31 Ağustos 2009 Pazartesi

TEKERRÜR

















Modern futbolun kritik teknik direktör hamleleri serisinin 10. halkasından.

17 Mayıs 2006. Yer St. Denis Stadyumu. Barcelona-Arsenal Şampiyonlar Ligi finali. Skor Arsenal: 1 - Barcelona: 0

Dakika 46: Edmilson oyundan çıkar-Iniesta oyuna girer
Dakika 61: Van Bommel oyundan çıkar-Larsson oyuna girer
Dakika 71: Oleguer oyundan çıkar-Belletti oyuna girer

Maç sonucu: Arsenal:1 - Barcelona:2

Değişiklik raporu:

Larsson: 2 asist
Belletti: 1 gol
Iniesta: İlk golün hazırlayıcısı

------------------------------------

Tarih 31 Ağustos 2009. Yer Ankara Asaş Stadyumu. Ankaraspor-Galatasaray Turkcell Süper Lig maçı. Skor Ankaraspor: 0-Galatasaray:0

Dakika 59: Elano oyundan çıkar-Kewell oyuna girer
Dakika 59: Baros oyundan çıkar-Nonda oyuna girer
Dakika 72: Keita oyundan çıkar-Aydın oyuna girer

Maç sonucu: Ankaraspor: 0 - Galatasaray: 2

Değişiklik raporu:

Kewell: 1 gol
Nonda: 1 gol
Aydın: 1 asist

.....ve bu hikaye sürer gider....O sırada Etiler'de oturan bir spor yazarı, ertesi gün gazetede "İşte ben söyledim, Keita'yı Rijkaard sevmiyor, Aydın kenarda göründüğünde Keita çıkacak diye evdekilere söyledim" cümlesini yazmaya hazırlanmaktadır....Backspace tuşu devreye girer.......

TEXAS'LI KOVBOY ÇİZMESİNİ BEĞENDİ

Geçtiğimiz ay içinde dünya futbol basınında, geleceğe yönelik bir haber olması sebebiyle çok fazla gündemde tutulmayan ama aslında önemli bir haber yer aldı. İtalyan A.S. Bari kulübü, merkezi ABD'de bulunan JMJ Holding'in başkanı Timothy L. Barton tarafından satın alındı. Bari başkanı Vincenzo Matarrese, bir süredir görüştükleri Amerikan firmasıyla anlaştıkları ve satışın 31 Ekim 2009 tarihinde tamamlanacağını açıkladı. Bu önemli bir haber. Zira 31 Ekim tarihinde Serie A kulüplerinin başkanları içindeki tek Amerika'lı olacak Barton, aynı zamanda Bari kulüp tarihinde İtalyan olmayan ilk başkan. Bu kulübe önemli bir yatırımın da yapılması anlamına geliyor elbet. Tabi bu yatırımın öncesinde kulübü kısaca bir mercek altına alalım.

15 Ocak 1908 yılında kurulmuş olan bir kulüp Bari. Kuruluşunda Alman Floriano Ludwig ve İsviçre'li Gustavo Kuhn gibi isimlerin önemli rol oynaması onların geçmişinde de yabancı isimlerce yönetilmeye çok da yabancı olmadığını gösteriyor. Bari 100 yıl boyunca Serie ve B arasında mekik dokumuş bir ekip. Serie A tarihindeki en iyi dereceleri 1947 yılında elde ettikleri yedincilik. Tam 13 kez Serie A'ya yükselmiş ve aynı sayıda da Serie B yolunu tutmuş, hatta 1974 yılında Serie C'ye kadar düşerek dibi görmüş bir kulüp. Yani asansör takım yakıştırmasını hafiften hakediyorlar. Juventus'un unutulmaz isimlerinden Antonio Conte, 2007 yılında takımın başına geçtiğinde, takım küme düşme hattındaydı. Orta sıralarda ligi bitirdiler. Geçtiğimiz yıl ise Serie B şampiyonu olarak Serie A'ya bir kez daha merhaba dediler. Ancak Conte öne Juventus'un başına geçeceği dedikoduları ile daha sonra kendi yönetimiyle yaşadığı bazı fikir ayrılıklarıyla uğraştı ve bu sezon başında takımdan ayrıldı. Yerine İtalya'nın o kulüpten bu kulübüne savrulan 61 yaşındaki hocalarından Giampiero Ventura getirildi. Ventura'nın ilk iki maçta aldığı iki beraberlik şimdilik Bari'yi Serie A'ya ço kda fena olmayan bir başlangıca götürdü.

Vitali Kutuzov ve iki yıllık başarılı diyemeyeceğimiz Celtic macerasından sonra İtalya'ya dönen Massimo Donati gibi isimleri kadrosunda bulunduran Bari, kulübü 32 yıldır yöneten Matarrese ailesinden sonra Amerika'lı Barton'a emanet olacak. Matarrese hanedanının başında 1908-77 yılları arasında yaşamış ve endüstri-inşaat sektörlerinde faaliyet gösteren Gruppo Matarrese SpA'nın kurucusu Salvatore Matarrese var. Antonio Matarrese 1977-83 yılları arasında Bari'nin başkanlığını yürüttükten sonra son 26 yılda koltuğu Vincenzo'ya bırakmış. Hanedan 2 ay sonra bu uzun dönemi kendi elleriyle bitirecek.













Timothy L. Barton'ın başkanı olduğu JMJ Holding 1990 yılında Dallas, Texas'ta kurulmuş ve hisse senedi piyasasında global çalışan bir şirket. Barton şirketin kurucusu, yönetim kurulu başkanı ve CEO'su. AS Bari'nin satış rakamı henüz açıklanmadı ama gelecekteki başkan şimdiden "Bari'yi Avrupa'nın önde gelen kulüplerinden birisi haline getirmek için çalışacağız" diyor. Kısacası minyatür bir Abramovich atılımı görebiliriz. Geçtiğimiz yıl JMJ Holding 2 milyar dolarlık bir portföyü yönetiyordu. Bunun çizmeye yansımasını göreceğiz.

2 EFSANENİN DOĞUŞU















Anlatacağım hikayenin kahramanları Altaylı ancak başlıktaki efsaneler, Türk futbolunun bir dönemine damgasını vurmuş ve o zaman futbol oynayan Altaylıların bugün dahi final maçında kurayla kazandıkları kupayı büyük bir gururla anlatmasını sağlayan Göztepe ve yine aynı şekilde geçmiş zamanlarda büyük bir taraftar kitlesi olan ve FC Barcelona'nın da kardeş kulüp seçtiği Altınordu.

Öncelikle şunu belirteyim ki Altınordu'nun resmi sitesine girdiğimde benim anlatacağımdan çok farklı bir kuruluş hikayesi gördüm.Ben yine de kaynağıma güveniyorum.1923 yılında cumhuriyet kurulduktan sonra Altay takımı, sporcuları ve yöneticileriyle beraber Ankara'ya ziyaret düzenliyorlar. Takımla beraber hatıra fotoğrafı çekilecekken kravatsız futbolcular olduğunu gören yöneticimiz, onları uyarıyor ve Altay adabından bahsediyor. Bu futbolculardan biri de kaptan Hamit ve kaptan bu uyarıya çok alınıyor. Daha sonra yönetimden başka kişilerle yaptığı konuşmalarda kendisine arka çıkılmadığını gören Hamit, takımdan bazı arkadaşlarını da yanına alıp İzmir'e dönüşte Altınordu Spor Klübü'nün kuruluşuna önayak oluyor. Altınordu kurulduktan kısa süre sonra vali tarafından isim değiştirip Üçokspor adıyla mücadele etmeye zorlanıyor. Tekrar kendi ismine kavuştuktan sonra ise tüm İzmir'e hitap etmeye başlıyor ve İzmir'in en çok taraftara sahip kulubü oluyor. Gerçekten de şu an İzmir'de 40 yaşın üzerinde olan futbol izleyicilerinin çoğu bir dönem Altınordu'yu desteklemişler.
























Gelelim ikinci hikayemize.Sene 1925 aylardan Haziran. O zamanlar GSM operatörleri olmadığından süper lig yok. Osmanlı Bankası sponsorluğunda İzmir mahalli ligi oynanıyor. Altaylı taraftarlar da takımlarını desteklemek için Gül Sokak'ta toplaşıp 4 otobüsü doldurmuşlar, artık deplasman Aydın mıdır yoksa Bornova mıdır bilemiyorum yola çıkıyorlar.Hava çok sıcak,maksimum hız saatte 10 kilometre, otobüslerde klima yok, Adi Dassler henüz clima cool teknolojisini üretmemiş.Hal böyle olunca sinirler de gergin oluyor tabi ve yolda öndeki iki otobüsle arkadaki iki otobüs arasında kavga çıkıyor.-Hikayeyi yaş olarak büyük Göztepeli ve Altaylı kişilere onaylatmama rağmen kavganın sebebini öğrenemedim.- Bu kavga sonucunda arkadaki iki otobüsteki taraftarlar kafileden ve camiadan ayrılıp Güzelyalı'ya dönüyorlar ve takımdan bazı futbolcuları da yanlarına alarak Göztepe'yi kuruyorlar.Göztepe ilk kurulduğu yıllarda fazla varlık gösteremese de 40 lı yıllardan sonra isminden sıkça söz ettiriyor.Özellikle 60lı yıllardaki Fuar Şehirleri Kupası(UEFA)'nda yarı final oynayan takım bugün bile efsane olarak anılıp saygı görüyor ve tezahüratlarda anılıyor.Bugün zaten futbol ve taraftar deyince akla gelen ilk takımlardan biri İzmir'in sarı-kırmızısı.

by Sercan Akan

LIEGE KASABI



Futbol sahasına bayağılı bulaştıranların adı her sene değişiyor ama maalesef hadiseler değişmiyor. Geçen yıl Martin Taylor ve Eduardo'nun başrollerde olduğu o görüntüden sonra bu sezonun hadisesi Belçika'dan geldi. Futbol sahasında şeref duygusunu ayaklar altına alan adamın adı Axel Witsel. Daha önce bir kaç kez konuştuk onun hakkında, yetenekli adamdır. Ama yetenek dün yaptığı hareketin yanında söz konusu bile olacak durumda değil. Dün Belçika'da oynanan dev mücadele, Anderlecht-Standard Liege mücadelesinin 26. dakikasında, taç çizgisi kenarındaki bir mücadelede Witsel, Anderlecht'in defans oyuncusu Marcin Wasilewski'nin bileğine kasti bir hareket yaparak kırılmasına sebep oldu. Görüntüler yukarıda (linki burada) ama bu tür pozisyonlara dayanamayanlar izlemesin tavsiye edeyim. Bu yüzden basında yer alan iç kaldırıcı resimlerden birine de yer vermedim. Hakem Efong Nzolo Witsel'e anında kırmızı kartını çıkardı ama, neye yarar Wasilewski 1 yıl kadar sahalardan uzak kalacak. Hatta futbol kariyerinin tamamen bitebileceği bile söyleniyor. 6-7-8...Kaç maç ceza verilirse verilsin bu hareketin bedeli olmayacak.

