gibi aralarinda iyi bir alisveris gorulmemesinin getirdigi yaraticilik eksikligiydi. Buna bir de Galatasaray topu ayagina aldiginda Baris Ozbek'in sag kanata deplase olmasi ve Emre Colak'la, Yekta'nin ortaya katetmesi eklendi. Bu tabii Ayhan ve Baris'in yaraticilik eksikliginden haberdar olan Hagi'nin bilincli bir tercihi olabilir (gerci Baris bugun takimin tek ciddi sutunun sahibi, bircok kritik pasinin arkasindaki adam ve golun asistini yapan isimdi, Feldkamp'in onu ilk getirdigi gunlerdeki gibi oynadi). Ancak defans hattiyla, forvetin arasindaki 5 oyuncunun yarattigi gereksiz duzensizlik Kazim'in da pasifize olmasina sebep oldu. Macin basinda, ozellikle Yekta'nin yarattigi hareketlilik ve baski da yerini durgunluga birakti. Ustelik bu karmasanin defans hattina da olumsuz bir etkisi vardi ki, Emre Colak'in top ayagindayken, yaptigi gereksiz katetmeler Hakan Balta'nin onun yerini doldurmak icin cok sık ileri cikmasina ve yarattigi bos sol koridora Servet Cetin'in tek basina onlem almasina sebep oldu. Bu sistemin ilk yarida pozisyon bulmasi cok zordu. Olmadi zaten.
























Ikinci yari ise Mehmet Nas ve Kamanan'in girisinin 2 onemli etkisi oldu oyuna. Birincisi Pedriel'in cikip Mehmet Nas'in girmesiydi ki Nas, Hakan Balta'nin ikinci yarida da suren cikislarinin donusunu iyi kullanamadi. Ikincisi de rakibi durdurmayi dusunen Riza Calimbay'in ikinci yarida fikrini degistirip Hayrettin-Kamanan degisikligine gitmesiydi ki bu da Baris Ozbek ve Ayhan'in uzerindeki etkiyi azaltti. Baris'in ikinci yarida takimin her tehlikesinde isminin olmasinin etkisi de buydu biraz.

Galatasaray'in hala onemli sorunlari var. Ornegin durum 0-0'ken Mehmet Yildiz'in yakaladigi pozisyonda Ayhan'in yaptigi kovalama hatasi Galatasaray'in son 2 ayda en cok rakip kaleye gitme israrinin oldugu maci kabus sekilde bitirebilirdi. Bu tur takimlarin, ustelik Galatasaray gibi istikrara son derece muhtac takimlarin dizilis ve oyun planini oturtmalari icin uzun bir zamana gerek var. Ozellikle de teknik direktorunun, futbolcusunun ve tribununun kafasini karistirmaya bu kadar meyilli bir yonetimi olan Galatasaray'in. Hagi'nin "topu yere indirmek istiyoruz" demecine de alkisi yollayalim. Galatasaray'da, Blackpool'un yeni sihirbazi Charlie Adam veya Fulham'in gectigimiz yilki uzun top uzmanlari Danny Murphy ve Clint Dempsey olmadigina gore secmek zorunda oldugu yol belli.

UTRECHT:3 - AJAX: 0




















Gecen sezon 2 golle gectigimiz Ajax'in tarifesini 1 gol artirdik. 2. yari Ajax cok adamla ama etkisiz saldirirken Demouge'nin arkasinda oynayan Asare biraz daha oyun zekasi yuksek bir oyuncu olsaydi bugun skorbordda 3 degil, 5-6 yaziyor olacakti. Bu da iyidir, onu da seneye hallederiz...Ajax'da Aras Ozbiliz son 20 dakika, Utrecht'te gecen hafta 3 puani son dakika goluyle getiren Atilla Yildirim son 5 dakika sahadaydi. Bu is Dam Meydani'nda Madame Tussaud'ya gidip balmumu heykellerle fotograf cektirmekle olmuyor. Seneye yine bekleriz efendim

Bu arada Feyenoord icin artik ne diyeyim bilemiyorum. Doetinchem'in ciftcileri De Graafschap'a, "efsane Feyenoordlu" Coen Moulijn'in oncesinde anildigi macta 1-0 maglup oldular. Hem de De Kuip'te. Bu kulube iyi bir supurge lazim, yoksa duzelecekleri yok.