LIES LIES LIES




















Today, many newspapers reported that, Niko Kranjcar of Portsmouth will be transferred to our blue and white colurs.

Although our official web site denied these claims many times, a lot of newspapers continue to make false reports, and they're trying to push Chelsea FC and our fans into a confusion. We've been witnessing these intentional and false reports for some time.

We're really having a difficulty about understanding the actions of these people, that are disrespectful and not related to principles of intelligence , just to sell a few more newspapers.

We want you to make sure that, these newspapers will use headlines like "Ancelotti blocked Kranjcar transfer", "Last minute problem in Portsmouth", "Negotiations stopped"...etc.

It's our duty to warn our fans not to buy The Sun and The Times who's been using Krancjar's picture with Chelsea jersey for last couple of days.

To whom it may concern

Chelsea FC Board

-----------------------------------------

İyi mi? Tamam Türkiye'de futbol takımlarının web siteleri muhteşem tasarım örnekleri değiller. Tamam bu sayfalardan da daha önce bir kaç kez bunu eleştirdik. Hatta Fenerbahçe resmi internet sitesine bizim Canarino hem burada hem kendi blogunda değindi, ama bir kulübün resmi sitesinin girişinde "Yalan Yalan Yalan" yazar mı yahu? Candan Erçetin mi hazırlıyor resmi siteyi? Bakın yukarıda Chelsea versiyonunu yazdığımız ve çok abuk görünen haberin içeriğini hiç konuşmuyorum bile. "Bu bir tek bizde mi oluyor?" diye gelecek Fenerbahçe'li arkadaşlara şimdiden söyleyeyim, bir tek sizde olmuyor ama düzenli aralıklarla sizde oluyor. Zaten 3 büyük takımın her birinin, numune olarak alınıp incelenecek trajiklikteki taraftar siteleri var, bari resmi sitelerinin bir ağırlığı olsun. Bir kulübün, tüzel kişilik olarak en güncel yayın organının, ülkenin asparagas kralı tabloid basınıyla bu tür dilleşmelere girmesi, o kulübe yakışan bir davranış biçimi midir? Bu linki bana bir Fenerbahçe'li gönderdi, ben bir Galatasaraylıyım, bir Beşiktaş'lıya gönderdim ama hepimiz aynı şiddette güldük. Bu işte takım tutmaktan bağımsız bir problem var. Fenerbahçe resmi internet sitesinin kendisine acilen çeki düzen vermesi gerekiyor.

HOROZ-ÇÖPLÜK KORELASYON KATSAYISI

Geçtiğimiz yıl Galatasaray'lı taraftarların UEFA Kupası grubundan çıkış sonrası dile getirmeye başladıkları ve 90. dakikada gelen Bordeaux galibiyetinden sonra artık iyice yüksek sesle tekrarladıkları bir iddiaydı bu. Kupayı Kadıköy'de kaldırmak. Son UEFA Kupası'nın son maçı, yani bir tarihi kapatan maç Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'ndaydı ve Galatasaray (şehir açısından) kendi evinde oynanacak bu maçta kupayı kaldırmak istiyordu. Olmadı bildiğiniz gibi. Kupa finali bizim Kutsal Hatun Avcıları'nın deyimiyle Helga ile Olga'nın mücadelesine sahne oldu. Bu sene Kupa 1 ve Kupa 2 finalleri Madrid'deki Bernabeu ve Hamburg'daki HSH Nordbank Arena'da. Her 2 takım da finalleri kendi, stadyumlarında oynanacak kupalarda mücadele ediyorlar, yani kupayı kendi evlerinde kaldırma şansları var. Özellikle Kaka, Ronaldo ve Benzema transferleri Madridlilerin iştahını fena halde artırmış durumda. Bunun üzerine bir geçmişe gideyim dedim. Avrupa kupalarında, bugüne kadar oynanan finaller, ev sahipliği yapan şehir, stadyum ve kupayı kazanan takımlar arasındaki ilişkiye bir bakalım. Böylece kupayı kendi stadyumunda kaldırabilme ihtimali üzerien bir de sayısal tahmin yapabiliriz.

Şampiyonlar Ligi ve öncesindeki Avrpa Şampiyon Kulüpler Kupası'ndan başlayalım. 1955-56 sezonundan beri düzenleniyor bu kupa. Paris'in Parc de Prince Stadyumu'nda ilk kupayı kaldıran Real Madrid, 1 sene sonra bu sefer kendi evinde, Bernabeu'da başarıyı tekrarlamış ve bir Avrupa kupasını kendi evinde kazanan ilk takım olmuş. Ardından 1964-65 sezonunda Inter kupayı San Siro'da kaldırmış (ya da Giuseppe Meazza diyelim Interliler alınmasın). Ajax, 1971-72'de Feyenoord'un stadyumu De Kuip'te kupayı kazanmış. 1977-78'de Liverpool Wembley'de, 1996-97'de Borussia Dortmund Münih Olimpiyat Stadyumu'nda kupayı müzelerine götürmüşler. 12 yıldır da bu kupayı kendi ülkesi veya stadyumunda kazanan yok. Bu şu demek özetle. Kupa 1 tarihinde kupayı kendi ülkesinde kazanan 5 takım var. Kendi stadyumuna indirgediğimizde ise bu sayı sadece 2. Real Madrid ve Inter. Yani 44 yıldır hiç bir takım bu kupayı kendi stadyumunda kazanamamış.

İlk kupayı Paris'te kaybeden Stade Reims bir Fransız takımıydı. 1983-84'te Roma kendi evi Olimpico'da Liverpool'a kaybetmiş kupayı. 1985-86'da Barcelona, Sevilla'nın Estadio Ramón Sánchez Pizjuán Stadyumu'nda kupayı Steaua Bükreş'e kaptırmış. Kupa tarihinde finali kendi ülkesinde kaybeden 2 takım var anlayacağınız. Onlar da kendi stadyumlarından farklı yerlerde.

Gelelim UEFA Kupası'na. Burada işimiz kolay zira 1997-98 sezonu öncesinde UEFA Kupası finalleri çift maç usulü oynanıyordu. Son 11 yıldır ise artık tek maçlı finaller oynanıyor. Feyenoord bu kupayı kendi şehri ve stadyumunda kazanan tek takım. 2002'de De Kuip'te oynanan finalde Borussia Dortmund'u 3-2 mağlup edip mutlu sona ulaştılar. Sporting Lizbon'da kupa tarihinde kendi evinde final kaybeden tek takım. 2005'te Estadio Jose Alvalade Stadyumu'nda CSKA Moskova'ya 3-1 kaybettiler.

Son olarak artık oynanmayan Avrupa Kupa Galipleri Kupası'na bakalım. İlk kupa dışında tüm finaller tek ayaklıydı. West Ham United 1964-65 sezonunda Wembley'de 1860 Münih'i 2-0 mağlup ederek geleneği başlatmış. 2 sezon sonra Bayern Munih Nürnberg'de kupayı kaldırmış bu sefer. 1975-76'da Anderlecht Brüksel'in Heysel Stadyumu'nda, 1981-82'de Barcelona Nou Camp'ta kupayı kaldıranlar. Yani 4 takım kendi ülkesinde, Bayern dışında 3 takım kendi şehrinde ve sadece Barcelona kendi stadyumunda bu kupayı müzesine götürmüş.

1980-81 yılında Doğu Almanya takımı Carl Zeiss Jena, Düsseldorf'ta finali Dinamo Tiflis'e kaybetmiş ama bunu kendi ülkesinde kaybedilen bir final olarak saymamak lazım. Dolayısıyla bu kupanın finalini kendi ülkesinde oynayıp kaybeden bir takım bulunmuyor.

Toplama bakalım. Şampiyonlar Ligi (tüm kupa tarihi) tarihindeki 54 finalde kupayı kendi stadyumunda kazanan 2, kendi ülkesinde kazanan 5 takım var. 2/54 (%3.7) ve 5/54 (%9.2) gibi oranlar söz konusu. Real Madrid ve Bernabeu'nun bu sezonki durumu söz konusu olduğunda % 3.7 oranını almak lazım. Tabi Kaka ve Ronaldo bu oranı artırır mı göreceğiz. Hamburg'un şansına bakalım. Orada da 1/12 gibi (8.3) gibi bir oran var elimizde.

Kısacası tüm Avrupa kupaları tarihini ele aldığımızda, oynanan toplam 105 tek ayaklı finalde sadece 4 kez gerçekleşmiş bir hadiseye çok da bel bağlamamak gerekiyor. Kupa finalinin bir takımın kendi evinde olması ile kupanın kazanılması arasında neredeyse hiç bir bağ yok.

PORTAKAL KRALI ARAP DİYARINDA



















Afonso Alves 2007 yılında 9-0 biten Heerenveen-Heracles maçında rakip kaleye 7 gol yolladığında bir çok kişi "bu kim arkadaş?" demişti. Hoş, Heracles defansı o maçta Ahmet Cevdet Paşa İlkokulu 2-H (He değil Haş) sınıfının defansı gibi oynamıştı ama sonuçta 7 gol bu. Premier Lig'e transfer söylentilerinin başlaması da aynı tarihe denk gelir. Everton, AZ, Chelsea, M'boro hatta bir ara Galatasaray Brezilyalı'nın peşinde koştuktan ve transfer ufak çapta bir yılan hikayesine döndükten sonra Middlesbrough mutlu sona ulaştı ve onu 12.7 milyon pounda Riverside'a getirdi. Hollanda'dan yurt dışındaki büyük liglerden birisine giden her forvetin kaderinin onda da olacağı ve gol sayısının % 30-40 oranında azalacağı tahmin edliyordu ama Alves bunun yanına bir de istikrarsızlığı ekledi. Robben gibi top taşıyabilen, Kuijt gibi takım oyununa mücadelesi ile katkıda bulunan bir adam olmadığı için de Premier Lig'de varlık gösteremedi. 42 lig maçında sadece 10 gol atabildi. Geçtiğimiz yıl boyunca genellikle kulübede oturdu. Bu sezon başında da Boro'nun eldeki, bonservisi para edebilecek, ücreti yüksek oyuncuları elden çıkarma politikasının çerçevesinde satış listesindeki yerini buldu. Tuncay ve Huth'un ardından Riverside'dan ayrılacak üçüncü oyuncu olacak. Önüde sadece bir sağlık kontrolü aşaması kaldı. Katar Ligi takımlarından Al-Sadd 7 milyon pounda onu kadrosuna katacak.

Onun kariyerinin hafiften Bonaventure Kalou'ya benzetiyorum. Fildişi'li Kalou Hollanda'da parladıktan sonra Feyenoord ile 2002 yılında UEFA Kupası'nı kazanmış, ardından Fransa Ligi'nde bir süre top koşturduktan sonra soluğu BAE Ligi'nde Al-Jazira'da almıştı. Sonra da Heerenveen'e döndü ve şu anda Friesland takımının formasını giyiyor. Alves de Hollanda'da parladı, İngiltere'de şansını denedi, şimdi Katar Ligi'nde. 2 sene sonra döneceği yer Hollanda olacaktır büyük ihtimalle. Al-Sadd, Romen teknik adam Cosmin Olăroiu'nun takımı. Eski Galatasaray'lı Felipe de forma giyiyor. Yani tam istediği ortam oluşmuş durumda. Kalitesi yüksek olmayan bir lig ve arkasında milimetrik paslar atan bir top cambazı. Gol sayısını yükseltecektir elbet. 2 yıl kasasını doldurup, emeklilik yıllarına parladığı Hollanda'da girecektir.

ROY KEANE TOPTAN VE PERAKENDE A.Ş.

Bir teknik adam her basın açıklamasında "transfere ihtiyacımız var" demeye başladığı an o takımda bir şeyler yolunda gitmiyor demektir. Roy Keane'in teknik adamlık kariyerine başladığı günlerle bugünkü durumu arasında dağlar kadar fark var. 28 Ağustos 2006 tarihinde Sunderland'in başına geçtiğinde takım Championship'in 23. sırasındaydı ve sezon başlangıcından beri galibiyet alamamıştı. Takımın başında çıktığı ilk maçta bu eksikliği giderdikten sonra, sezon sonu ligi şampiyon bitirerek Premier Lig vizesi aldı ve Championship'te yılın teknik direktörü seçildi. Premier Lig'deki ilk yılında ligde kalmayı 2 hafta kala garantiledi. Geçtiğimiz sezon yapılan bir dolu transfer onun hedef yükselttiğini gösteriyordu ama o zamanlar da mercek altına aldığımız gibi defans hattındaki büyük problemler ve kadro istikrarını bir türlü oturtamaması Keane'in büyük çıkışıyla düşüşü arasındaki sürenin çok da uzun olmamasına sebep oldu. 4 Aralıkta istifa ettiğinde takım son altı maçının beşini kaybetmişti ve ligin 18. sırasındaydı. Ancak tekrar saha kenarındaki maceralı kariyerine dönmesi sadece 5 ay sürdü. 23 Nisan 2009'da yine Championship takımlarından Ipswich Town'ın başına geçti ve ligin son 2 maçında 2 galibiyet alarak bir sonraki sene ile ilgili umut verdi taraftarlara.

İkinci bir Sunderland mucizesi peşinde idi Keane ama bu rüya çok iyi başlamadı gibi. Sunderland'i aldığında takımın bulunduğu pozisyonu yukarıda belirtmiştik. Bu sefer bizzat kendisi Ipswich'i oraya getirdi. 5 maç sonunda 2 puanla 22. sırada Ipswich ve henüz galibiyeti yok. Cumartesi günü 48 dakika 10 kişi oynayan Preston'la 1-1 berabere kaldılar. Keane'in problemi Sunderland ile Premier Lig maceralarında yaşadığı ile aynı. Ipswich'in son 3 lig maçında, başarının sürekli yeni denemelerle geleceği düşüncesiyle kadroda değişiklikler yapıyor. Son 3 maçta ilk onbirin üç ya da dört oyuncusu sürekli değiştiler. İrlandalı bununla da mutlu olmayınca transfer ihtiyacını dile getirmeye başladı. Preston maçından sonra da "İşte kaç gündür transfer isteğimizin sebebi bu, çok az süremiz kaldı ama bunun için çalışacağız" dedi. 10 kişilik bir takım 48 dakika boyunca gol atamamanın probleminin transfer ile çözüleceğini düşünmüyorum şahsen. Sezon başından beri 3 gol atıp 8 gol yediler. Herhangi bir maçta 1 golden daha fazla gol kaydına muvaffak olamadılar. Ipswich başkanı Marcus Evans geçtiğimiz yıl Keane'i takımın başına getirdiğinde oldukça umutluydu. Şimdi aynı şeyleri düşünüyor mu bilemem.

Keane'in nasıl zor bir karakteri olduğunu biliyoruz. Bu konuda kendisinin kısa bir biyografisine yer verdiğimiz yazıyı tavsiye ederim. Futbol kariyeri boyunca rakip futbolculardan teknik direktörlere, kendi milli takım hocasından FIFA İkinci Başkanı'na, kendi kulüp başkanından takım arkadaşlarına kadar giden bir listede herkese çatmış bir adam. Sunderland'den asıl ayrılma sebebinin hisse sahipleri ve başkan Niall Quinn'le arasındaki problemler olduğunu söylemişti ki, takımın başına geldiğinde vatandaşı ile arasından su sızmıyordu. Ipswich'te de başkan Evans'la tablo benzerdi. Hikayenin sonu nasıl biter bilemiyorum. Ayrıca Keane'in bu transfer tiryakiliğinin de gözden geçirilmesi lazım. Sunderland'in başındaki ilk sezonunda toplam 11 futbolcu transfer etti. İzleyen sezon bu rakam 18'e yükseldi. Geçtiğimiz yılın başında görevi bırakmadan önce 10 oyuncu transfer edip, 14 tanesini kapının önüne koymuştu. Şimdi yine transfer peşinde. Sunderland'daki 3 sezonu boyunca toplam 39 oyuncu alıp hemen hemen aynı sayıda oyuncu gönderen bir adamın "ben ne yapıyorum?" diye kendisine sorması lazım.

30 Ağustos 2009 Pazar

NOEL GALLAGHER OASIS'TEN AYRILDI
















Futboldan hafif uzakta geçirdiğim hafta sonunun en önemli olayı bana göre. Zaten gelişmeleri geçen hafta başında bildirmiştik. Beklenen oldu ve Noel Gallagher 18 yıl sonra kendi kurduğu grup Oasis'ten ayrıldı. Noel'in basın açıklaması aşağıda. Bana bu sefer kafası atmış gibi geliyor, zira bundan önce Liam'ın onu çileden çıkardığı çok olmuş ama Noel "hadi aile eşrafındandır, çocukluğuna verelim" demişti. "Liam'la artık bir saniye bile çalışmak istemiyorum" diyor. Bu sefer durum farklı zira Paris konserlerinin iptal olmasını da göze almış durumda. Bundan sonra peki ne olacak? Olacağı şu, Noel şarkılarını Oasis için değil kendisi için yapacak, bütün Noel Gallagher şarkılarında onun vokalini dinleyeceğiz. Liam bir süre "ben bu işin altından kalkarım" diye grubu ayağa kaldırmaya çalışacak (tabi Gem ve Andy onu izlerse) sonra da Oasis'in Gallagher N demek olduğunu anlayınca "ben ne bok yedim" diye Noel'le buzları eritmeye çalışacak. Biz müzikseverler için hiç bir tehlike yok. Bu işten tek kaybeden Liam olur, orası zaten belliydi. Gelişmeleri izleyeceğiz.......

Bu arada Noel'in "aileme ve futbol takımıma zaman ayıracağım" lafı bir hafta önceki görüşlerimizi daha da ciddileştirdi. Bir kaç seneye Noel'i Manchester City yönetiminde görebiliriz.

-----------------------

Dearly beloved, it is with a heavy heart and a sad face that I say this to you this morning. As of last Friday the 28th August, I have been forced to leave the Manchester rock'n'roll pop group Oasis.

The details are not important and of too great a number to list. But I feel you have the right to know that the level of verbal and violent intimidation towards me, my family, friends and comrades has become intolerable. And the lack of support and understanding from my management and band mates has left me with no other option than to get me cape and seek pastures new.


I would like firstly to offer my apologies to them kids in Paris who'd paid money and waited all day to see us only to be let down AGAIN by the band. Apologies are probably not enough, I know, but I'm afraid it's all I've got.


While I'm on the subject, I'd like to say to the good people of V Festival that experienced the same thing. Again, I can only apologise - although I don't know why, it was nothing to do with me. I was match fit and ready to be brilliant. Alas, other people in the group weren't up to it.

In closing I would like to thank all the Oasis fans, all over the world. The last 18 years have been truly, truly amazing (and I hate that word, but today is the one time I'll deem it appropriate). A dream come true. I take with me glorious memories.


Now, if you'll excuse me I have a family and a football team to indulge.

I'll see you somewhere down the road. It's been a fuckin' pleasure.


Thanks very much.


Goodbye.


NG.

28 Ağustos 2009 Cuma

EZELİ REKABET-50

TAKTİK DEĞİŞİKLİK (!)



Komünizmin ve doğu blokundaki kontrol mekanizmasının futbola nasıl etki ettiğiyle ilgili bir yazı yazmıştık daha önce. Bu hikaye daha da eskiden. 2. Dünya Savaşı'nın bitişinden hemen sonraki döneme, 28 Kasım 1945 tarihine denk geliyor. Dinamo Moskova bir dostluk mücadelesi için Glasgow Rangers'ın Ibrox Stadı'na, 95.000 seyircinin önüne konuk oluyor (fotoğraf yine aynı yıldaki Chelsea maçından). Maçın ikinci devresi başladığında Glasgow Rangers oyuncusu Torry Gillick hakem Tommy Thomson'ı uyararak Dinamo'nun sahada 12 kişiyle mücadele ettiğini belirtiyor. Hakikaten Rus takımı ikinci yarı bir oyuncu değişikliği yapıyor ama bir sorun var. Oyundan kimse çıkmıyor. Hakem olaya müdahale ediyor. Dinamo tekrar 11 kişiye dönüyor. Ancak belli bir süre sonra da Rangers'ın yeni transferi Jimmy Caskie'nin oyuna girmesine itiraz edip, böyle bir değişiklik yapılması halinde maçtan çekileceklerini açıklıyorlar. Maç 2-2 berabere bitiyor. Dinamo Moskova tribünleri de Galatasaray'ın "7 kişiyle 7-0 yendik" tezahüratından esinlenip "12 kişiyle 2-2 berabere kaldık" tezahüratını yaratıyor.

Son cümleye inanan var mı? Aman olmasın

ZORBING



















60 ve 70'lerin ünlü televizyon dizisi The Avengers'in (Tatlı Sert) Uma Thurman ve Ralph Fiennes'li çağdaş versiyonunda Emma Peel ve John Steed şeffaf kürelerin içinde yürüyerek suyun üzerinde ilerliyorlardı. Türkçeye tam olarak çeviremeyeceğim "sphereing" veya "globe riding" gibi isimleri de olan bu extrema sporla ilk tanışmam da o andır. Aslında kökeni evcil hayvanların özellikle de hamsterların kafeslerinde onların içinde koşuşturdukları küreye dayanır. 1994 yılında Yeni Zelanda'nın Auckland kentinde, bir kaç ortakla kurulan ZORB Limited, bu aktivitenin dünyaya yayılmasında büyük pay sahibi oldu. O günden bu yana Yeni Zelanda'da bu sporun pazarlaması ile uğraşan irili ufaklı şirketler mevcut. Peki aktivite nedir? Zorbing şeffaf plastikten oluşan birisi 3 metre, diğeri 2 metre çapında iki kürenin içiçe geçmesiyle oluşan ve içteki kürenin içine duruma göre 1,2 veya 3 insanın girebildiği bir dev kürenin, yokuş aşağı bir zeminden bırakılması sonucu yapılan bir spor. Dış küre ile iç küre arasındaki 60-70 santimetrelik boşluk, darbelerin etkisini azaltıyor böylece kürenin içindeki sürücülerin zarar görmesini engelliyor. Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere başta olmak üzere, hemen hemen Avrupa'nın her ülkesinde hatırı sayılır bir hayran kitlesi var. Resimde görülen Rotorua zorbing pisti, dünyanın ilk zorbing aktivite alanı olarak da biliniyor.