TÜRK FUTBOLUNUN ABSÜRD KARAKTERLERİ: YURDEŞEN KARAHASAN

























Türk futbolunun bilinen, ilk esaslı kaçırma hikayesi Hasan Vezir'e aittir. Buna göre meşhur 3-0'dan 4-3'lük maçta Galatasaray kalesine 3 gol sallayan Hasan Vezir, efsaneye göre bir gece eşiyle dondurma yemekten dönerken kapısını Galatasaray'dan geldiklerini söyleyen adamlar çalmış ve Hasan'ı arabaya attıkları gibi Yurdeşen Karahasan'ın Antalya'daki yazlığına götürmüşlerdir. Burada ricadan tehdite kadar varan bir dolu uygulama ve Karahasan'ın telefonlarıyla pes eden Hasan Galatasaray'a imzayı atmış, bunun üzerine o sezon başı göreve getirilen Alman hoca Sigi Held, (Galatasaray'dan önce 1990 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye'nin gruptaki rakibi olan İzlanda milli takımının hocasıdır) Fotospor'a "Galatasaray kağıt üzerinde şampiyondur" demecini vermiş ama sezon sonunda Beşiktaş'ın 12 puan arkasında dördüncü olunca görevinden kovulmuştur. Ancak bu transferin daha önemli yanı Hasan'ın Galatasaray formasıyla Fenerbahçe karşısına çıktığı ilk maçta, Fenerbahçe ağlarını sarsmasıdır. Berbat geçen maçın 90. dakikasında kale sahası içinde topla buluşan Hasan topa kafasıyla dürtmüş ve Galatasaray o yıllarda genelde 5 gol yiyerek ayrıldığı Fenerbahçe maçlarından galibiyetle ayrılmıştır. İşte Yurdeşen Karahasan böyle bir adamdır.

Karahasan'ın bir başka icraatı UEFA Kupası'nı kaldıran kadronun 2 önemli adamı (forvet hattı), Arif Erdem ve Hakan Şükür'ü kaçırmasıdır. Özellikle Hakan Şükür Torino'ya transferi belli olduğunda Şansal Büyüka'nın henüz başladığı Maraton programına çıkmış, elinde tuttuğu kağıt parçasıyla her zaman olduğu gibi Galatasaray yönetimin kırgın olduğunu, kendisini istemeden sattıklarını söylemiş (buna rağmen Torino'da çekilen FIAT reklam filminden paraları cebe indirirken kırgınlığını dizginlemiştir), programda Yurdeşen Karahasan'ın gitmeden önce kendisine yazdığı mektubu, Şansal Büyüka'nın büyük ısrarlarıyla yaşlı gözlerle okumuştur. Ardından Torino'dan "Rizzitelli'nin kendisine pas atmadığı ve çok yalnız olduğu" gerekçesiyle ayrılan Hakan'ı Türkiye'ye getiren yine Karahasan olmuştur.

Karahasan, bu kaçırma ekolünü öyle sağlamlaştırmıştır ki, bunu yıllar sonra Abramovich'in Chelsea'si dahi uygulamıştır.

Chelsea'de Yurdeşen Karahasan Ekolü

Türk Futbolunun Absürd Karakterleri: Erol User

DEVRİM!!!

























Yıl 1928 - Mustafa Kemal Atatürk, Harf Devrimi
























Yıl 2011 - AKP, F Klavye Devrimi

Durmadan yola devam eden partiden çok yakında Commodore teyplerini geri getirmesini diliyoruz...Daha kafa ayarını tam oturtamadık

22 Ocak 2011 Cumartesi

LONDRA TARAFTAR HARITASI



















Londra ile ilgili taraftar haritalari yayinladik daha once, asagida linkleri gormek mumkun. Bu da bir digeri. Londra'da taraftar yogunluguna gore cografyaya dagilimi gosteriyor. Genelde gorulen egilim stadyumlarin etrafinin o stadyumun ait oldugu taraftarlarca doldurulmasi. Zaman zaman capraz seklindeki seritleri de goreceksiniz ki bunlar her iki taraftar grubunun esit sayida oldugu bolgeler. Ornegin Kuzey Londranin batisi Arsenal (Islington [Is],Camden [Ca] ve Barnet FC'nin de bulundugu Barnet) dogusu Spurs (Enfield [En], Haringey [Hr] ve Hackney [Hc] ve Westminster'in buyuk bolumu) tarafindan isgal edilmis ama o bolgenin en kuzeyinin iki takimca paylasildigini goruyoruz.

Doguda net bir West Ham ustunlugu var. Havering [Ha], Barking and Dagenham [BD], Redbridge [Rb], Newham [Nh] ve Tow er Hamlets [TH] bolgelerini hakimiyetine almis. Ancak Dagenham bolgesini, Dagenham and Redbridge kulubu ile paylasiyor. Merkezde Fulham Thames nehri muhitini, Chelsea ise Kensington and Chelsea, Hammersmith'in bir bolumu, Barnet [Ba], Brent'in buyuk bolumu [Br], guneyde Kingston upon Thames [KT], batida Lambeth'i [La] almis ama Lambeth'i Millwall, batida Hillingdon (Hi) ve Ealing'i (Ea) QPR ile paylasiyor. Chelsea'nin merkezdeki rakibi Fulham ise Hammersmith'in kalan bolgesi, Fulham [HF] (Thames'in kuzeyde kalan bolumu), Wandsworth'un buyuk bolumu ve Richmond upon Thames'da [RT] (Thames'in guneyi) hakim takim.


Londra Memnuniyet Haritasi

RETURN OF THE KING