Videodan da görebileceğiniz gibi zorbing küresinin içinde, başaşağı dönüşler, yuvarlanmalar ve diğer tehlikeli pozisyonlarda önlem almak ve tutunabilmek için yapılmış bir dolu halka var. Böylece hem küreyi yönlendirebiliyorsunuz hem de kontrolü kaybettiğinizde tekrar kendinize gelmenin bir yolu var. Henüz bu işin bir turnuvası var mı bilemiyorum. Diğer absürd sporlarda olduğu gibi, World Zorbing Association adı altında bir federasyon da kurmamışlar. Yani bu işi başlatmak isteyen arkadaşlar varsa hala zamanları var. Yoksa Yorkshire'lıların kapması yakındır. En uzun süre küreyi sürebilme rekoru 570 metre ile Steve Camp'a ait. Küre ile en fazla hızlanabilen ise saatte 52 kilometre ile Keith Kolver. Videodaki programın sunucusunun söylediği gibi aslında "stres atmak" için yapıldığı söylenen sporun stresi azaltmak bir yana artırdığını söyleyebilirim. En azından görüntü o yönde. Bizim tatil yörelerine de gelişi yakındır, belki başlamıştır bile.

TEK FİLMLİKLER MANGASI















Geçen ay bir tek şarkılıklar mangası yapmıştık. Bunu sinema tarafına alalım dedik. Liste kariyerleri boyunca atlama yaptıkları tek bir film olan ama gerisini getiremeyen isimlerden kurulu. Yani oyuncuların elbette başka oynadıkları filmler de var ama, isimleri söylendiğinde tek bir film gelir akıllara ya, işte öyle adamlar. Listeye Türk sinemasını dahil etmedik, zira hem Yeşilçam'daki film fazlalığı hem de günümüzdeki "yıldız oyuncu azlığı" yüzünden saptamak çok zor olacaktı. Hem de dünya sinemasında hatırı sayılır örnekler var. Bir de listeye yaptıktan sonra baktım, bu yardımcı oyuncu Oscarları tam bu kategoriye göre. Hatta listeye almadığım bir ismi sonradan buraya ekleme yapayım. Jeff Goldblum (The Fly) gibi....

1-Mira Sorvino (Mighty Aphrodite): Son cümlenin kanıtlarından birisi. Woody Allen'in Mighty Aphrodite filmindeki fahişe rolü ile Oscar'ı kucakladıktan sonra geçen sürede ben onun sadece "Hollywood'un en güzel bacaklı kadını" diye tanındığını bilirim. Hatırladığım diğer filmleri Mimic ve adını bile hatırlamadığım Val Kilmer'in bir körü oynadığı felaket film. Zaten son bir kaç senedir de piyasada yok.

2-Cuba Gooding Jr (Jerry Maguire): Ben bu kategoriye Cuba ve çetesi desem daha doğru olurdu sanırım. Bu listeye bu kadar uyan adam görülmemiştir. Jerry Maguire'daki nefis performans, yine gelen yardımcı erkek oyuncu Oscar'ı. Sonrası ne idüğü belirsiz bir dolu komedi filmi ve silik roller. O Oscarlık performansı nasıl verdi hala düşünürüm. "Show me the money" diye diye kendisine parayı gösterecek adam da kalmadı.

3-Michael Clarke Duncan (The Green Mile): Duncan devasa cüssesindeki o masum yüzünden midir nedir Yeşil Yol'daki karaktere cuk oturmuştu ki zaten filmin en dokunaklı hikayesi ona aitti. Yine bir yardımcı oyuncu Oscar adaylığı. Ardından gelen karanlık, kötü adam rolleri, kötü komediler ve başarısız filmler. Bir siyahi oyuncu daha yazarsam listeye bu işi ırkçılığa bağlarım ben.

4-Guy Pearce (Memento): Aslında bu adamın bir değil iki tane iyi performanslı filmi var. L.A. Confidential'ı da dahil etmek lazım. Ama sonrasında öyle felaket filmlerde oynadı ki kariyerinin başındaki o iki film de güme gitti. Hele The Time Machine diye bir film vardır ki aman aman. Adamın avurtları çökmüştü resmen, nasıl bir kariyer gerilemesi yaşadıysa.

5-Kirsten Dunst (Interview With The Vampire): Bu çocukluktan yola çıkan oyuncuların bir problemi var. O küçük halleriyle boylarından büyük işlere kalkıştıklarında sonrasında onun ağırlığıyla kalıyorlar. Dunst 27 yaşına geldi, hala 12 yaşındaki Vampirle Görüşme filmindeki o enfes performansında kaldı. Ne yapayım ben Örümcek Adam'ın sevgilisini, tersten öpüşme sahnesini. Marie Antoinette'de nasıldı bilemem.

6-Paddy Considine (In America): Gördüğüm en kendi halinde ama çarpıcı filmlerden birisidir In America. Filmdeki tüm oyunculuklar üst düzeydedir ki Considine kariyerinin en iyi performansını vermiştir aile babası rolünde. Ben Yaşar Usta'nın genç haline benzetirim o filmdeki rolünü. Son yıllarda ise Cinderella Man ve Bourne Ultimatum filmlerindeki yan rolleriyle hatırlıyorum. Ama In America'daki performansına bir daha hiç yaklaşamadı.



















7-Louise Fletcher (One Flew Over The Cuckoo's Nest): Kariyeri boyunca 100'ün üstünde filmde oynamıştır Fletcher ama onun akıllarda kalan bir tek rolü vardır. Guguk Kuşu'nda insanların tüm sinirlerini hoplatan Hemşire Ratched rolü. Daha önce de değinmiştik bu role ve söylemiştik. Mükemmel bir performanstır hakkını vermek lazım. Fletcher'ın da hatırlanmasının tek sebebidir.

8-Val Kilmer (The Doors): 50 yaşına gelmiş Kilmer. Batman'i oynamışlığı var, Top Secret gibi yaran bir komedide oynamışlığı var, Western'de oynamışlığı var şusu var busu var ama bugün geldiği yeri bir tek şeye borçludur. Jim Morrison'a olan benzerliğine. Oliver Stone da onu bu yüzden ve Top Secret'te de ortaya çıkan şarkı söyleme yeteneği dolayısıyla seçmiştir. Kariyer yolunu açmıştır ama Kilmer sonrasını iyi kullanamamıştır.

9-Annette Benning (American Beauty): Aslında dikkat ettim de, bu filmde oynayan oyunculardan Kevin Spacey ve Chris Cooper dışında bahtı açık giden yok gibi. Benning'i kocası Warren Beatty yüzünden sevmem pek. Ama American Beauty'de o klasik, Amerikan rüyasını gerçekleştirmeye çalışan, bamliyo ailesinin anne rolünü tüm iticiliği ile harika oynamıştır. Oscar'ı Hillary Swank'e kaptırmıştır.

10-Heath Ledger (The Dark Knight): Listenin sonuna rahmetliyi aldık. Artık aramızda olmadığından onun kariyerinin parıltısız bölümü ileriye doğru değil geriye doğru gidiyor. Dark Knight onun kariyerinde zirveye çıktığı andır ama öncesinde bir dolu ziyan performans. Hele Patriot'taki rolü tam dayaklıktı itiraf edeyim.

JUJU DÖNER Mİ?

























Kim Clijters'den sonra Justine Henin de kortlara dönecek tenisçiler arasında mı? Belçika basınına göre öyle.

Belçika Tenis Federasyonu ve Justine Henin konuya yorum yapmıyor.

Henin'in eski hocası ve yakın arkadaşı Carlos Rodriguez "Öyle bir şey olsa, benim haberim olurdu" diyor.

Carlos Rodriguez'in eşi "Bir takım hazırlıklar var ama benim bunlar hakkında bir şey söylemeye iznim yok. Ben bilmem, beyim bilir" diye demeç veriyor.

Henin'in, 2009 sonunda Belçika'da ve Dubai'de bir kaç gösteri maçına çıkacağı kesin. Bunları yaparken formda olmak istediği için antrenman yaptığı da gerçek. Justine henüz 28 yaşında ve tenisi bıraktığını açıklarken "Şu anda 'Asla geri dönmeyeceğim' demiyorum. Çünkü 'Asla' kelimesini kullanmaktan nefret ediyorum" demişti. Dolayısıyla "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" fikri de bir yanda, bu hazırlıkların gerçek bir dönüşe yönlenip yönlenmeyeceği konusunda bir şey söylemek zor.

Ayrılma kararından sadece bir hafta öncesinde, "5 yıl sonrasına kadar tenis oynayabileceğini" söyleyen Henin, tenisi son derece ani bir kararla bıraktığında herkes çok şaşırmıştı. Bu acele gidişin pişmanlık yaratması mı, Clijters'in başarılı dönüşü mü, ortamı gözüne kestirmesi mi, sebep artık her neyse; raketini elek misali astığında, 7 grand slam ve 34 Wta turnuvasıyla, 19.500.000 dolar kazanıp, tüm zamanların en çok kazanan yedinci kadın tenisçisi olan ve listenin başına üç beş hafta çakılabilen kimi kolpadan birincilerin aksine (Bkz. Jelena Jankoviç) 117 hafta sıralamanın ilk sırasında kalan böyle bir oyuncunun geri dönme dedikoduları heyecan verici.

Justin geçenlerde, posteri bile yayınlanan yukarıdaki televizyon projesi için anlaşmış olmasına rağmen, yapımcısını arayıp "Unicef'in bir görevi için Kamboçya'ya gideceğim. Ancak gelecek hafta dönerim. Kusura bakmayın" demiş. Yapımcı da olayı "Mukadderat" diye karşılamış. "Ekranda yüzümüzü eskitmeyelim. Dönersem ancak korta dönerim" mealine geliyor olabilir mi? İnşallah.

Netice;
Conan gibi kadın tenisçilere karşı, Justine Henin kültürü.

by Canarino

HEIL MAGATH!!!

Özhan Canaydın, 2002 yılında başkan seçildikten bir kaç ay sonra Fatih Terim'i göreve getirdiğinde Terim'in futbol şubesinin tümünden sorumlu tek yetkili olacağı. İpleri tamamen eline alacağı ve futbolu yöneteceği konuşuluyordu hep. Terim 2 sene sonunda bıraktığında bu hayaller gerçekleşmedi. Canaydın'ın Hagi ve Gerets denemeleri sırasında, sonrasında Adnan Polat'ıın Karl Heinz Feldkamp ve Michael Skibbe dönemlerinde de Terim'in bir şekilde kulübe döneceği ve o ünlü "tek patron" sıfatına kurulacağı konuşuldu hep. Bu hiç bir zaman olmadı tabi. Türk futbolunda da gerçekleşmesi çok zor. Bu günümüz futbolunda Premier Lig'de gerçekleşmesi muhtemel bir oluşum. Bunun en net örnekleri Sir Alex Ferguson ve Arsene Wenger. Bunu geçen yıl yazdığımız CEO yazısında belirtmiştik. Arsene Wenger bir süre önce yanına Ivan Gazidis'i aldı ama ondan önceki sürede transferlerden, scout ekibine her şeyden o sorumluydu ve bir de tabi teknik adamlık görevi vardı. Fergie ise zaten tek yetkili durumda. Örneğin Galatasaray'da Adnan Sezgin'in bulunduğu pozisyonda bir adamın United'da bulunması mümkün değil. Transferler, oyuncu ücretleri, antrenman programları, yemek menüleri, sezon öncesi ve devre arası kamp programları, reklam anlaşmalarının bazıları, United'ın rseyahatlerde giyeceği kıyafetler, forma tasarımlarının tümü ya tamamen Sir Alex'in elinde ya da mutlaka büyük etkisi olan şeyler. Old Trafford'da onun haberi olmadan kimse yumurta bile pişiremez.

Schalke 04 kulübü başkanı Josef Schnusenberg'in görev süresi gelecek yıl haziran ayında sona erecek. Ancak Schnusenberg sürenin bitimine 10 aylık bir süre kala görevi bırakacağını açıkladı ve bir çok yetkisini şimdiden kulübün diğer yetkililerine bıraktı. Felix Magath da bunların başında geliyor. Alman teknik adam artık sadece kulübün futbol takımının idaresiyle değil halkla ilişkiler ve pazarlama bölümleriyle de meşgul olacak. 16 yıldır kulüpte görev yapan Peter Peters da kendisine maliye ve istihdam konularında yardımcı olacak. Gelecek yıl 69 yaşında olacak olan Schnusenberg, 10 ay sonraki tabloya kulübü alıştırmak için böyle bir karar aldığını, zaten artık hayatındaki diğer şeylere zaman ayırmak istediğini belirtti. Böylece eski takımı Wolfsburg'un başındaki Armin Veh ile birlikte Bundesliga'da bir takımın hem hocası hem de genel direktörü olan Magath çok güçlü yetkilerle donatılmış oldu. 2007 yılında 12.6 milyon euro net kâr açıklayan ama geçtiğimiz yıl bu rakam sadece 500 bin euroda kalan Schalke'yi 4 yıllık kontratı boyunca daha iyi yerlee getirmeye çalışacak.

Tabi daha 3 ay önce göreve gelen, Aschaffenburg Lisesi mezunu bir adamın kulüpte bu derece güçlü bir hale gelmesine Schalke Lisesi mezunlarından da tepkiler geldi............ne diyorum lan ben....

BİR KAÇ CEVİZ KIRILDI

Her sene grup maçları öncesi yaşanan sürprizli son eleme geleneğini bozmayan bir gece oldu. Kupanın favorisi olan takımlardan bir kaç tanesi Avrupa defterini ağustos ayında kapatırken, ufak çaplı Neuchatel mucizelerinin yaşandığı maçlar da oldu. Biz yine Avrupa haritasını grup maçları öncesi ortadan ikiye böleceğiz ama bir kaç çarpıcı skoru hatırlatmakta yarar var.

Bana göre iki, çok dikkat çekici sonuç vardı dün akşam. Birincisi Liberec kentinden geldi. Slovan Liberec bir hafta önce Dinamo Bükreş deplasmanında 2-0 öndeyken, Dinamo'lu seyirciler sahaya girdiler. Bir türlü sakinleştirilemeyen olaylar yüzünden maç bitirilemedi. UEFA maçın skorunu 3-0 Liberec lehine tescil etti ve Dinamo'ya da 50.000 euro artı 2 maç seyircisiz oynama cezası verdi. Dün akşamki maç bir formalite maçı gibi görünüyordu. Ama öyle olmadı. Dinamo deplasmanda, normal sürede 3 gol atıp 3-0 önde bitirdi. Penaltılara giden maçı 9-8 alarak grup mücadelelerine kaldı. Tabi bu, şu anlama geliyor. Türk takımlarından birisi üçüncü torbadan Dinamo Bükreş ile eşleşirse % 66 ihtimalle deplasmandaki maçta rakip seyirci baskısı olmadan oynayacak.

Favori kontenjanından topu atan Aston Villa ve Zenit oldu. Zenit deplasmanda 4-3 kaybettiği Nacional karşısında Fatih Tekke'nin golüyle öne geçti ama 89'da gelen golle tura veda ettiler. Zenit'in durumu zaten Advocaat istifasını da içeren son 2 ayda çok iyi değildi ama asıl şok İngiltere'den geldi. Rapid Wien kupanın şampiyon adayları arasında gösterilen Aston Villa'ya karşı ilk maçta elde ettiği 1-0'lık avantajla çıktı. İyi kullandılar bu avantajı, 2-0 mağlup durumdayken attıkları gol onları Villa Park'tan gruplara götürdü. Birmingham'da bu sene ilginç şeyler oluyor. Geçen yıl ilk dört şansını kovalayan Martin O'Neill'in takımı bu seneye çok kötü başladı ve daha ilk haftadan kendi taraftarlarının protestolarına maruz kaldı. Dün akşamki yenilgi ortamı iyice gerecektir.

BATE Borisov da kendi evinde 1-0 mağlup olduğu Litex Lovech'i normal süresi 1-0 üstünlüğüyle biten maçta 4-0 mağlup etti. CSKA Sofya'nın Dinamo Moskova deplasmanında, Partizan Belgrad'ın Zilina deplasmanında, Sturm Graz'ın geçen senenin flaş ekini Metalist Kharkiv deplasmanında galip gelerek turun galibini ikinci maçlarda belirlediklerini not düşelim.

Bir de zoru başarmanın kıyısına gelip başaramayanlar var. Tromso bunların en önemlisiydi belki de. Bir kaç gün önce Barcelona ile İspanya Süper Kupası maçını oynayan Athletic Bilbao'ya ilk maçta deplasmanda 3-2 mağlup olmuşlardı. Dün Norveç'te son 25 dakikaya 1-1 girilen ikinci maçta bir türlü turu getirecek golü atamadılar.Kılpayı elenip, gruplar öncesi bir başka sürpriz yapmanın kıyısından döndüler. Hearts, geçen hafta Zagreb'de 4-0 mağlup olduğu Dinamo karşısında maçın 70. dakikasına 2-0 önde girdi ama mucizeyi gerçekleştirecek son 2 golü atamadı. Lech Poznan da Club Brugge'u geçen hafta Poznan'da 1-0 mağlup etmişti. Normal süre ve uzatmaları 1-0 biten maç sonucu penaltılarla tura veda ettiler.

Şimdi gelelim kura çekimine. Şu gelsin bu gelsin tahmini yapmayacağım, görüntü neredeyse ne Galatasaray'ın ne Fenerbahçe'nin çıktığında bacaklarını tiretecek bir rakibinin bulunmadığı. O yüzden birinci torbadan Villarreal de gelse Steaua Bükreş de, dördüncü torbadan Toulouse da gelse Sheriff de yorumum çok değişmeyecek. Sadece Dinamo Bükreş'le muhtemel eşleşmenin iyi bir kura olacağını düşünüyorum, yukarıda belirttim.

Şimdi Avrupa'nın tam ortasına, Viyana'yı dik kesecek şekilde bir çizgi çekelim. İskandinav takımlarını batıya verelim. Tabi Viyana'nın doğusundaki Avusturya takımları da batıya dahil. Birinci torbada 9 batı, 3 doğu takımı var. İkinci torbada Avrupa'nın doğusundan gelen iki takım var sadece, Galatasaray ve Fenerbahçe (10-2). Üçüncü torbada Avrupa'nın doğusunun dörde karşı sekizlik (4-8) bir üstünlüğü var. Son torbada ise 6-6 eşitlik söz konusu. Yani ilk iki torbadaki favoriler daha çok Avrupa'nın batısında, son iki torbadaki sürpriz takımlar ise Avrupa'nın doğusunda yoğunlaşmış durumda. Toplamda batı 29-19 gibi bir üstünlük kurmuş (%60-% 40). Geçtiğimiz yıl 40 takımın yer aldığı grup kura çekiminde 30-10 idi bu rakam (%75-%25). Dolayısıyla Doğu takımlarının sayısının (ya da ağırlığının diyelim) biraz daha arttığını söylemek lazım. Bunların içinden son 2 sezon olduğu gibi bir şampiyon daha çıkar mı?

27 Ağustos 2009 Perşembe

SCARECROW



Tobias Sammet'in nerede ise bugüne kadar yaptığı en komplike eseri diyebileceğim parça. Avantasia projesinin son albümü Scarecrow'un isim şarkısı.

PAOK DAM'A İNDİ

















Heerenveen bu akşam TSİ 19:45'te 1-1'in rövanşında PAOK'u konuk ediyor. Hatırı sayılır bir taraftar kitlesi olan PAOK'tan 1.300 kişilik bir taraftar grubu maçta olacak. Yalnız Friesland'a gitmeden önce Amsterdam'da sefa sürmek isterken işi biraz abartmışlar gelen ilk haberlere göre. Bir kafenin camlar aşağı inmiş. Bir kaç saat önce bir düzine PAOK taraftar tutuklanmış. Hollanda polisi bu maç öncesi 2-3 gündür alarmda. Maçta 350 kişilik güvenlik görevlisi ekibinin görev yapacağı açıklandı. Beklenilen de oldu aslında. Maç saatine doğru mutlaka bir kaç şiddet olayının daha haberi gelecektir. Friesland, hafif içine kapalı, bazı Hollandalıların bile anlamadığı kendilerine ait bir dili olan, Hollanda'nın Eredivisie'ye takım veren en az nüfuslu kentidir. PAOK'lu taraftarlar işi azıtırsa 65'lik Jan dede, biçerdöveri sürer üstlerine benden söylemesi. Mafalda da Atina'dan "bu PAOK'luların işi gücü, bilinen kentlerde olay çıkarıp, sözde isimlerini duyurmak, Atina takımlarından daha belalı görünmek için poz yapıyorlar" diye hemen yorum geçti bana.

SAMET GÜL






















Bir itiraf yapayım bu yazı bahanesiyle önce, bir çok konuya etraflıca yer ayrımamıza rağmen Bank Asya Ligi'ne çok eğilemediğimizi itiraf edeyim. Yani çıkıp "Dutchman şuraya Tayland Ligi'ni bile yazdın ama ikinci lig yazılarına ayda bir rastlıyoruz" derseniz haklısınız. Buradan hareketle blogun Bank Asya şubesi Sercan Akan'a da bir mesaj atayım, yavaş yavaş ısınalım diyerekten. Geliştirmeye çalışacağız bu anlayışı. Az önce Tuncay gönderdi linki. Geçtiğimiz hafta sonu oynanan KayseriErciyesspor-Çanakkale Dardanelspor maçı. Gönderirken de "Şampiyonlar Ligi gibi maç, izle şunu" diye uyardı. Deplasmanda oynayan Dardanelspor 4-2 almış maçı. Golleri burada. 6 gol var maçta. 2 muhteşem frikik, 1 vole, 1 röveşata, bir de yine bir başka muhteşem frikikten dönen topun tamamlanması var. Sanırım geçtiğimiz hafta Türkiye topraklarında oynanan maçlar arasında en güzel gollerin atıldığı maç bu olmuş. Bizim bahsedeceğimiz adam da o 2 muhteşem frikiği atan Dardanelspor'lu adam Samet Gül.

88 numarayı giyiyor Gül. 1988 doğumlu, büyük ihtimal forma numarasının kaynağı budur. Futbola doğduğu şehir Adana amatör takımlarından Gençlerbirliği'nde başladıktan sonra Çanakkale Dardanelspor'a transfer olup, bu takımın önce PAF kadrosunda ardından da A takımında yer almış bir isim. Orta sahada görev yapıyor ve sizden iyi topa vurmasın Juninho Pernambucano gibi frikik atıyor. Maçın 40 ve 84. dakikalarında attığı iki sapıkvari frikik golünü izleyin derim. Çanakkale büyük ihtimal Türk futboluna iyi bir frikikçi armağan edecek. Extensor Blog'da Çanakkale Dardanelspor ile ilgili sezon öncesi yazılan yazıda, duran toplarla ilgili tavsiyeler verilirken, duran topları kullanan adam olması için tavsiye verilmemiş misal. Beklenmedik bir çıkış gibi de duruyor. Kendi ağzından "antrenmanlarda sürekli frikik çalışıyorum" şeklinde bir demeç okudum. 21 yaşında olduğu düşünülürse üzerine işlendiğinde duran top ustası bir adam yaratabilir Türk futbolu. Tabi öte yandan Çanakkale'nin düzenli olarak Türk futboluna armağan ettiği, sağlam adamlardan ötürü onlara da bir selam çakmak lazım.

TOP 10 FUTBOL ULEMASI KLİŞESİ














Spikerlerin zirveye çıktıkları anları yaptık 15 gün önce. Futbol ekranından bize genelde Pazar akşamları seslenen güruhun, neredeyse her hafta, bize ezberletecek şekilde yaptıkları yorumlara gelelim biraz da. Aşağıda genelde, altının doldurulup doldurulmaması farketmeyecek şekilde her hafta farklı isimlerden duyduğumuz klişeler var. Bazılarını 20 senedir duyuyorum. Son yıllarda aramıza katılan bloklar arası bağlantı, kollektif uyum, takım savunması gibi kavramlar da var tabi ama onlar günümüz futbolunda (aha bu da bir tanesi) doğruluğu kabul edilebilir şeyler. Tamamen söylenmiş olmak için söylenenler var bir de. Yeni gelen bir hoca, bir önceki teknik adamın sistemini değiştirdğinde ve başarısız olduğunda hemen papağan gibi herkesçe tekrarlanan "Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok" var mesela. Bir de Talay Erker vardı tabi kulakları çınlasın. Cumartesi sabahlarının dertlere derman kahramanı, meşhur Baba Talay. Hayri Hiçler, Altay-Karşıyaka maçını sorardı, Baba Talay cevaplardı: ""Karşıyaka sürpriz yapabilecek bir takım, bozarsa Altay bozar ama beraberlik de düşünülmeli". Yahu başka ne kaldı, Altay-Karşıyaka maçını Zonguldakspor alacak değil ya, 3 ihtimal var zaten. Hah bir de bu var..."Eeeeaa futbol 3 ihtimalli bir oyun...".Yok ya...Neyse biz listeye geçelim....Ha bu arada bu aşağıdakileri zaman zaman biz yapmıyor muyuz? Yapıyoruz tabi...Yani "Dutchman bunları sen de yazıyorsun" diyecekler için merak etmeyin çuvaldız kadar iğnemiz de var.

1-Proleterin Burjuva ile İmtihanı: Tamamen sallıyorum, Denizlispor, Fenerbahçe'yi mağlup eder. Maç sonu futbol tartışma programları başlar. Hepsinden ağız birliği etmişcesine aynı şey duyulur. "Fenerbahçe'ye bakıyorum, Guiza 14 milyon euro, Denizlispor'a bakıyorum, tüm takımın değeri 5 milyon euro, Guiza'nın parasıyla bir takım kurulur". Eeeee..Ne yapalım peki, Fenerbahçe almasın mı Guiza'yı? Burnley geçen hafta Manchester United'ı 1-0 mağlup etti Alan Shearer'ın ağzından "Rio Ferdinand'a bakıyorum 30 milyon pound, onun parasıyla Burnley takımını kurarsın" diye bir laf çıkmadı. Bu mantıkla bakarsak da Cristiano Ronaldo'nun parasıyla Galatasaray kuruluyor. Futbolda bazı takımlar her zaman daha pahalı transferler yaparlar, bazıları da mütevazi bütçelere sahiptir. Lig sonunda ikisi de birbirine yakın sıralamada bitirse anlayacağım da 16. sıradaki takım 2. sıradaki takımı mağlup edince hemen bu muhabbeti temcit pilavı gibi önümüze getirmek kolaycılık oluyor.

2-10'un Vedası: "Dünya futbolunda 10 numara devri bitti". Son yıllarda daha da sık duymaya başladık bu lafı. Yine altı doldurulamadığı zaman çok havada kalan bir başka ifade. Lampard ve Gerrard, 8 numara giyip Liverpool ve Chelsea'nin orta sahasında bir ileri bir geri koşuyorlar ya, hemen 10 numarayı bitirdiler dünya futbolunda. Duyan da Messi her maç Puyol'a yüz kere yardıma geliyor sanar. Wolfsburg'lu Misimiovic de Jüpiter Premier Ligi'nde oynuyor zaten. Dünya futbolunda 10 numaranın bittiği falan yok. Buyurun Beşiktaş harıl harıl arıyor kaç aydır. Bunun sebebi şu, diğer 10 adamın koordinasyonu ile çıkan sinerjiden 11 kişilik bir performans alırsanız, elinizde defansa çok katkı yapmayan ama oyunda da çok yorulmayan bir yaratıcı adam kalır. Böyle zamanlarda pekala performans alırsınız bu adamdan. Ama günümüzde bir takımın orta sahası Prekazi, Oğuz Çetin ve Sergen Yalçın'dan oluşursa elbette hiç birisinden verim alamazsınız.

3-İki Cambaz-Bir İp: Ne zaman bir takım orta sahanın ortasına iki tane birebirde adam transfer eder hemen muhabbet başlar. "Bu iki adam yanyana oynamaz". Tümer-Sergen, Alex-Deivid, Sergen-Hagi ve türevleri için söylendi durdu yıllar boyunca. Niye yanyana oynamazlar ben çözemedim, bir de misal yan yana oynamazlar ama arka arkaya oynarlar mı? Ya da biri kalede öbürü forvette olsa oynarlar mı? Bu aslında "dünya futbolunda 10 numara kalmadı?" düşüncesinin bir uzantısı. Bereket Real Madrid Türk takımı değil. 2 aydır Ronaldo ile Kaka yanyana oynar mı plağını dinliyorduk.

4-Aldım verdim ben seni yendim: Bu da son yıllarda moda bir yorum haline geldi. "Şimdi şu Sion takımına bak, Fenerbahçe'ye hangi adamını alırsın?" Yahu niye illa bir adam almak zorundayım o takımın benimkinden iyi takım olduğunu kanıtlamak için? Bir de kaç adam alacağım, misal 2 adam alırsam kötü takım mı oluyor? Optimum rakam kaç bu iş için? United orta sahasından, Carrick, Scholes, Fletcher oynarsa hiç bir adamı almam mesela? United kötü takım mı oluyor bu durumda? Bunun uzantıları var tabi. Galatasaray'ın yedeklerinden hepsi Beşiktaş'ta ilk onbir oynar, Real'in kapının önüne koyduğu adam Türkiye'de banko oynar vesaire vesaire...

5-Sahur sevdalıları: Bir maç 0-0 mı bitti? Çok gol pozisyonu olmadı mı? Daha programa girmeden yorum hazırdır. "Güntekin, sabaha kadar oynansa bu maç 0-0 biter". Futbol yorumcularının kullandığı en iddialı yorum bu sanırım. Tüm futbol programlarının istisnalar dışında prime time'da başladığı düşünülürse adamlar 7-8 saatlik bahis yapıyorlar, özgüvene helal olsun. Dünya tarihi sıkıcı, çok pozisyon olmayan maçların son 2-3 dakikada gidip geldiği örneklerle dolu ama (Euro 2008 Hırvatistan-Türkiye) kim takar onları? Bir de niye illa sabaha kadar oynuyorlar 0-0 biteceğini kanıtlamak için? Sahura kadar oynasınlar yetmiyor mu?

6-Kumaşı iyi: İşte en sevdiklerimden birisi daha. Yeni transfer, maça çıkmış, gol yok, çok büyük bir atraksiyon yok, göze çarpan bir hareketi bile yok, ama adamı ilk maçtan yerin dibine batırmak da olmaz, yorum hazır: "Çok etkili olamadı ama kumaşı iyi, belli oluyor". Ne kumaşı lan, Mahmutpaşa gabardin atölyesi mi bu? Bir adam kötüyse, "kötüydü ama kumaşı iyi kumaşı, bizim üzerimize uymadı" bahanesini hiç anlamam. Marek Heinz için duymuştum en son. İlk maçında Sami Yen'deydim, bir Sivas maçı olması lazım. Basit ifadeyle hiç bir şey yapmadı. Eve geldim. Erman Toroğlu başlamış, "Heinz pek görünmedi", Şansal ordan bağlıyor, "Erman hocam ama kumaşı iyi, o belli oluyor, yani ne yaptığını bilen.....". Daha çok Avrupa'lı topçular için söylenir bu, Türkler bir anda merserize muamelesi görür sinir olurum.

7-Değiştir formaları: Yıllar önce bir Beşiktaş-Kocaelispor maçı vardı. Maç sonunda hakem kararından şikayetçi olan Hikmet Karaman burnundan soluyarak sahadan çıkarken kameralara "Laaaaaaaan........değiştir formaları beş olur beş!!!!!" diye patlayarak beni yerlere yeksan etmişti. Bu da bir klişe. "Şimdi sevgili Dutchman iki takımın formaları değişsen hangisi Galatasaray hangisi Gaziantepspor anlayamazsın, fark olmaz." İlla sırtına Galatasaray forması geçiren aslan kesilecek ya.

8-Trink Avrupa: Türk futbolcularının Avrupa'ya gitme istekleri veya birinci lig kulüplerinin mali durumları masaya yatırılır. Amcam atlar oradan hemen. "Şimdi hocam, Avrupa'da böyle değil, günü geldi mi, paran trink hesabına yatıyor, öyle kulüple muhattap olma yok, bankaya gidip hesabından çekiyorsun". Bu adamlar ya hiç EFT ücreti ödememişler ya da hiç dayak yememişler. Gretna, Ferencvaros, bir dolu İngiliz kulübü, Borussia Dortmund Avrupa'da değil zaten başka bir gezegende (son örnek Feyenoord ile oldu). Futbolcu maaşlarını ödeyemeyen bir dolu kulüp varken Avrupa'da, bu yıllardır söylenir, son 10 yılda bu yüzden topu atan bir dolu kulüp oldu ama sözlem değişmedi. Trink yatıyor, onu biliyoruz.

9-Cavcav işini bilir: Bu aslında İlhan Cavcav'a özgü bir durum değil. Anadoluya, Afrika'dan cüzi bedellerle transfer olan her futbolcu için söyleniyor bu. Hele bir de dört büyüklere gol atmışsa. Son ürünü Tazemeta bunun. "Hocam Anadolu kulüpleri arıyor buluyor, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş milyon dolarları saçıyorlar, yazık değil mi bu paralara"...Sonra o adam İstanbula geliyor bavulu toplayıp....eee...1 yıl sonra Anadolu'ya geri dönüş. Bu tür takımların Afrika'lıların kendilerini gösterebilmek için özel hazırlandıkları maçlardan tüm bir transfer politikasını değerlendirmemek lazım.

10-Face-off: "Şimdi bak Haşmet, Galatasaray'dan iki takım çıkar, ikisi de ilk ikiye oynar, bu takımı Gerets bu hale getirdi, inanılır gibi değil". 10 yıldır Galatasaray'dan 2 takım çıkıyor ikisi de ilk ikiye oynuyor Türk futbolunda. Bu klişenin temelini atan adam Hıncal Uluç'tur. Terim, Hagi, Gerets, Skibbe, Feldkamp, Rijkaard farketmedi. Geniş kadrolu bir dolu takım var dünyada. Farklı oyuncuları kullanıp başarıya ulaşabilen tipik takımlar Manchester United, Arsenal ve Liverpool olarak sayılabilir ama bular için hiç İngiliz basınında yedeklerle asları sahanın iki yanına dağıtıp, "United'dan iki takım çıkar, ikisi de ŞL'de finale gider" yazıldığını görmedim. Bize özgü bu da. Tamam kadro genişliği önemlidir, rotasyon güzeldir de Volkan Yaman, Orkun Uşak, Aydın Yılmaz'la neyin ilk ikisine oynuyorsunuz?

by Barad-dur, Canarino, forzabrian, tunchay and FD

BEIRUT

Kültürlerin eklemlenerek insanların birbirini daha iyi anlayacağını, politikanın işlevsizleştiği bir çağda kültürel etkileşimin insanları birbirine yakınlaştırarak barışı sağlayacağını gibi bir hisse kapıldığımdan mıdır nedir, salt batılı ya da salt doğulu bir eserdense bir çok kültürden etkilenmiş eserlerin yeri her zaman bir başka oluyor benim için. Anadolu rock ile tanıştığım sentez müzik, yayıldıkça çeşitleniyor, çeşitlendiklendikçe güzelleşiyor. Nasıl ki anadiliniz olmayan bir dili asla o ülkenin insanları kadar anlayamaz ve konuşamazsınız, sanatta da durum değişmiyor. Ama o dilde kendi aksanınızla konuşup derdinizi anlatabildiğiniz gibi müziğe de kendi yorumunuzu katar ve eşsiz bir şey ortaya çıkarabilirsiniz. İşte Beirut bunu yakalayabilmiş gruplardan biri.

1986 doğumlu A.B.D.li Zach Condon’un A Hawk, A Hacksaw ve Neutral Milk Hotel gibi grupların kimi üyelerinin yardımıyla kurmuş olduğu grup, resmi olarak yayınlanmış sadece 2 albümü olmasına rağmen kaydadeğer bir dinleyici kitlesine sahip olmuş durumda. Mandolin, trompet, ukulele (küçük gitar görünümünde, 4 telli bir enstrüman) gibi çok sayıda enstrümanı çalan Zach Condon, çok da güzel, tenor (ince erkek sesi) bir sese sahip. Zach’in en eşsiz yönü ise, sesini bir enstrüman gibi kullanarak arkasında çalan farklı kültürlerden bir dolu enstrümanla inanılmaz bir uyum içinde olması. Vokal tarzını çoğu zaman Radiohead’in vokali Thom Yorke’unkine benzetiyorum. Gerçekten bir etkilenmişlik varsa, elde ettiği tınının güzelliğine katkıda bulunduğu için Thom Yorke kendini şanslı hissetmeli doğrusu.



Tarz olarak Balkan müziği en baskın rolde olmakla birlikte, hem Zach’in kendisinin müzik alanındaki deneyimi hem de orkestranın üyelerinden kaynaklı caz dahil bir çok batı müzik tarzının etkisi şarkılarda hissediliyor.

Gogol Bordello, Kultur Shock gibi bu tarza yakın gruplarla en büyük farkı ise şarkılara hakim olan mütevazi ve olgun bir hüzün.

2009 tarihli albüm resmi olarak yayınlanmamış olmakla birlikte internet üzerinden bulunabiliyor. Indie olmasından mıdır nedir, pek de bir ticari kaygısı yok gibi görünüyor Zach’in.

En sevdiğim şarkısını paylaşmadan edemedim. Buyrunuz: Prenzlauerberg


Şarkının sözlerini pek de ayırt edemediniz, değil mi:

so alone...i cry but something something...i came through tonight...just like you....and all this advice has fallen through....i watch and wait as...something something...i watch and wait as i let more time decide....and so alone..i cry but i could not...something something
Zach bu konuda “Sözleri anlamamanız sorun değil; ben de anlamıyorum.” demiş J

Rapidshare dosyalarını denemek size düşüyor:
2006-Beirut - Gulag Orkestar
2007-Beirut - The Flying Club Cup
2009-Beirut - March of the Zapotec and Realpeople Holland

Ayrıca web sitesinden de bir iki örnek dinleyip indirebiliyorsunuz: http://www.beirutband.com/
Diğer kaynaklar:http://en.wikipedia.org/wiki/Beirut_(band)
http://www.myspace.com/beruit


by Gand

KADINLAR BASKETBOL OYNAYAMAZ

"White man can't jump" gibi bir şey değil bu.

"Transferler güzel ve çekici olunca gönderildi"
diye bir haber başlığı görünce gerisini okumak gelmedi içimden. "Kim bilir yine hangi geri kafalılıkla, ne halt edilmiştir?" diye düşündüm. Sağolsunlar, yanıltmadılar.

Kocaeli Büyükşehir (?) Belediyesi Kağıtspor büyük sevinç yaratarak Türkiye Bayanlar Basketbol 1. Ligi'ne çıktıktan sonra, ard arda yabancı oyuncularla anlaşmış ve kadrosunu güçlendirmişti. Zaten takım kıtlığına kıran girmiş bir ligde bu gelişme elbette sevindiriciydi.

Fakat aradan çok fazla bir zaman geçmeden öğreniyoruz ki Marita Payne, Brittany Jackson, Noteisha Womack ve Kristi Cirone isimli oyuncuların sözleşmeleri feshedilmiş. Gerekçe olarak da "ekonomik kriz ve masrafları kısmak gerekliliği" dile getirilmiş.

İlk bakışta gayet anlaşılabilir bir karar. Fakat mali kaygılardan ziyade, dile getirilen başka sebepler var ki onların üzerinde biraz durmak gerek. Gerçi, salt bu bahane ekseninde de sorulacak sorular olabilir. Örneğin;

Kriz yeni mi ortaya çıktı?
Halbuki teğet geçecekti. Kalın mı gördü?
"Bütçe planlaması" diye bir şey yapmamış mıydınız?
Yaptıysanız, bunlara her ay başında "iyi saatte olsunlar" mı geliyor?
vb.

Geçelim ve gelelim diğer " feshedilme nedeni" ihtimallerine... Öncelikli yorum o ki; kentte, "bayan basketboluna yatırılan paranın neden futbola aktarılmadığı gibi bir hava yaratıldığı" söyleniyormuş.

Bir ülkenin sadece sportif anlamda değil, her manada gelişip gelişmediğini anlamak için o ülkede hakim zihniyetlere bakmak gerek. Bundan bir asır önce, İkinci Meşrutiyet'ten sonra, herkes bir yenilik ararken ve bu arayış kendisini spor sahasında da gösterip, yeni yeni branşların memlekete girişi sağlanmaya çalışılırken, bu zamanda bu kafaya ne demek gerek? Adını beraber koyalım ve buna işin "hacet giderme" boyutu diyelim.

Sonra da gidere devredilmeyen haceti avuçlayıp "sıvama" işlemi çekilmesine bir bakalım. Neymiş? "Bayanların basketbol oynamasının bazı kesimler tarafından tepki gördüğü" ortaya çıkmış.

Hangi kesimler bunlar? El kadar çocukların oynadığı oyuncak bebeklerden tahriklenen sapık kesimler mi? Ama doğru ya, bu yontulmamış "kesimler" sadece oyuncak bebeklerden değil, onlarla oynayan çocuklardan da etkileniyor. "Alan razı, satan razı" diyip, 10'lu yaşlarının yarısındaki kız çocuklarını taciz eden ve bununla iftihar edenlere hak verenlerin de yaşadığı bir memleket değil mi bizimkisi? Mazallah, bayan basketbol takımı kurulursa ne olur? Akılları, fikirleri ve zikirleri; zekerleri doğrultusundan spor salonunu pusula ediniverir bu insanların (!) Zorla günaha sokmayın garibanları. Kapatın bayan basketbol takımını, gitsin. Hem zaten anlaşılan yabancı oyunculardan bir tanesi, zamanında bikinili boz vermiş bir dergiye. Vay kevaşe, vay! Aslında sadece onu getirip recm edeceksin ama uluslararası kamuoyu falan. Uğraş dur şimdi! Evet, evet, kapatın gitsin.

Sakin düşünülünce, bütün bunlarda şaşılacak hiç bir şey yok. Daha önce olan ve bundan sonra da olacak şeyler üzerine bu kadar yazıp çizmeye bile gerek yok. Ama konu sporla ilgili olunca ve Atatürk'ün "Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünün her sportif devlet kurumunun duvarında asılı bulunduğunu ve her spor insanımızın dudağında takılı olduğunu hatırlayınca, sorası geliyor insanın, "Neredesiniz, hanımlar, beyler?" diye.

Bizler, inisiyatifimize emanet edilmiş bir spor dalının icra makamı değiliz. Atanmış kurullar değiliz. Sporcu değiliz. İdareci değiliz. Teknik adam değiliz. Kalem efendisi değiliz. Sade vatandaşız ve buralardayız. Siz nesiniz? Sporun aydınlık insanlarısınız? E güzel de, neredesiniz?

Diyelim ki bütün bu haberler yalan ve söz konusu takımdan gönderilen yabancılar ile yollar, hakikaten de ekonomik kriz sebebiyle ayrıldı. Ardından gelen bu yok "futbol yatırımı için", yok "kadınların basketbol oynaması doğru olmadığı için" benzeri haberlere neden tepki göstermiyorsunuz? Neden bir Allah'ın kulu çıkıp da;

"Bu minvalde haberler yapılıyor. Bunu şiddetle kınıyoruz, çünkü bu çağda böyle bir kafa yapısının değil sporu, bir koyun sürüsünü bile yönetebileceğine inanmıyoruz. Değil gazetelerde böyle haberler çıkması, akıllara gelmesini bile ayıp telakki ediyoruz" demiyor. Yoksa haberler doğru mu? O daha vahim...

Haberler doğruysa ve buna "Ülkenin Aydınlık Yüzü" olduğu söylenen bayan basketbol camiasından tek bir kelime dahi tepki gelmiyorsa ne diyeceğiz? "Mum dibine ışık vermez" diyebilir miyiz örneğin? Ya da "Böyle başa böyle tarak"

Aslında gönderilen oyuncuların içinde yer alan ve tahsilini psikoloji alanında yapmış Marita Ann Payne'e sormak gerek; "Ne ayak bu durumlar?" diye. Olur ya, mektepli kız, özel tecrübeyle sabit alaylı işlerini bilmek zorunda değil; "Vallahi ben de anlamadım" falan derse, yardımcı oluruz. "Tavşan boku sendromu diye bir şey duydun mu sen? Ne kokar, ne bulaşır. İşte ondan çok fena muzdarip bizim memleket. Rahmetli Cem Karaca'yı bildin mi? Onun dediği gibi. Ülkenin 'Yarım porsiyon aydınlık' yüzü" deriz. Sonra da ekleriz; "Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz. Puan veya puanlar alacağız. O futbol muydu lan? Pardon."

by Canarino

ALİ SAMİ YEN TRİBÜN RAPORU

















Bazı şartlar gereği bu sene uzak kalıyoruz Ali Sami Yen’den. Ama olan bitenden de bihaber değiliz. Geçen sezonun sonunda sürpriz bir kararla Kapalı’nın kemik tayfası Eski Açık tribüne geçme kararı aldı bilindiği üzere. Ancak sezonun başlamasıyla birlikte o grubun bir bölümü Kapalı’daki yerlerini bırakmadılar. Bu duruma ilave olarak Eski Açık’ın üzerinin kapanacağı bilgisi duyuruldu.

Şartlar böyle iken, düşeş bir kombine sayesinde Denizli maçında Eski Açık’a karıştım ben de. Ancak yazmak için fırsat bulamadım bir türlü. Özhan Başkan döneminde ortaya çıkan ve hafızamızda “Sürgündeki Kapalı” olarak yer eden olaydan yıllar sonra tüm tanıdık simalar Eski Açık’taydı o gece. Ve tabii ortaya çıkan manzara görülmeye değerdi. Bu noktada bir parantez açmak lazım aslında. Önceleri otırarak maç izlenen, numaralıyla birlikte en sakin tribün olarak bilinen Eski Açık, son 7-8 yılda büyük gelişme kaydetti. ultrAslan’ın UNI oluşumuyla birlikte canlanan ve yeniden inşa edilmesinden sonra tam anlamıyla Curva olan bu tribüne, geçmiş yıllarda BH (eski adı Bird Hunter sonraki adıyla Boys of Hell) başta olmak üzere diğer oluşumlar da katıldılar. Aslında Denizli maçında baktiığımda, özellikle UNI oluşumunun etkisinin bizim zamanımıza göre (2002-2004) azaldığını gördüm. Ama net olan bir şey vardı ki, o dönemde yapılan hamlenin meyvelerinin alındığı ve UNI, BH gibi oluşumların etkisi azalsa bile bu tribünün artık gençlerin hakimiyetinde olduğuydu.

Eski Açık’ta henüz tribüne ve bağırmaya doymamış olan gençler nedeniyle Kapalı’ya göre daha fazla katılım sağlanması, üzerinin kapatılmasıyla birlikte atmosferi inanılmaz boyutlara getirecektir önümüzdeki dönemde. En dikkat çeken sıkıntı ise, Kapalı’yla henüz sağlanamayan koordinasyon ve bu nedenle bazı bölümlerde ciddi ikiliklerin oluşması. Bir diğer sorun da, maalesef hala tayfanın üzerinden atamadığı “4 sene üst üste” gibi artık rafa kalkması gereken ağır ve temposuz besteler. Çünkü bu tribünün potansiyeli gerçekten çok yüksek ve Kapalı’daki gibi kopmalar yok. Kesinlikle daha hareketli ve vurucu besteler seçilmesi lazım.

Kapalı’nın kontrolü ise son dönemdeki kan kaybı nedeniyle daha da zorlaşmış gibi görünüyor. Önemli bir detay ise, artık göbeğe destek veren –bizim de yıllardır bulunduğumuz- sol taraf da yok olmuş. Sanırım çatı operasyonundan sonra, Kapalı stadın liderliğini devredecek. Gerçi yıllar sonra stadın kalbi olan Kapalı’nın bu misyonu bırakması fikri çok garip gelse de, durum bu şekilde bence.

Bu arada, geçen sene az katılımla söylediğimiz ve bu sene hit olan Peşindeyiz bestesi nam-ı diğer Nevizade Geceleri, Yuruyedur’un icraatlarından sonraki en güzel beste. Sonuna kadar sahip çıkılmalı.

Son dönemlerini yaşayan ve artık “eski stadımız” unvanını almaya çok yakın olan mabedimizdeki sezon içinde yaşanacak tribünsel gelişmeleri hep birlikte göreceğiz.


by forzabrian

BOĞAZDA KAYBOLAN SAKIZ İSTİYORUZ



















Futbol sahasında küpe, kolye, piercing gibi takıların futbolcular tarafından maçlar sırasında takılmasını tasvip eden bir adam değilim. 2 günönce Hollanda'da bir kızın göbek piercinginin yüze havuzunun kenarlarına takıldığı ve kızın 1 saat boyunca o pozisyonda kaldığı haberini okuyunca içim bir hoş olmuştu zaten. Futbol sahalarında da benzer bir olay olabilir. Bir çok futbolcu küpesini bantla kapatıyor ve hakemler de kolyeler konusunda futbolcuları uyarıyor ama ben yine de tedirgin oluyorum gördükçe. Bir de Danimarka'lı Stig Tofting'in dilinde bir piercing vardı onu hatırlarım. Takılar kadar olmasa da yine tehlikeli bulduğum bir başka şey de maç sırasında sakız çiğneyen futbolcular. Bir gün bir tanesinin başına bir felaket gelecek diye tahmin ediyordum, buyurun kıyısından dönülmüş.

Brezilya ikinci ligi Serie B'de mücadele eden Vasco Da Gama'nın yeni transferi Aloísio José da Silva salı akşamı takımıyla ilk maçına çıktı Brasiliense karşısına. Aloísio St. Etienne, PSG, Rubin Kazan gibi takımların formalarını giydikten sonra 2008-09 sezonunda Katar'ın Al Rayyan takımında forma giydi ve Serie B'de sezon ortasına gelinmişken Vasco'ya transfer oldu. Boca do Jacare Satdyumu'nda oynanan maçın ikinci yarısında rakibiyle girdiği ikili mücadelede yere düşen 34 yaşındaki futbolcu, çiğnediği sakızın nefes borusuna kaçması sonucu bir süre nefes alamadı. Vasco'nun takım doktoru Paulo Cesar Rocha'nın hemen müdahale ederek kurtardığı Aloísio ambulansla hastaneye götürüldü. Bilinci ancak hastanede tam olarak açılan Aloísio aynı akşam taburcu edildi. "Tek hatırladığım birisinin boğazımdaki sakızı çıkardığı, hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım, bundan sonra futbol oynarken sakızı ağzıma bile sürmeyeceğim" demiş. Maçı da Vasco 1-0 kazandı belirtelim.

Aloísio bir hafta boyunca tedbir açısından antrenmanlara çıkmayacak. Yeni transferini nerede ise bir sakıza kurban verecek olan Vasco geçen yıl Brezilya Campeonato Serie A'dan Serie B'ye düştükten sonra, geri dönmek adına önemli adımlar attı. 20 maçın geride kaldığı 38 haftalık maratonda şu anda en yakın rakiplerinin 3 puan önünde lider durumdalar. Serie B'de ilk dört sırayı alan takımlar Serie A'ya yükseliyor.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

ZOMBIE



Bugün ufak çapta bir The Cranberries günü oldu. Günü de onlarla kapatalım. 1995'teki MTV Unplugged konseri......Zombie.....

BULDUM......İHTİYAR DELİKANLI.....


















Anthony De Avila'nın sahalara dönüşü yazısında futbolcuların yeşil çimlerdeki ömürleri üzerine bir şeyler söylemiştik. Bugün İtalya semalarından gelen haber yeni bir açılım getirdi hadiseye. 60 ve 70'lerde İtalyan futbolunda farklı takımların kalesini koruyan Lamberto Boranga 67 yaşında amatör düzeyde de olsa futbola dönme kararı aldı. Boranga doğduğu şehir Perugia bölgesi takımlarından, amatör ligde mücadele eden L'Ammeto takımının formasını giyecek. Aynı zamanda takım yöneticilerinden olan arkadaşının ligin ilk maçında, iki kalecilerinin de cezalı olması üzerine kendisine yaptığı bu talebi yerine getireceğini belirten Boranga "futbol sahasının çekiciliğinden kendimi kurtarmam çok zor" demiş.

Lamberto Boranga Perugia bölgesindeki Foligno kentinde doğmuş ve Perugia altyapısında futbola başlamış bir isim. Perugia A takımında da bir süre forma giydikten sonra, 1966-67 sezonunda Fiorentina forması ile Serie A'ya ayak basmış. Ancak Floransa'da sadece 6 kez forma şansı bulabilen kaleci Reggiana'ya transfer olmuş. Ardından Brescia, Cesena, Varese, Parma, doğduğu kentin takımı Foligno formalarını giyip 41 yaşında futbolu bırakmış. Boranga'nin ilginç bir özeliği de var. Futbol kariyeri boyunca biyoloji ve tıp eğitimi almış bir isim. Bu sebeple 1992'de yine Perugia bölgesi takımlarından Bastardo'nun (takımın ismi de ilginçmiş) kulüp doktoru olarak göreve başlamış. Aynı yıl, takımın iki kalecisinin de oynayamacak durumda olması sebebiyle 50 yaşında, Bastardo'nun kalesini bir maç korumuş ve takımının 1-0 mağlup olduğu maçta önemli kurtarışlar yaparak hala zinde olduğunu kanıtlamış.





















L'Ammeto'nun 20 Eylülde yapacağı maçta kalede olacak. Önünde 1 aylık bir hazırlanma süresi var. Boranga'nın 65 yaş üstü kategoride dünya uzun atlama (5.03) ve üç adım atlama rekorunu (11.26) elinde bulundurduğu düşünülürse çok da zorlanmayacak gibi.

Şu karambolde biz de Adnan Aybaba'yı futbola, Erman Toroğlu'yla AhmetÇakar'ı da hekemliğe döndürsek mi diyorum.